Bismillâhirrahmânirrahîm
Hz. Mûsâ (a.s) hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı bilgiler Tevrât’takilerle örtüşmemekte ve çelişmektedir:
Tevrât’a göre Hz. Mûsâ’yı (a.s) sudan çıkaran kadın Firâvun’un kızı[1] ve Kur’ân’a göre ise, Firâvun’un hanımıdır. [2]
Medyen’de Hz. Mûsâ’nın (a.s) yardım ettiği kızların sayısı Kur’ân’a göre iki [3] ve Tevrât’a göre yedidir. [4]
Tevrât’ta Mısır halkına geldiği bildirilen on mûsibet yerine Kur’ân’da onun dokuz mûcizesinden [5] bahsedilmektedir.
Tevrât’ta kayadan sadece bir kaynağın çıktığı [6] belirtilirken, Kur’ân’a göre on iki kaynak fışkırır. [7]
Hz. Mûsâ (a.s) geceleyin dağda ateş görür ve ondan bir kor parçası almak veya yol sormak için dağa yaklaşır. [8] Tevrât’a göre ise, bu olay gündüz olmuştur.
Kur’ân’da adı geçen ve Firâvun ile birlikte anılan Hâmân’dan [9], Tevrât’ta söz edilmez.
Kur’ân’a göre Hz. Mûsâ (a.s) bir kastı olmaksızın Mısırlı’yı öldürdüğü için pişman olur [10] ama bu pişmanlık Tevrât’ta yer almaz.
Kur’ân’da sihirbazların Hz. Mûsâ’ya (a.s) iman ettiği belirtilmekte [11] fakat Tevrât’ta bu husus zikredilmemektedir.
Hz. Mûsâ (a.s) hem kavmini Firâvun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturmuştur ve hem de şeriâtı (Tevrât) getirmiştir.
Tevrât’ta Hz. Mûsâ’nın (a.s) eşsiz, benzersiz olduğu, Tanrı onunla açıkça ağız ağıza söyleştiği ve sadece onun Tanrı’nın sûretini göreceği belirtilmektedir. [12]
Hz. Mûs’a’nın (a.s) Kur’ân’daki özellikleri:
Yüce Allah onu (a.s) kendisine elçi seçmiştir (vastana’tuke linefsî). [13]
Yüce Allah tarafından ona (a.s) sevgi verilmiştir (ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî) ve O’nun nezâretinde yetiştirilmiştir (ve litusne’a âlâ ‘aynî). [14]
O, ihlâsa erdirilmiş (muhlasan) ve seçilip gönderilmiş (resûl) bir peygamberdir (nebî). [15]
O, yüce Allah tarafından seçilmiştir (ve enâ-htertuke). [16]
O, yüce Allah’a, fısıldaşan kimse kadar (neciyyâ) yaklaşma (ve karrabnâhu) şerefine nâil olmuştur. [17]
O, güvenilir (rasûlun emîn), şerefli bir elçi (rasûlun kerîm) ve Mü’min kullardandır (min ibâdinâl mu’minîn). [18]
O, güçlü çağına erip (ve lemmâ beleġa eşuddehu), olgunlaşınca (ve’stevâ) kendisine hikmet (hukmen) ve ilim (ve ilmâ) verilmiştir. [19]
Ona, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Kitâb (Tevrât) [20], hak ile bâtıl’ı ayıran, adalet esaslarını ortaya koyan (furkân) [21], levhâlar (elvâh) [22] ile suhûf verilmiştir. [23]
Ona, âyetler (bi-âyâtinâ) ve güçlü mûcizeler (sultânin mubîn) verilmiştir. [24] Bunlar: Asâ, ışık saçan el, su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar, kan, kıtlık yılları, ürünlerin azalması, denizin ikiye ayrılması, kayadan su fışkırması, bir sığır aracılığı ile ölünün diriltilmesi, kavminden yıldırım çarpanların yeniden diriltilmesi gibi. [25]
“(Ey Resûl, bu) Kitap’ta Mûsâ’yı da (hayırla) zikret (üstün ahlâkını ve cihadını ümmetine bildir). Çünkü o, doğrusu ihlasa erdirilmiş ve (seçilip) gönderilmiş (resûl) bir peygamber nebî) olmaktaydı.” [26]
Kur’ân, Hz. Mûsâ (a.s)’nın ergenlik çağına kadar Firâvun’un sarayında büyüdüğünü şöyle ifade eder:
”Nihayet Firâvun'un ailesi, onu kendileri için bir düşman ve üzüntü konusu olacağını sahipsiz görüp alarak (saraylarına götürmüşlerdi). Gerçekte Firâvun, Hâmân ve askerleri bir gaflet ve yanılgı içindeydi.”
