.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
“İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tevrat’ta şöyle yazılmıştır: “Ey insanoğlu, sadece bana ibadete koyul ki kalbine zenginlik vereyim ve seni isteğinle baş başa bırakmayayım. Bu durumda ihtiyacını gidermek ve kalbini korkumla doldurmak benim üzerimedir. Ama eğer sadece bana ibadete koyulmazsan, kalbini dünya ile meşgul kılarım, fakirliğini gidermem ve seni isteğinle baş başa bırakırım.”
Namazın Önemi
İbadetler için feragat1[1], vakit ve kalp feragati ile elde edilebilir. Bu ibadet babında yer alan önemli konulardan biridir. Kalp huzuru da bu feragat olmaksızın asla elde edilemez. Kalp huzuru ile eda edilmeyen ibadetin ise hiç bir değeri yoktur.
Kalp huzuruna iki şey etkilidir. Birincisi vakit ve kalbin feragati, ikincisi ise kalbe ibadetin önemini anlatmaktır. Vakit feragatinden maksat insanın her gün kendi ibadeti için bir vakit tayin etmesi, o vakitte sadece ibadetle meşgul olması ve o vakit zarfında başka bir şeyle uğraşmamasıdır.
İnsan ibadetin diğer işlerinden daha önemli olduğunu ve hatta onlarla kıyas bile edilemeyecek kadar önemi haiz bulunduğunu anlarsa, şüphesiz vakitlerini gözetir ve ibadetleri için belirli bir vakit tayin eder. Şimdi de bu hususta kısaca bir açıklama yapmaya çalışacağım.
İbadet eden insan ibadet vakitlerine çok dikkat etmelidir. Elbette en büyük ve önemli ibadetlerden biri olan namaz vakitlerine, daha çok dikkat etmek ve fazilet vakitlerinde eda etmek gerekir. O vakitte başka bir şeyle meşgul olmamak icap eder. Kazancı, çocukları ve dersleri için vakit tayin ettiği gibi, ibadetleri için de vakit tayin etmeli, o vakitte diğer bütün işlerden el çekmelidir ki ibadetin özü olan kalp huzurunu elde edebilsin.
Ama bu satırların yazarı gibi namazlarını zorla yerine getiriyor ve Allah’a ibadeti fazladan bir iş olarak görüyorsa, şüphesiz namazını mümkün olan en son vakitte kılar. Hatta o son vakitte bile namaz kılmanın diğer işlerle çakıştığını gördüğünden namazını sayısız eksikliklerle eda eder. Şüphesiz böyle bir ibadetin nuraniyeti olmadığı gibi, Allah’ın gazap ettiği bir şeydir. Bu insan; namazı hafifseyen ve önemsemeyen kimselerden sayılır. Namazı küçümseyenlerden ve önemsemeyenlerden Allah’a sığınırım.
Bu hususta nakledilen hadislerin hepsini aktarmak mümkün olmadığından, ibret olsun diye bir kaçını zikretmek istiyoruz.
Hz. İmam Bakır (a.s) Zürare’ye şöyle buyurmuştur:
“Ey Zurare! Namaz hususunda gevşeklik etme. Zira Resulullah (s.a.a) vefat anında şöyle buyurmuştur: “Namazını hafife alan kimse ve sarhoş edici bir şey içen kimse benden değildir ve Allah’a andolsun ki Kevser havuzunun başında (bu iki grup) yanıma gelemeyecektir.”[2]
Ebu Basir’den naklen Hz. Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Babam vefat edince bana şöyle dedi: “Namazı hafife alan kimseler bizim şefaatimize nail olamaz.”[3]
Bu husustaki hadisler oldukça fazladır; ama ibret ehli olana bu kadar yeterlidir. Resulullah’tan kopmanın ve onun himayesinden çıkmanın ne kadar büyük bir musibet ve Resulullah ile Ehl-i Beytinin şefaatinden mahrum olmanın ne kadar büyük bir mahrumiyet olduğunu bir Allah bilir! Resulullah’ın şefaat ve himayesi olmaksızın hiç kimsenin Hakk’ın rahmetini ve vaat edilmiş cennetini görebileceğini sanma. Şimdi sıradan bir işini hatta hayali bir faydayı, Reselullah’ın (s.a.a) göz nuru ve Allah’ın rahmetinin büyük bir vesilesi olan namazdan öne geçirmen, ihmal etmen, özürsüz olarak son vaktine dek ertelemen ve ölçülerine riayet etmemen, namazı küçümsemek midir, değil midir?
