.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
İnsan Suresindeki Ehlibeyt’le İlgili Ayetin Nuzul Zamanı
Şia ve Ehl-i Sünnet tarihçi, muhaddis ve müfessirlerinin çoğuna göre İnsan Sûresinin “Ona ihtiyaçları olduğu halde...” âyeti ve arkasından gelen birkaç âyet Resulullah’ın (s.a.a) itreti, yani İmam Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in (a.s) hakkında nazil olmuştur. Âyet, İmam Ali (a.s) ve Hz. Fatıma’nın (s.a) iki oğlu Hasan ve Hüseyin’in (a.s) şifa bulmaları için adadıkları adağı yerine getirdikten sonra Zilhicce ayında nazil olmuştur.
Adağın nasıl yapıldığı ve Ehl-i Beyt’in yiyeceklerini fakire, yetime ve esire nasıl verdiği hakkında iki nakil vardır:
1- Meşhur Nakil
İbn Abbas “Ona ihtiyaçları olduğu halde...”[1] âyeti hakkında şöyle diyor: İmam Hasan ve Hüseyin (a.s) öylesine ağır hastalanmışlardı ki aralarında Ebu Bekir ve Ömer’in de olduğu Peygamber’in (s.a.a) bütün ashabı onların ziyaretine gitti ve “Ey Ebu’l-Hasan! Allah için adak adarsan iyi olur.” dediler. İmam Ali (a.s) de dedi ki: “Nezrediyorum, eğer Allah, peygamberi Muhammed’in (s.a.a) iki torununa şifa verirse üç gün oruç tutacağım. “ Bunu duyan Fatıma da: “Dediğin şey Allah için benim de üzerime olsun.” dedi. Hasan ve Hüseyin (a.s) de bunu duyunca dediler ki: “Ey baba! Dediğin şey Allah için bizim üzerimize de olsun.” Allah onlara şifa verdi. Onlar da üç gün oruç tuttular.[2] Hasan ve Hüseyin (a.s) şifa bulduktan sonra Hz. Ali (a.s), Yahudi komşusu Şem’un’un evine gitti. Şem’un ona bir miktar yünü eğirmesi karşılığında üç sa‘ (yaklaşık 9 kg.) arpa borç olarak verdi. Hz. Zehra (s.a) arpayı öğütüp beş kişinin iftarı için ekmek hazırladı.[3] Hz. Ali (a.s) akşam namazından sonra eve geldi. Daha iftara başlamamışlardı ki bir fakir geldi ve “Ben Müslüman fakirlerden biriyim! Bana yiyecek verin, Allah da size cennet yiyeceklerinden versin. “ diye seslendi. İmam Ali (a.s) ekmeğini ona verdi. Fatıma (s.a), Hasan ve Hüseyin (a.s) ve Fizze de Ona bakıp ekmeklerini fakire verdiler ve iftarlarını suyla açtılar. İkinci gün oruç tutmaya devam ettiler. Hz. Fatıma (s.a) iftar için yine ekmek hazırladı. İftar zamanı kapı çalındı: “Selam olun size ey Peygamberin Ehl-i Beyti ve risaletin madeni! Ben Müslüman bir yetimim. Bana yiyecek verin.” Herkes kendi ekmeğini verdi ve suyla iftarlarını açtılar. Üçüncü gün de iftar edecekleri zaman kapı çalındı ve bir esir: “Ben bir esirim, açım, bana yiyecek verin.” diye onlardan yiyecek istedi.[4] Yine hepsi (beş kişi) ekmeklerini verdiler ve açlığa sabrettiler.
Dördüncü gün İmam Ali, Hasan ve Hüseyin’in elinden tutarak, açlığın verdiği zaaftan titrer vaziyette Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına vardılar. Allah Resulü (s.a.a) onların bu halini görünce çok üzüldü. Onlara “Kalkın Fatıma’nın evine gidelim.” diye buyurdu. Eve geldiklerinde Fatıma’nın (s.a) mihrabında ibadetle meşgul olduğunu, açlıktan titrediğini, mübarek karnının beline yapıştığını ve gözlerinin çöktüğünü gördüler. Resulullah, İtret’inin bu durumunu görünce “Allah’ım! İtretim açlıktan ölüyorlar.” diyerek yardım istedi. Cebrail geldi ve “Adaklarını yerine getirirler” âyetiyle başlayıp “Şüphesiz bu size bir mükâfattır ve çabanız makbuldür.”[5]e kadar olan âyetleri nazil etti.[6]
2- Meşhur Olmayan Nakil
Diğer bir nakile göre Hz. Zehra (s.a) iftar için bir miktar yemek hazırlamıştı. İftar zamanı bir fakir gelip yemek istedi. Hz. Ali (a.s) yemeğin üçte birini ona verdi. Sonra yetim geldi. Ona da yemeğin bir kısmını verdi. Ardından esir geldi. Yemeğin geri kalan kısmını da ona verdi. Onların üçü de aynı akşam geldi. Yemek üçe bölünerek onlara verildi. İmam Ali (a.s) ve ailesi de suyla iftar ettiler. Bunun üzerine “Şüphesiz bu size bir mükâfattır ve çabanız makbuldür.” âyetleri nazil oldu.
Belirtmek gerekir ki bu büyük mükâfatlar çaba, mücadele ve takvanın neticesidir. Müminler de ihlasla, yalnızca Allah rızası için iş yaparlarsa çabalarının ve zahmetlerinin karşılığı Allah katında olacaktır.[7]
- - - - - - - - - -
[1] İnsan, 8.
[2] Caferî, Yakup, Simayı Ali (a.s) der Kur’an, Kum, 1. Baskı, h.ş. 1381.
[3] Bir nakile göre Fizze de onlar gibi adak adamıştı.
[4] Nüzul sebebine göre iftar zamanı bir esir de Hz. Ali’nin (a.s) kapısına geldi. Burada akıllara “O dönemde esirler hapiste değiller miydi? “ diye bir soru gelebilir. Cevap şudur: Peygamber’in (s.a.a) zamanında kesinlikle zindan yoktu. Peygamberimiz esirleri Müslümanların arasında bölüştürür, onlara teslim eder ve “Onlara sahip çıkın ve iyilikte bulunun. “ diye buyururdu. Onları doyuracak bir şeyleri olmadığında başka Müslümanlardan yardım ister, yardım almak için onları kendileriyle beraber hatta yalnız başlarına diğer Müslümanların yanına gönderirlerdi. Çünkü Müslümanlar o dönemde maddî açıdan sıkıntı içindeydiler. İslam devleti büyüdüğünde esirler, hatta suçlular çoğalınca zindanlar yapılmaya başlandı. Esirlerin ve suçluların geçimi de beytulmalden karşılanıyordu. (Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c.25, s.354, Daru’l-Kutubu’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1374.)
[5] İnsan, 7-22.
[6] Emin, Seyyide Nusret, Mahzenu’l-İrfan der Tefsir-i Kur’an, c.14, s.237-239, Nehzet-i Zenan-ı Müselman, Tahran, h.ş. 1361.
[7] Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c.35, s.243, 25. Bab, Muessesetu’l-Vefa, Beyrut, h.k. 1409.