.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla
Allah’ın yarattığı kullarına karşı şefkatli ve sevgi dolu olmak; Peygamberlerin, İmamların ve iyi insanların en belirgin özelliğidir. Kur’ân’ın buyurduğuna göre ilahi insan, yolunu kaybetmişler için kimsenin düşünemeyeceği kadar üzülmektedirler. Allah dostları suyun kenarında susuzluktan kıvranan insanları gördükçe rahatsız oluyorlardı ve onların hidayeti için dua ediyorlardı.
Toplumun yoldan çıkmışlığı ve hak yolu bırakarak batıl uçurumuna doğru gitmeleri, o büyük insanların yüreklerindeki bir dertti. İslam peygamberi, cahil, yolunu kaybetmiş, günahkâr insanları gördükçe sağlığını tehlikeye atacak kadar üzülmekte idi. Bunun üzerine yüce Allah, Peygamberine şöyle teselli verdi:
“Ey Muhammed!) Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin!”[1]
“(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!”[2]
Bu özellik ilahi önderlerde olmadığı sürece, derin anlamıyla rehberlik uygulanamaz. İmam Hüseyin (a.s) peygamberlik ağacının meyvesidir, Peygamber’in canının bir parçası, o Peygamber’den Peygamber de ondandır. Bunu Resulullah şöyle buyurmuştur:
“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.”
O Peygamber’in (s.a.a) bütün mükemmelliklerinin varisi, onun faziletlerinin göstergesidir. Peygamber’in rahmet şelalesi, Hüseyin’in (a.s) doruklarından akmaktadır. İşte bu yüzden İmam, ömrünün hiçbir döneminde ve özellikle de kutsal kıyamı boyunca bir an bile olsun insanların hidayetinden, onları doğru yola getirmekten geri durmadı; hatta kan emici, acımasız düşmanlarına bile durmaksızın nasihat etti.
Bu ilahi rehberin sözleri, düşmanlarının iyiliğini istemesinin bir belgesidir.
İmam Hüseyin (a.s) önünü kesen binlerce kişilik düşman ordusuna, çocuklara dahi su vermeyen ve bir işaretle savaşa başlayacak olan bu zalim topluluğa gene de bıkmadan öğütler veriyordu. Onların gürültü yapıp, ıslık çalmalarına karşın, derin manalar içeren uzun hutbeler okuyordu. Bu konuşmalarında düşmanlıkların sonucunu, ihanetlerinin nedenini ve gerçekleri anlatmaya çalışmıştır. Belki biri cehennemden kurtulur ve saadete ulaşır diye.
Hatta küfür ordusunun en acımasız başları olan Ömer b. Sa’d ve Şimr’e bile nasihatte bulunuyordu. Aşura günü iki ordunun arasında, Ömer b. Sa’d’la yaptığı görüşmede ona şöyle buyurmuştur:
– Vay olsun sana ey Sa’d’ın oğlu! O’na döneceğin Allah’tan hiç mi korkmuyorsun? Kimin evladı olduğumu bildiğin halde yine de benimle savaşmaya mı geldin? Bırak bu topluluğu, Allah’a yaklaşmak istiyorsan benimle ol. Ömer b. Sa’d şöyle dedi:
– Evimi yakmalarından korkuyorum. İmam buyurdu:
– Ben onu senin için yeniden inşa ederim. Ömer b. Sa’d:
– Bütün malımı mülkümü ve topraklarımı elimden almalarından korkuyorum. İmam buyurdu:
– Ben Hicaz’da olan varlığından daha iyisini sana veririm. Ömer b. Sa’d:
– Karıma, çocuklarıma bir zarar gelmesinden korkuyorum.
Burada İmam artık sustu, hiçbir şey söylemedi, nasıl da kendisini dünyaya satmış, cehennem ateşine karşılık Hüseyin’in (a.s) kanı peşinde koşan birisiyle karşı karşıya olduğunu gördü.
İmam Hüseyin’in (a.s) buyurmuş olduğu bütün konuşma ve nasihatlerde iki hedef bulunmakta idi:
1. Düşmana hiçbir özür ve bahane bırakmamak için hücceti tamamlamak.
2. Hur b. Yezid gibi, kalbinde Ehlibeyt sevgisini bulunduranların hidayet olmaları.
İmam’ın, bütün bu telaşları küfür ordusundaki birkaç kişinin kalbine etki etti ve düşman saflarından ayrılarak İmam’a katıldılar.
İşte bu, zalim ve cinayetkâr düşmanın karşısında bile sevgi gösteren İmam’ın onları ne kadar düşündüğüdür. Bu Fatıma evladının en hassas zamanlarda bile, bütün zorluklara göğüs gererek Allah’ın çizdiği doğrultuda ilerleyişidir.
[1] Kehf, 6.
[2] Şuara, 3.