Küçümsemek ise bil ki Resulullah ve Ehl-i Beyt’in de tanıklık ettiği üzere, onların velayetinden çıkmış ve onların şefaatinden mahrum kalmış durumdasın. Şimdi biraz dikkat et; eğer onların şefaatine ihtiyacın varsa ve Resulullah’ın ümmetinden olmak istiyorsan, bu ilahî emaneti büyük say ve önem ver. Aksi takdirde kendin bilirsin. Allah-u Teala ve velileri senin amelinden ve hatta senden bile müstağnidirler. Dolayısıyla ehemmiyet vermediğin takdirde bu durumunun, yavaş yavaş namazı terk etmene, terk etmenin de inkâra neden olmasından korkulmaktadır. Böylece işin biter, ebedi mutsuzluk ve felakete maruz kalırsın.
Vakit feragatinden de önemlisi kalp feragatidir. Vakit feragati de, kalp feragatinin bir ön hazırlığıdır. İnsan ibadetle meşgul olurken tüm meşguliyetlerden ve dünyevi işlerden el çekmelidir. Kalbini çeşitli işlerden ve dağınık düşüncelerden arındırmalıdır. Kalbini halis bir şekilde ibadet ve Allah ile münacata yöneltmelidir. Bu işlerden kalp feragati hâsıl olmadıkça, kendisi ve ibadeti için de feragat hâsıl olmaz. Ne yazık ki biz bütün dağınık düşünce ve fikirlerimizi sadece namaz vaktinde düşünmek için depoluyoruz.
Namazın tekbiretu’l ihramını getirirken; adeta bir dükkân, muhasebe defteri veya araştırma kitabını açmış gibi oluyoruz. Kalbimizi başka işlerle meşgul kılıyor, böylece amelimizden tümüyle gaflet ediyoruz. Kendimize geldiğimizde de genelde namazın selamına vardığımızı görüyoruz. Gerçekten de bu ibadet rezalet bir ibadet ve bu münacat utanılması gereken bir münacattır.
Azizim! Sen Allah’la konuşmanı, sıradan bir kul ile konuşmanla kıyas et! Ne olmuş ki eğer dostlarından biriyle, hatta bir yabancıyla konuşacak olursan, başkalarından gaflet eder, bütünüyle ona yönelir ve kalbin onunla meşgul olur. Ama velinimet ve âlemlerin rabbi olan Allah ile münacat ettiğinde bütünüyle ondan yüz çeviriyor ve başka işlere yönelerek O’ndan gaflet ediyorsun! Acaba kulların değeri Allah-u Teala’nın değerinden daha mı çoktur? Yoksa onlarla konuşmak, hacetlerin gidericisi olan Allah-u Teala ile konuşmaktan daha da mı değerlidir? Evet, ben ve sen Hak ile münacatın ne olduğundan habersiziz. İlahî ibadetleri bir yük sayıyoruz. Elbette bir yük olarak değerlendirilen şeylerin, insanın gözünde hiç bir önemi yoktur.
O halde kaynağı ıslah etmemiz ve Allah’a ve peygamberlerin emirlerine iman etmemiz gerekir ki işlerimiz düzelsin. Bütün sefalet ve çaresizlikler; iman zayıflığı ve yakin gevşekliğindendir. Seyyid ibn-i Tavus’un imanı öyle bir makama ulaşmıştı ki buluğa erdiği günü, büyük bir şölenle kutladı.
