İstanbul insanın oluşturduğu, Kum ise Allah’ın yarattığı en güzel şehir. Kum’un o dar sokaklarında mistik bir koku vardır, çamurlu yolları sanki ipek kozağıdır. Toprağına her ayak basışımda tarif edilemez bir mutluluk kaplar bütün gönlümü.. Kum Masume’nin şehridir, Kum aşkın, Kum ilim ve irfanın…

Kum şehrinde, laleler diyarında, gönül mabedinde, sarı kubbenin bahçesinde oturmuştum. Okuduğum kitabın satırları arasında kaybolmuş, varlığın ince detaylarında dolaşıp doğumumla başlayan yolculuğun anlamını arıyordum.

Ararken de ürperiyorum, ya hiç çıkamazsam bu arayıştan ve sadece bu arayışla biterse ömrüm. Sanki bir fanusun içinde gibiyim, fanusun camdan duvarları boyalı, dışarıyı göremiyorum, ama var biliyorum, çok daha güzel ve çok daha büyük bir yaşamın olduğunun farkındayım. Keşke çıkabilseydim bu benlik fanusunun içinden ve seyredebilseydim cümle güzellikleri.. Bir yolu olmalı dışarıya çıkmanın, en azından dışarıyı görmenin, seyretmenin bir yolu olmalı diye düşünüyorum.

Beni bu esaretten kurtaracak sanki sihirli bir söze ihtiyacım var!

İşte o esnada birden o sesle irkildim. Ses dediysem, öyle alelade bir melodi değil. Ruhumdaki kan dolaşımını hızlandıran, içime sevinç, kalbime sürur, sadrıma şifa veren, beni memnun ve mesrur eden bir ses. Gayri ihtiyarı başımı kitaptan aldım, duyduğum sesle irkildim kulağıma dokunan bütün sesleri kısarak kendimi o kutlu ezgiye bıraktım. Bir yandan yaşamaya devam ederken diğer yandan hayatın fonundaki sese kulak veriyorum. Ruhumun kıvrımlarına sinen bu melodi sanki ölümsüzlükten bir hayat üflüyor. Beni çağırıyor. Sanki nasıl fanustan kurtulacağımın işaretini veriyor. Hızla ölüme doğru koşan ben-i faniye sevgiliden haber veriyor. İki minareli sarı kubbeden yükselen bu ses, etrafa yayıldıkça dinleyen herkese "kutlu bir varoluş ezgisi" gibi geliyor, bu ses, bütün seslerden üstün duruyor.

Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî,

Kâfi değil sedâna cihân-ı Muhammedî.

 Evet, şehr-i Kum'un göğünü saran sarmaşıklar gibi yükselen ezan, tablonun en güzel motifini oluşturuyor. Hafız'ın şehri şiraz'da bitip Kum'da başlayan, Kum'da bitip İstanbul'da devam eden, sonra Viyana, Kahire, New York'u dolaşan, oralarda da yankı bulan bu ses, bütün insanlığı aynı safta durmaya ve birlikte aynı yöne bakmaya davet ediyor.

Ezan, her sonbahar yaprağını döküp tazelenen ve tekrar dirilen bir çınar gibi… Ezan, insanın imanını günde üç kez tazeleyen bir and gibi… Temenni ve dua gibi… Ezan, inananların ortak türküsü, asırlar ötesinden ümmetiyle bağ kuran Peygamberle buluşturan kudsi bir musiki gibi…

Ezan, en sevilenle konuşmaya çağırıyor herkesi, insanı şefkate, merhamete, affetmeye çağırıyor. Bencillikten fedakârlığa, zayıflıktan kudrete, yoksulluktan varlığa, büyüklükten küçük olmaya ve küçüldükçe anlam kazanmaya… Ezan, yeniden bir başlangıca, yeni açılmış tertemiz bir sayfayı ibadetlerle süslemeye, güzel düşüncelerle anlamlandırıp, yüreğimizden taşan hakikatli duygularla hayatlandırmaya çağırıyor.. Ezan, insanı kul olmaya, kul olup da başka kulluklardan kurtulmaya çağırıyor. Ezan, 'gel' diyor. Ne olursan ol sen yine de gel diyor, "Allah Kerimdir", "Allah büyüktür" diyor.

Misk kokulu Kum şehrinde, sarı kubbenin bahçesinde, güneşin batıp, güvercinlerin duaya durmasıyla okunan ezanla, gurbetin elemi, yaşamı kuşatmış çaresizlikler, yorgunluklar ve kırgınlıklardan uzaklaşıyorum. İdbar ve ikballerle, iniş ve çıkışlarla kavrulan kalbimi okşayan ve asırlar ötesine beni taşıyan bu sesle sanki kendimi Mele-i A'ala'da buluyorum.

