Ehlader Araştırma Bölümü
Sünnette gulüvvun ölçüsünü ifade eden bazı rivayetler şöyledir:
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
قال علی :ایّاکم والغلو فینا قولو انّا عبید مربوبون وقولوا فی فضلنا ما شئتم .
“Bizim hakkımızda gulüv etmekten kaçının. Bizim terbiye edilmiş kullar olduğumuzu söyleyin ve bizim faziletimiz hakkında istediğinizi söyleyin.”[1]
İmam Ali’den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
وعنه قال :لاتتجاوزوا بنا العبودیّة ثم قولوا ماشئتم ولن تبلغوا وایّاکم والغلوّ کغلوّ النصاری فانّی بریء من الغالین .
“Bizi ubudiyetten/kulluktan öteye geçirmeyin; sonra istediğinizi (fazileti) söyleyin, asla ulaşamayacaksınız. Nasara’nın yaptığı gibi gulüv yapmaktan kaçının; zira ben gulüv edenlerden beriyim.”[2]
İmam Ali’nin (a.s) “istediğinizi (fazileti) söyleyin, asla ulaşamayacaksınız” sözü üzerinde düşünmek gerekir. Bu sözden anlaşılan o ki: Ehlibeyt’in sahip olduğu makamlar insanların tasavvur ettiğinin çok üstündedir ve akıllar oraya ulaşamaz.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bir adam Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna gelip “Selam sana ey Rabbim” dedi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: Sana ne oluyor, Allah sana lanet etsin? Benim de rabbim, senin de rabbin Allah’tır. Şunu iyi bil; Allah’a yemin olsun ki seni hep savaşta korkak ve barışta alçak biri olarak tanımışımdır.”[3]
Rabbi tarafından “Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” diye ahlakı övülmüş olan Peygamberimiz (s.a.a) görüldüğü gibi kendisini “Rab” diye nitelendiren adamı lanetliyor ve normal şartlarda bir müminin kusurlarını ve ayıplarını zikretmek asla caiz olmadığı halde onun kusurlarını zikrediyor. Peygamber’in böyle bir tepki göstermesinin tek sebebi vardır, o da şudur: Peygamber bu adamın Hz. İsa’nın kavmi arasında olduğu gibi İslam ümmeti içinde sapkınlık ve fitne çıkarmasından korkmuştur.
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
“Allah’tan sakının ve sakın herhangi bir insan sizi kandırmasın, sakın herhangi bir insan sizi yalana düşürmesin. Muhakkak ki benim dinim tek dindir, o da Allah’ın razı olduğu Âdem’in dinidir. Şüphesiz ben yaratılmış bir kulum. Kendi nefsim için Allah’ın dilemesi dışında hiçbir yarar ve hiçbir zarara malik değilim. Ben ancak Allah’ın istediği şeyi isterim.”[4]
Yine o Hazretin Kamil Temmar’a şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Ey Kamil! Bizim katına döneceğimiz bir Rab olduğuna karar verdikten sonra hakkımızda istediğinizi (fazileti) söyleyin.”[5]
Ebu Basir’den şöyle nakledilmiştir:
İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: “Ey Eba Muhammed! Ben, bizim rabler olduğumuzu zanneden kimseden beriyim. Dedim: Allah ondan beri olsun. Bunun üzerine İmam buyurdu: Ben, bizim peygamberler olduğumuzu zanneden kimseden beriyim. Dedim: Allah ondan beri olsun.”[6]
Cafer b. Beşir El-Hazzaz, İsmail b. Abdulaziz’den şöyle nakletmiştir:
İmam Sadık (a.s) buyurdu: “Ey İsmail! Benim için tuvalete su bırak. İsmail diyor: Bunun üzerine ayağa kalktım ve onun için su bıraktım. Hazret içeri girdiğinde ben kendi kendime şöyle dedim: Ben onun hakkında şunu, bunu söylüyorum; oysaki o tuvalete giriyor ve abdest alıyor. İsmail diyor: Ben böyle düşünürken çok geçmeden dışarı çıktı ve şöyle buyurdu: Ey İsmail! Binayı taşıyacağı gücün üzerinde yükseltme, sonra çöküverir! Bizi yaratılmış mahlûklar olarak kabul edin ve hakkımızda istediğinizi (fazileti) söyleyin, asla (gerçek faziletimize) ulaşamayacaksınız.”[7]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim Emiru’l-Muminin’i (a.s) ubudiyetin/kulluğun ötesine geçirirse muhakkak ki o, kendisine gazap olunmuş kimselerden ve sapkınlardandır."[8]
İmam Mehdi (a.f), Muhammed b. Ali b. Hilal el-Kerehi’ye şöyle buyurdu:
Ey Muhammed b. Ali! Allah insanların nitelediği vasıflardan yücedir ve her türlü övgü onadır. Bizler ‘O’nun ilminin ve kudretinin ortakları değiliz. Aksine gaybı O’ndan başkası bilmez. Nitekim şanı yüce Allah kitabında şöyle buyurmuştur:
De ki: "Allah'tan başka gökte ve yerde kimse gaybı (gizli olanı) bilmez ve onlar ne zaman dirileceklerinden de haberdar değiller."[9]
Ben ve benim günlerime varıncaya, asrımın sonuna dek daha önce gelmiş ilk babalarım, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve diğer peygamberler ve sonraki babalarım Allah’ın resulü Muhammed, Ali b. Ebutalib, Hasan, Hüseyin ve onlardan başka geçmiş diğer imamlar hepimiz Allah’ın kullarıyız. Allah şöyle buyurur:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, onun için zor bir hayat vardır ve kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz.”