Zira Allah-u Teala o gün ona, kendisiyle münacat etmesine izin vermiş ve üzerine teklif elbisesini giydirmişti.[4]Gerçekten bu kadar nuraniyet ve safa sahibi olan kalbin nasıl bir kalp olduğunu bir düşün!. Eğer Seyyid ibn-i Tavus’un ibadeti senin için bir delil değilse, Hz. Ali’nin ve masum evlatlarının amelleri senin için özrü ortadan kaldıran bir delildir. O büyüklerin durumlarına, ibadet ve münacat niteliklerine dikkat et. Namaz vakti geldiğinde masum olmalarına rağmen ilahi işte bir sürçme olur korkusuyla onlardan bazısının yüz rengi değişiyor ve titreyip duruyorlardı.[5]Meşhur olduğu üzere Hz. Ali (a.s), ayağına saplanan oku dışarıya çekemeyince, namaz kıldığı bir esnada haberi bile olmadan oku ayağından çektiler.[6]
Azizim! Bu işler olmayacak şeyler değildir. Bunun benzeri işler sıradan insanların hayatında bile görülmektedir. İnsan gazap veya muhabbetin galebe çaldığı bir esnada her işten gaflet eder. Güvenilir dostlarımızdan biri şöyle diyordu: “İsfahan’da birtakım serseri insanlarla yaptığım bir kavga esnasında onlardan kimisinin sadece bana yumruklarla saldırdığını gördüm. Başka bir şey hissetmedim. Bu olay bittikten sonra birkaç yerimden bıçaklandığımı fark ettim. Bu sebeple birkaç gün hastanede bile yattım.”
Elbette bunun sebebi de bellidir. Nefis, bir işe tam onlara yönelince beden mülkünden gaflet etmekte, duyuları çalışmaz hale gelmekte ve tüm himmeti, tek bir himmet haline dönüşmektedir. Bizler de ilmi tartışmalarda, -Allah bizi yersiz tartışmalardan korusun- orada meydana gelen her şeyden gaflet edecek bir hale geldiğimizi görmekteyiz. Ama ne yazık ki Allah’a ibadet dışında her şeye bütünüyle teveccüh ediyoruz ve bu yüzden de adı geçen hususları imkânsız bir şey gibi görüyoruz.
Velhasıl, kalbin Allah’tan gayrisinden feragati, her ne pahasına olursa olsun insanın elde etmesi gereken önemli işlerden biridir. Bunu elde etmenin yolu da oldukça kolaydır. Bir miktar dikkat ve kontrol ile hâsıl olacak bir şeydir. İnsan bir müddet hayal kuşunun iplerini eline almalı ve daldan dala uçmasını engellemelidir. Bir müddet kontrolden sonra hayal kuşu dizginlenir, çeşitli işlere yönelmekten el çeker ve hayra adet eder hale gelir. “Hayır adettir.” Böylece kalbi huzur içinde Allah’a ve O’na ibadete yönelir.
Bütün bu işlerden en önemlisi de, diğer bütün işlerin hedefi olarak değerlendirilmesi gereken kalp huzurudur. İbadetin ruhu ve hakikati de bu kalp huzuruna bağlıdır. Kalp huzuru olmaksızın hiç bir ibadetin değeri yoktur. Allah tarafından kabul edilmez. Nitekim rivayetlerde yer aldığına göre Hz. İmam Bakır ve Sadık (a.s) Fuzeyl b. Yesar’a şöyle buyurmuşlardır:
“Senin için namazından, sadece kalp huzuru ile kıldığın miktarı vardır. O halde eğer tümünü yanlış kılar veya adabından gaflet edersen, dürülür ve sahibinin yüzüne vurulur.”[7]
Ebu Hamza-i Sumali şöyle diyor:
“Hz. Seccad’ı namaz kılarken gördüm. İmam’ın abası yere düştü. İmam, namazı bitinceye kadar abasını yerden almadı. Namazdan sonra imama bunun nedenini sorunca şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana! Acaba kimin huzurunda olduğumu biliyor musun? Kulun namazından, sadece kalp huzuru ile kıldığın miktarı kabul edilir.” Ben şöyle arz ettim “Fedan olayım! O halde biz helak olduk” İmam şöyle buyurdu: “Hayır, şüphesiz Allah mü’minler için bu eksikliği, nafileleri vasıtasıyla tamamlar.”[8]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri yorgun, uykulu ve dalgın bir halde namaza yaklaşmamalıdır. Zira o aziz ve celil olan Allah’ın huzurunda bulunmaktadır. Şüphesiz kul için namazından, sadece kalbiyle teveccüh ederek kıldığı miktarı vardır.”[9]
Bu konuda birçok hadis vardır. Kalb huzuru ile namaz kılmanın fazileti hakkında da birçok hadis vardır ve biz burada naklettiklerimizle yetiniyoruz. İbret ehli için bu yeterlidir.
