Bu dünya imtihan dünyasıdır. Kadın-erkek, siyah-beyaz, işçi-işveren, memur-amir, müslüman-kâfir, âlim-cemaat, kısaca bütün insanlar imtihan olmaktadırlar. Herkesin imtihanı farklıdır. Âlimlerin imtihanı ise daha farklıdır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de özelde âlimlere/hocalara ve genelde bütün Müslümanlara Bel’am örneğini verip şöyle buyurmaktadır:
وَ اتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْناهُ آياتِنا فَانْسَلَخَ مِنْها فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطانُ فَكانَ مِنَ الْغاوِينَ.[1]
"Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini onlara oku. Ancak o onlardan ayrıldı. Şeytan da onu (kendisine) tabi kıldı ve azgınlardan oldu."
Rabbimiz, bu ayette, İsrailoğullarıyla ilgili bir konudan söz ediyor. Söz konusu olan kişi bir âlim, bir bilgin, bir abit idi. Toplumun önderi ve lideri konumundaydı. Bazı rivayetlere göre, adı Bel’am-ı Baura idi. Allah-u Teâlâ ona ayetler, ilimler, bilgiler öğretmişti. Bundan dolayı iman edenler safında yer alıyordu. Ancak o Allah’ın ayetlerine, emirlerine ve yasaklarına önem vermemeye başladı. Yavaş yavaş onlardan ayrıldı ve uzaklaştı. Şeytan aslında ondan ümidini kesmiş bir halde idi. Fakat bu durumunu görünce ona yaklaştı ve vesvese vermeye başladı. Sonunda onu kendisine tabi, izleyici, itaat edici karar kıldı. Bu yüzden her konuda şeytanı takip etmeye başladı ve neticede azgın kişilerden oldu.
1- İmam Muhammed Bakır (s) şöyle buyurmuştur:
“Ayette sözü edilen kişi, Bel’am'dır. Fakat Allah onu, kıble ehlinden nefsini Allah'ın hidayetine tercih eden herkes için örnek göstermiştir.”[2]
Bel’am örneği genelde bütün Müslümanlar ve özelde ise âlimler/hocalar için örnektir. Çünkü Bel’am başlangıçta iman etmişti ve Allah’ın ayetlerini öğrenmişti. Ancak nefsine, şeytana, dünyaya, mevkie, makama, paraya uyarak imtihanı kaybetti. Bu durum genelde bütün Müslümanların başına gelebilir. Ancak özelde âlimlerin ve hocaların başına da gelebilir. Zira o âlim ve hoca idi. Sıradan birinin ayağının kayması kötüdür, ancak bir âlimin ayağının kayması ise çok daha kötüdür. Bu bakımdan çok dikkatli olmak, Allah’tan yardım istemek ve “Rabbim! Akibetimi hayırlı kıl” diye sürekli dua etmek gerekir.
2- İmam Ali Rıza (s) şöyle buyurmuştur:
“Bel’am-ı Baura'ya İsm-i A'zam'ın bilgisi verilmişti. O bununla dua ediyor ve duası kabul ediliyordu. Sonra Firavun'un yakınları arasına katıldı. Firavun, Musa ile arkadaşlarının peşlerine düşünce Bel’am'a, “Musa ile arkadaşlarına beddua et de tuzağımıza düşsünler.” dedi. Bunun üzerine Bel’am, Musa'yı aramak üzere eşeğine bindi. Fakat hayvan adım atmaya yanaşmadı. Bunun üzerine Bel’am hayvanı dövmeye başladı. O sırada Allah'ın izni ile dile gelen hayvan, “Yazıklar olsun sana! Niye beni dövüyorsun? Allah'ın peygamberine ve mümin bir topluluğa beddua etmeye giderken seninle birlikte gelmemi mi istiyorsun?” dedi. Bu sözleri işitince hayvanı döve döve öldürdü. Bunun üzerine İsm-i A'zam dilinden alındı. İşte “Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini onlara oku. Ancak o onlardan ayrıldı. Şeytan da onu (kendisine) tabi kıldı ve azgınlardan oldu…”[3] ayetlerinde bu adamın hikâyesi anlatılıyor. Bu hikâye, Allah'ın verdiği bir örnektir.”[4]
Bel’am’a iman, ahlak ve İsm-i A'zam'ın bilgisi verilmişti. Dua ettiği zaman duası kabul ediliyordu. Toplumun seçkin kişilerinden ve kanaat önderlerinden olmuştu. Bu yüzden Firavun’unun dikkatini çekti. Sarayına çağırdı. Bel’am onun yanına gitti. Buraya kadar bir sorun yoktu. Çünkü Firavun’un sarayına Hz. Musa ve Hz. Harun da gitmişlerdi. Ancak Bel’am Firavun’un sarayına gitmekle kalmadı, bir de onun zulmünü onayladı, onun taraftarlığına soyundu ve Hz. Musa’ya düşman oldu. Hz. Musa Allah’ın resulü, nebisi, halifesi, dostu idi. Mazlumların, mustazafların, yalın ayaklıların, sömürülenlerin, köleleştirilenlerin, suçsuz yere öldürülenlerin, zulme uğrayanların önderi ve savunucusu idi. Firavun ise zalimlerin, katilerin, sömürücülerin, emperyalistlerin, hırsızların önderi idi. Bel’am Firavun’un zulmünü kabul etti, onun yanında yer aldı ve Hz. Musa’ya düşman oldu. Hz. Musa’ya düşman olduğu için Allah’a da düşman olmuş oldu. Bu yüzden hem dünyası hem de ahireti hüsrana uğradı.
