Katlanabilir kamp sandalyesini çimenlerin üzerine yerleştirdikten sonra terliklerini çıkarıp bir kenara koydu. Toprağa basmak oldu olası hep huzur vermişti ona. Hava nispeten sıcaktı ama poyraz bu ısıyı kırıp ortalığı serinletmeye yetiyordu. Okumaya başladı kitabını kaldığı yerden. Geceden bu yana altmış sahifesini anlaya anlaya okumuştu.
‘Tohum’ diye yazıyordu paragrafın başında. Kestane rengi ile şekilsiz bir yapıya sahipti. İçi cevherlerle dolu, açığa çıkmadığı halde renkli ve kokulu olduğu bilinen bir gül tohumu. Taş gibi sert lakin merhametle toprağa bırakıldığında kadife gibi yumuşacık yaprakları olacak bir tohum..
Cana gelmesi için toprağa, suya, güneşe, havaya ve aya ihtiyaç duyan çetin bir tohum. Ama imkânlar sunulduğunda tüm göz alıcı renkleri, yumuşacık yaprakları ve mest eden kokusuyla nazenin bir gül goncası..
Taştan kadifeye dönüşen bu gizemli ve güzel serüven tüm insanlar için aynı değil miydi? Özümüz bir tohum misaliydi hâlbuki. Gül tohumunda olan potansiyel bizlerde de vardı. Gizemliydi insanoğlu. Keşfedilmeyi bekleyen bir gizemdi bu.
Sosyal bir varlık olan insanın, hayatın çeşitli evrelerinde toprağa, güneşe, havaya ve suya benzeyen kimseler çıkar karşısına. Hepsinden yeteri kadar ve güzelce yararlandığı takdirde sert kabuğunu çatlatır ve filizlenmeye başlar. Ama bunlardan yalnızca birisine takılıp kaldığında gelişemez, hastalanır. Çok fazla güneşe ilgi duyarsa kısa zaman içerisinde yaprakları kurumaya, toprağı çatlamaya başlar. Hakeza su da bundan farksız değildir; aşırısı yapraklarını sarartır, gövde ve kökünü çürütmeye başlatır..
Doğada denge her şeyden önemlidir. Tüm canlılar için bu böyledir ama varoluşun en dengesiz varlıkları yine bizlerizdir. Takıntılarımız, kuruntularımız, gururumuz, aşırı saplantılarımız tohumu dengeli olan Âdemoğlunun şakülünü kaydırdırır, eksenini bozar. Bu da pesimistliğe neden olur. Çoğu kimse bozulan düzeni için bir başkasını suçlar ki; bu en kolay kaçış yoludur. Kimisi ise içine atar ve patlamalar yaşar.
Bir tesadüf sonucu var olmayan bizlerin en büyük görevi yaşananlardan tecrübe kazanmak olmalıdır. Olumsuz olanları güzelce toprağa gömmek, güzel olanı düşünmek, sıkıntılı durumlarda suçu başkalarına atmak yerine alternatifler üretmek, daha yaşanabilir bir ortam için dayanışma içerisinde olmak en iyisidir.
‘Mahabbet’ karşılıksız en büyük dayanışmadır. Bu bazen iki karşıt cins arasında vuku bulur, bazen müşfik bir dostla yol alır. Ne bir karşılık bekler mahabbet, ne de yarı yolda bırakmak vardır kimyasında. Mahabbet kâh güneş olur, kâh su bazen de hava. Böyle bir dost bulduğunda onu asla bırakma ve sakın ha darlama.
"Bir aceb meydir mahabbet kim içen huşyâr olur." (Aşk öyle acayip bir şaraptır ki ondan içen ayılır.) der Merhum Fuzûlî. Ayılır da kendine gelir. Bunun en güzel hali ise pişmanlıktan önce olanıdır.
Toprağa basmak iyi gelmişti. Ayracını son göz attığı sayfanın arasına koydu ve yavaşça kapadı kitabı. Gökyüzüne baktı sonra. Toprakla gök arasındaki bağı en güzel anlayan oydu..
Mahabbetle..