İmam Sadık (a.s) Abdullah b. Ya’fur’a şöyle buyurmuştur:
“Ey Abdullah! Namaza veda edecek ve artık namaza dönmeyecek kimse gibi namaz kıl. Daha sonra gözlerini secde yerine dik. Eğer sağ veya solunda birinin olduğunu anlarsan, şüphesiz namazını güzel bir şekilde eda edersin. O halde O’nun seni gördüğü, ama senin kendisini göremediğin kimsenin huzurunda olduğunu bil.”[10]
Hz. İmam Sadık (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ben sizden, farz bir namazı kılınca kalp huzuruyla Allah’a yönelen ve dünya işleriyle kalbini meşgul etmeyen mümin insanı severim. İnsan namazında Allah’a teveccüh ederse, şüphesiz Allah da yüzüyle ona yönelir ve Allah o kulu sevdikten sonra da mü’minlerin kalbini sevgiyle ona yöneltir.”[11]
Şimdi İmam Sadık’ın (a.s) mü’minlere verdiği bu müjdenin ne kadar büyük bir müjde olduğuna bir bak! Ama ne yazık ki bu marifetlerden mahrum olan biz çaresizler, Allah-u Teala’ya teveccühten de mahrumuz, Allah’ın dostluğundan habersiz bulunmaktayız ve de Allah ile dostluğu kullarla olan dostlukla kıyaslıyoruz. Marifet ehli kimseler Hak Teala’nın kendi sevdiği kulları için perdeleri/engelleri ortadan kaldırdığını söylemektedir. Bu hicapların kaldırılmasının ne kerametlerinin olduğunu sadece Allah bilir. Evliyanın emellerinin gayesi ve maksatlarının nihayeti, bu hicaplarının ortadan kaldırılmasıdır. Hz. Ali (a.s) ve masum evlatları Şabaniye Duasında da şöyle demekteler:
“İlahî! Bizlere sana tam olarak yönelmeyi ihsan et, kalp gözlerimizi sana bakmak ile aydınlat ki kalp gözlerimiz nurdan hicapları yırtsın ve azamet madenine bağlansın. Ruhlarımız mukaddes izzetine asılı kalsın.”[12]
Allahım! Evliyanın istediği bu kalp basiretinin nuraniyeti ve bu nuraniyet sebebiyle sana ulaşmayı istedikleri basiret nedir? İlahî! Masum imamların lisanında yaygın olan bu nurdan hicaplar nelerdir? Onların hedefinin nihayeti olan bu azamet ve celal madeni ile mukaddes izzet ve kemal nedir? Biz bunun ilmî derkinden bile mahrumuz. Nerede kaldı ki tatma veya şuhud mertebesine ulaşalım! İlahî! Biz kara günlerin siyah yüzlü insanlarıyız. Yiyecek, uyku, buğz, ve şehvet dışında bir şey bilmiyoruz. Bunlar dışında başka bir şey de öğrenmek istemiyoruz. Sen bizlere lütfunla teveccüh et, bizleri uykudan uyandır ve bu sarhoşluktan ayılt.