“Firâvun’un karısı dedi ki: (Bu çocuk) ’Benim için de, senin için de bir göz bebeği (ve evimizin şenliği olabilir); onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.’ Oysa onlar (başlarına geleceklerin) farkında değillerdi.”
“Mûsâ’nın annesi ise, (yavrusunun yokluğundan) yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü’minlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı, dayanıklılığı) pekiştirmiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu ve saraydaki çocuğun kendi evladı olduğunu) açığa vuracak (ve çocuğu ele verecekti).”
“(Annesi Mûsâ’nın) Kız kardeşine: ’Onu izle ve takip et’ dedi. Böylece o da, (Firâvun görevlileri) kendileri farkında değilken, onu uzaktan gözetledi.” [27]
“Biz, daha önce ona sütanalarını haram etmiştik (Mûsâ saraya getirilen hiçbir kadının göğüslerini tutup emmemişti. Kız kardeşi onlara:) ’Ben sizin adınıza (bu bebeğin) bakımını üstlenecek ve ona iyi bakacak (ve yumuşak davranacak) bir aileyi size bildireyim mi?’ dedi.”
“Böylelikle gözünün aydın olması (ferahlanıp sevinmesi), üzülmemesi ve gerçekten Allah’ın va’adinin hak olduğunu bilmesi için, onu (Mûsâ’yı) annesine geri vermiş (ve ikisini bir araya getirmiştik). Ancak onların (inkârcıların ve akılsızların) çoğu (bu hikmetleri ve mûcizeleri) bilmeyen (gâfil ve câhil kimselerdi).”
“O (Mûsâ, Firâvun’un sarayında) vaktâki güçlü erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ‘hüküm-hikmet’ ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları (muhsin olanları) işte böyle ödüllendiririz.”
“(Mûsâ, saray) Halkının (kendisinden) habersiz olduğu bir sırada şehre girdi; orada biri kendi taraftarlarından, öbürü de düşmanlarından olan iki adamın dövüştüklerini gördü. Kendi taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı Mûsâ'dan yardım istedi. Mûsâ da ötekine bir yumruk indirip onun işini bitirdi. (Sonra): Bu dedi, şeytanın işindendir. O, gerçekten apaçık, şaşırtıcı bir düşmandır.” [28]
Hz. Mûs’a’nın (a.s) niyeti adam öldürmek değil, onun yardımına koşmaktı. Fakat her nasılsa elinden bir kaza çıkmıştı. Hz. Mûsâ (a.s) hiç de arzu etmediği bu olay karşısında kullandığı “Bu şeytanın işindendir” ifadesinin gerekçesi şöyle açıklanabilir:
Bu şeytanın bir işi! Yine yoldan çıkarılıcağına başvurarak bana bu işi yaptırdı ki bir İsrâîl’liyi savunurken bir Mısır’lıyı öldürmekle suçlanabileyim. İşte gelişen olay sonucu Hz. Mûsâ (a.s) şu duayı yapar:
رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي
“Rabbim! Gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim (istemeyerek ve ölmesini kastetmeyerek, ama hızla vurup iteklediğim kişinin ölümüne sebebiyet verdim), artık beni bağışla” [29]
Hz. Mûsâ (a.s) Rabbine, Ey Rabbim! Bu günahımı affet: Bu günahı isteyerek işlemediğimi biliyorsun, onu ört ve halktan gizle! Yüce Allah, Hz. Mûsâ'nın suçunu halktan gizlediği gibi, hatasını da bağışladı. Zira ne bir Mısır’lı ve ne de Mısır hükûmetinin herhangi bir yetkilisi, olaya şahid olabileceği bir zamanda yoldan geçmedi. Böylece Hz. Mûsâ (a.s) cinayet mahallinden teşhis edilmeden uzaklaşma imkânı bulmuş oldu.