Bir ümrân doğuyorken Kâbe rûhundan mülhem;

Bir tuğlalık boşluğa hayal kurmuştu sinem.

Duâlar tutunurken Arş eşiğine bîmecâl; 

Ezanlar yağıyordu göklerden Bilal, Bilal!.

Bu aşk yüklü ezgiyle biran önce, baş döndürücü güzelliğiyle karşımda duran mutluluk ve huzur mabedine girmek istedim. Beni sesleyenin karşısında durmak için.. tüm varlığımla onun önünde saygıyla eğilmek, nefsimin prangalarından kurtulmak ve teşekkür etmek için…

Ne kadar şanslıyım ve ne kadar şanslıdır bu ezan-ı Muhammedîlerle büyüyenler. şükürler olsun ki, artık nice zorluklara katlanarak, sırf bizi ezansız bırakmamak için mücadele eden âlimlerimiz var. Bizler bugün, dünkü ezansız semtlerin çocuklarından verilen kayıpların âh u figanı ile onların nesillerine sahip çıkma istikametinde gözyaşı ve alın teri döken Aşura misyonlu talebelerin / alimlerin varlığıyla müteselli oluyoruz.

Ne zaman ki ezan okundu ister istemez iki şey aklıma gelir; önce Bilal, sonra Aşura günü ok yağmurları altında delik deşik sinelerden hüzünle okunan ezan. Bilal denilince de, akıllara birçok güzellikle birlikte; onun Peygamberimizin (s.a.a) vefatından sonra Medine'den ayrılışı, bir daha ezan okumayışı, yıllar sonra bir gün Medine'ye döndüğünde ise Hz. Fatıma'nın ısrarına dayanamayarak okuduğu ezan akla gelir.

Lakin Aşura gününde okunan o ezan olmasaydı, şimdi Bilal'ın ezanı da olmazdı. Hüseyin'in ashabı, kanları pahasına, "Benim mesajım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır" buyuran Allah Resulü'nün (s.a.a) bu müjdeli mesajını cihanın dört bir yanına taşımak için ağır bir yükün altına girmişler, yollara düşmüşlerdi. şimdi ise ahirzaman Habipleri, Hürleri, Züheyr ve Avnları, Bilal'ın on dört asır önce Medine'de okumaya başladığı ezanı bugün bütün cihan coğrafyasında zamanın ruhunu yansıtan nefesleri, sözleri ve fiilleriyle tamamlamaya çalışıyorlar.

Evet, ezan Hakk'a çağrıdır, Hüseyin mesajı da hakka çağrıydı, o hâlde gözlerinin yaşını ve alınlarının terini döken ilim talipleri de insanlığı hakikate çağırmakla "ezan ve Aşura mesajı"nı ifa etmektedirler. Onlar, ezanla büyümüş nesillerdir; ezansız semtlerin halklarını secdegâha çağırırlar; bütün insanlığı camiye, mescide, namazgâha, seccadeye ve ibadete davet eden, Bilallerin günümüz izdüşümleridir. Onlar ezanlı semtleri Fatıma'nın Bilal'den istediği son ezana, Aliyen Veliyullaha ve öz Muhammedi İslam'a davet edenlerdir.

Yine de yürekler mahzun, gözler ağlamalı, zira bütün yeryüzü Allah'ın bir mülkü olduğu hâlde, neden O'nu hatırlatan bu ezanlar sadece Kum'da, İstanbul'da ve diğer İslâm topraklarında yankılanıyor?!..

Lakin Yusuf-u Zehra akla gelince bu sefer yürek sevinçle doluyor, bekleyin ezana hasret ülkeler, şehirler ve köyler.. Hiç ezan sesi duymamış dağlar, ovalar, yaylalar, vadiler, ağaçlar, hayvanlar bekleyin ki bir gün diriliş olacak ve takdiri ilahiyle tüm âlemde Bilal-i ezanlar aşikâr olacak. Kulaklar ezan-ı Muhammedî, kalpler de sevda-i sibti Muhammedî ile dolacak.

Bilalî billûr sedan, bedeni bürür ezan, 

Yere göğe diriliş, zamana mühür ezan.

Seherde Davudî ses sarar semaları, 

Güllere şebnem olur, bülbüle nalân ezan.

Gün ortasında susuz, çatlamış dudaklara,

Serin selviden sâki, cennetten zemzem ezan.

Akşamlar lâle lâle alevlendi ufukta, 

'Ah' lı aşk ateşimi nur olup yaktın ezan.