Özetle, ehli olana, bütün ömrünü ilahî muhabbet ve teveccühü elde etme yolunda sarf etmesi için bu bir hadis de yeterlidir; ama bizim gibi bu meydanların ehli olmayan insanlar, bununla yetinmez başka hadislere başvururlar.
Sevab’ul A’mal kitabının yazarı kendi senediyle bizzat işitenden naklen İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu yazmaktadır:
“Ne dediğini bildiği halde iki rekât namaz kılan kimsenin, namazı bittikten sonra Allah-u Teâla bütün günahlarını affeder.”[13]
Hakeza Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür ile kılınan iki rekât namaz, bir gece boyunca yapılan ibadetten daha hayırlıdır.”[14]
[1] Bir şeyle uğraşmaktan ve bir işten çekilme, huzur, istirahat (Müt.)
[2] Furu-i Kafi, c. 3, s. 296, Kitab’us-Salat, Bab-u Men Hafeze ala salatihi ev zeyyeêha, 7. hadis
[3] Furu-i Kafi, c. 3, s. 270, Kitab’us-Salat, Bab-u Men Hafeze ala salatihi ev zeyyeêha, 15. hadis
[4] Keşf’ul Mehecce, s. 31, 48. fasıl
[5] İmam Bakır (a.s), babasının namazı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin (a.s) gece ve gündüz, bin rekat namaz kılıyordu. Rüzgar onu, bir başak gibi salıyordu. Onun beşyüz hurma ağacı vardı. Her hurma ağacının altında iki rekat namaz kılıyordu. Namaza durunca rengi soluyordu. Padişah karşısında duran bir köle gibi duruyor, bedeninin organları Allah korkusundan titriyordu. Namazla vedalaşan ve artık bir daha namaz kılamayacağını gören bir kimse gibi namaz kılıyordu.” (Bihar’ul-Envar, c. 46, s. 80, Tarih-u Seyyid’is-Sacidin, 5. bab, 75. hadis)
[6] Cami’us Saadat, c. 1, s. 328
[7] Furu-i Kafi, c. 3, s. 363, Kitab’us-Salat, Bab-u Ma Yukbelu min Salat’is-Sahi, 4. hadis
[8] Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 688, Kitab’us-Salat, 3. bab, Ebvab-u Ef’ali’is-Salat, 6. hadis
[9] Hisal, s. 613, Bab’ul-Vahid ile’l-Mie, 10. hadis ve Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 687, Kitab’us-Salat, Ebvab-u Ef’al’is-Salat’dan 3. bab, 4. hadis
[10] Sevab’ul-A’mal ve İkab’ul-A’mal, s. 57, Sevab’us-Salat, 2. hadis ve Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 685, Kitab’us-Salat, Ebvab-u Ef’al’is-Salat’dan 2. bab, 5. hadis
[11] Sevab’ul-A’mal ve İkab’ul-A’mal, s. 163, Sevab’ul-Vera’ ve’z-Zuhd ve İkbal ilallah, 1. hadis ve Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 686, Kitab’us-Salat, Ebvab-u Ef’al’is-Salat’dan 2. bab, 6. hadis
[12] Münacat-i Şabaniye’den bir bölüm. Bihar’ul-Envar, c. 91, s. 97-99, Kitab’uz-Zikr ve’d-Dua, 32. bab, 12. hadis; İkbal’ul-A’mal, A’mal-i Mah-i Şa’ban ve Misbah’ul-Mutecehhid ve Silah’ul-Muteabbid, s. 374
[13] Sevab’ul-A’mal ve İkab’ul-A’mal, s. 67, Sevab-u Men Sella Rek’eteyn Ye’lemu ma Yekulu fihima, 1. hadis ve Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 686, Kitab’us-Salat, Ebvab-u Ef’al’is-Salat’dan 3. bab, 2. hadis
[14] Sevab’ul-A’mal ve İkab’ul-A’mal, Sevab-u Men Sella Rek’eteyn hafifeteyn fi Tefekkur, s. 67-68, 1. hadis ve Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 688, Kitab’us-Salat, Ebvab-u Ef’al’is-Salat’dan 3. bab, 5. hadis