“(Ve Mûsâ) Dedi ki: Ya Rabbi! Bana verdiğin nimet (ve faziletler hatırına ve) adına (söz veriyorum ki) artık suçlu günahkârlara (ve münâfık şarlatanlara) asla destek olmayacağım.” [30]
Sabahleyin Mısır’lının ölüm haberi tüm Mısır’da yayılır. Fakat kimin öldürdüğü belli değildir. Hz. Mûsâ (a.s) Kur’ân’ın ifadesiyle “Kentte korku (ve kuşku) içinde (etrafını) gözetleyerek sabahladı.” [31]
“O sırada bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (ve başına o belâyı getiren ‘huysuz adam’, bu sefer başkasıyla kavgaya tutuşmuş ve yine) kendisinden yardım için bağırıp durmaktaydı.” [32]
Bu huzursuz İsrâîl’linin yeni bir kavga çıkarmasına öfkelenen Hz. Mûsâ (a.s), adama şiddetle çıkışarak şöyle der: “Anlaşıldı; sen açıkça azgın ve fesatçı bir (insansın!)” [33]
Fakat Hz. Mûsâ (a.s) İsrâîl’linin Mısır’lıya yine mağlup olacağı sırada dayanamaz ve tekrar onu kurtarmak üzere kavgacıların üzerine yürür. İsrâîl’li, Hz. Mûsâ’nın (a.s) kendi üzerine geldiğini zannederek korkudan ne yapacağını şaşırır. Kendisini kurtarmak için Hz. Mûsâ’yı (a.s) ele vermeyi düşünür ve bağırıp çağırarak gizli kalmış dünkü olayı şu ifadelerle açığa vurur:
“Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen, yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun; ıslâh edicilerden (barıştırıcı ve yatıştırıcı) olmak istemiyorsun” (diye ortalığı ayağa kaldırmaya çalışmıştı). [34]
Bu haber bir anda her tarafa yayılır. Nefes nefese Hz. Mûsâ’ya (a.s) koşan iyi niyyetli bir kimse ona şu haberi getirir:
“(Bunun üzerine) Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip: ‘Ey Mûsâ! (Firâvun’un sarayında) Önde gelen (idareciler, yetkililer dünkü cinayet hadisesinin sorumlusu olarak) seni öldürmek konusunda, kendi aralarında görüşüp karar vermekteler. Durma artık buradan çık git; ben sana iyi niyetle öğüt verenlerdenim, diye” (uyarmıştı). [35]
Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), korku ve telaşla çevreyi kontrol ederek, dikkatlice oradan ayrılıp uzaklaştı ve Rabbine şöyle yalvarıp, yakardı:
رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
“Rabbim! Zalimler topluluğundan beni kurtar.” [36]
“Bunun üzerine (Hz. Mûsâ (a.s) mecburen kaçıp) Medyen’e (Sina Çölü’ne ve Tûr Dağı çevresine) ulaşmak üzere, yüzünü (o tarafa) çevirip (yürümeye başlayınca) da: ‘Umarım Rabbim, beni düzgün bir yola (ve uygun bir yurda) yöneltip iletir ‘(hidayet verip nübüvvet için eğitir) diye” (temenni etmişti). [37]
“Nihayet Medyen suyuna (kuyusuna) vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu bulup (garip bir olaya rastlamıştı.) Onların gerisinde de (hayvanları subaşına) götürmekten çekinen iki kadın bulunmaktaydı. ‘Bu durumunuz (ve sorununuz) nedir, (niye bekleyip duruyorsunuz)?’ diye (sorunca) kadınlar: ‘Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; (bize saygı duyup sıraya almazlar, çünkü) babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır’ demişlerdi.” [38]
Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s) onların sulama işlerini yaptı. Sonra gölgeye çekilip, Rabbine şöyle dua etmeye başladı:
رَبِّ اِنّ۪ي لِمَٓا اَنْزَلْتَ اِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَق۪يرٌ
“Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım.” (Burada garip ve sahipsiz durumdayım.) [39]
Hz. Mûsâ’nın (a.s) duası karşılıksız kalmaz. Kur’ân-ı Kerîm bundan sonraki gelişmeleri şöyle ifade eder:
“Derken o iki kızdan biri utana utana yürüyerek ona geldi: ‘Babam seni çağırıyor; bizim için (hayvanları) sulamanın ücretini verecek,’ dedi. (Mûsâ), o(kızların babaları)na gelip (başından geçen) hikâyeyi anlatınca o: ‘Korkma, o zalim kavimden kurtuldun’ dedi.”
“O(kız)lardan biri: ‘Babacağım, dedi, bunu (çoban) tut işte; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü, güvenilirdir."
“O zât, (Mûsâ'ya) dedi ki: ‘(Bak), bana sekiz yıl hizmet etmen şartıyle şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer (bu süreyi) on(yıl)a tamamlarsan artık o, senin tarafından (bir iyilik)dir. Ben sana zahmet vermek istemem. İnşallah beni iyilerden bulacaksın."
“(Mûsâ) dedi: ‘Bu, seninle benim aramızda(bir sözleşme)dir. Demek hangi süreyi yerine getirsem, bana düşmanlık yok. Allah dediğimize vekildir." [40]
Medyen sözcüğünün menşei hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Şuayb’ın (a.s) ve gönderildiği kavmin Arap, dolayısıyla bu kavmin adı olan Medyen’in ikamet etmek anlamındaki müdûn veya hükmetmek manasındaki dîn kökünden türemiş Arapça bir kelime olduğu ileri sürüldüğü gibi Arapça olmadığı da ifade edilmektedir. [41]