Günümüzdeki âlimlerin ve hocaların en çok dikkat etmesi gereken nokta işte burasıdır. Bütün ibadetlerinin kabul şartı işte bu noktadır. Zira günümüzün Firavun’u ve Yezid’i büyük şeytan Amerika Birleşik Devletleridir. Bu yüzden bir taraftan zamanımızın Firavun’u ve Yezid’i olan büyük şeytan Amerika Birleşik Devletlerine ve onun yandaşlarının zulümlerine itiraz etmek gerekir. Diğer taraftan da zamanımızda Hz. Musa ve Hz. Hüseyin gibi iman eden, ahlaklı olan, emperyalizmle ve Siyonizmle mücadele eden, mazlumları ve mustazafları savunan, bütün zalimlerin karşısında direnen velayet ve imamet cephesinin yanında yer almak gerekir. Aksi takdirde Bel’am durumuna düşülmüş demektir. Nitekim günümüzde bu duruma düşen birçok hoca bulunmaktadır. Böyleleri Bel’am’ın Firavun’a dua etmesi ve Hz. Musa’ya beddua etmesi gibi, Amerika’ya dua etmekte ve direniş cephesine de beddua etmektedirler… Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınırız.
Zulümden Uzak Durmak Gerekir
Diğer bir konu ise ister bir kurum tarafından olsun ister bir insan tarafından olsun zulme itiraz edilmesi gerekir. Dille, elle, kalple ondan uzak olunduğu açıklanmalıdır. Zira Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَ لا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَ ما لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِياءَ ثُمَّ لا تُنْصَرُونَ.[5]
“Zulüm eden kişilere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’ın dışından velileriniz yoktur, sonra yardım görmezsiniz.”
Yukarıdaki Ayetten Çıkarımlar:
1- Zulüm eden kişilerin zulümlerini tasdik etmek ve kabul etmek onlara eğilim göstermektir. Dolayısıyla kim böyle yaparsa ateş ona dokunacaktır.
2- Zulüm eden kişilerin zulümleri karşısında sessiz kalmak onlara eğilim göstermektir. Dolayısıyla kim böyle yaparsa ateş ona da dokunacaktır.
3- Zalimlere destek vermek büyük günahlardandır, çünkü ayette ateş vaat ediliyor.
4- Ayet-i kerimede “zulüm sisteminde çalışılamaz veya zalimlerle çalışılmaz” diye bir şey söylemiyor. Dolayısıyla zalimin zulmünü kabul etmediğimiz ve zulme karşı olduğumuz sürece bir sıkıntı yoktur.
5- Anlaşılan o ki İstanbul Pendik’deki Caferî camisini halk yaptırmıştır. Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bağımsızdır. Diyanetin veya müftülüğün oranın cemaatinin çoğunluğunun kabulü olmadan oraya imam ataması hukukî, dinî, ahlakî, insanî değildir. Bu bir gasptır. Bu bir zulümdür. Bu nedenle Diyanetin yaptığı bu zulmü şiddetle kınıyoruz.
6- Meşhur bir hadiste, “Cihadın en faziletlisi zalim yönetici karşısında adaleti dile getirmektir” buyrulur.[6] Bu bakımdan hem Devlet Kurumlarından hem de Diyanet İşleri Başkanlığından adaleti yerine getirmelerini bekliyoruz.
7- Belki bazıları yazımı kendi yanlış düşünceleri ve davranışları için kullanmak isteyebilirler. Bendeniz bu tür kişilerden beriyim.
8- Eğer Diyanet İşlerinden bendenize her hangi bir camide resmî ve kadrolu olarak namaz kıldırmam için teklif gelse dahi kabul etmeyeceğimi şimdiden bildirmek isterim.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.
[1] Araf 7/175.
[2]Tefsiri el-Mizan: 8/487 (Türkçe)
[3] Araf 7/175.
[4]Tefsiri el-Mizan: 8/484 (Türkçe)
[5] Hud 11/113.
[6] Çağrıcı, Mustafa, “Zulüm” DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi); Müsned, III, 19, 61; IV, 314, 315; Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 13.