“Rabbim! Gören biri olduğum hâlde niçin beni kör olarak haşrettin?” der..
(Allah,) “İşte böyledir. Bizim ayetlerimiz sana geldi, ancak sen onları unuttun. Bugün de sen unutulacaksın” der.[10]
Ey Muhammed b. Ali! Şia’nın cahilleri ve ahmakları ile dini sivrisineğin kanadından daha hafif olan kimseler bize eziyet etmişlerdir. Ben kendisinden başka ilah bulunmayan, buna şahit olarak kendisinin yettiği Allah’ı, Resulü Muhammed’i, meleklerini, peygamberlerini, veli kullarını, seni ve bu yazımı duyacak olan herkesi şahit tutarak diyorum ki: Ben “bizim gaybı bildiğimize, Allah ile onun mülküne ortak olduğumuza ya da Allah’ın bizi yerleştirdiği (ve bizim için razı olduğu) ve bizim onun için yaratıldığımız yerden başka bir yerde olduğumuza inanan veyahut bizim hakkımızda yazımın başında sana açıkladıklarımın ötesine geçen kimseden Allah’a ve resulüne doğru beriyim. Sizi şahit tutarak diyorum ki: Bizim teberri ettiğimiz kimseden Allah, melekleri, peygamberleri ve veli kulları da beraat etmiş, uzaklaşmıştır. Bu yazıda geçen tutanak senin boynunda ve onu işiten herkesin boynunda, dostlarımızdan ve Şialarımızdan gizlememesi yönünde bir emanettir; böylece bu tutanak tüm dostlarımıza aşikar olmalıdır. Umulur ki bu vesileyle Allah onları düzeltir ve Allah’ın hak dinine dönerek sonucunu bilmedikleri ve nihayetine varamayacakları şeyden vazgeçerler. Benim yazımı anladığı halde emrettiğim ve yasakladığım şeye dönmeyen kimseye Allah’ın laneti ve zikrettiğim salih kullarının laneti olsun.”
Elbette burada bir nükteyi dikkate almamız gerekir, o da şudur: Bu yüce tevkide reddedilen gaybi ilim, Gulat’ın iddia ettiği Allah’tan bağımsız olarak imamların gaybı bildikleri yönündeki iddialarıdır. Nitekim bununla ilgili açıklama onların diğer kerametleri konusunda daha önce ifade edildi. Kur’an’da onların gaybı bildikleri konusuna şu ayette işaret edilmiştir:
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِنْ رَسُولٍ
“O, görülmeyenleri (gaybı) bilir; gaybından kimseyi haberdar kılmaz. Fakat razı olduğu peygamberler bunun dışındadır.”[11]
Dolayısıyla gayb ilminin onlar için sabit olduğunda hiç şüphe yoktur. Zira peygamberler ve vasilerin mucizelerinin en temel konusu gayba dair verdikleri haberler olmuştur. Burada nefyedilen şey ilham ve ilahî vahiy olmaksızın müstakil şekilde gaybı bilmek, ispat olunan şeyse onlara Yüce Allah’tan gelen ilham ve vahiy vasıtasıyla gaybı bilmeleridir. Şu halde sakın gaflete düşüp bu tür rivayetlerle onları cahil insanlar durumuna düşürmeye çalışan kimselerin sözüne kanmayın. Hayır, onlar Allah’ın mukarreb kulları ve kendilerinden razı olarak gaybı bildirdiği insanların en kâmil mısdaklarıdır; insanlardan hiç kimse onlarla mukayese edilmez. Allah’ın salat-u selamları hepsinin üzerine olsun.
Getirdiğimiz tüm ayet ve rivayetlerden anlaşıldığına göre şirk ve küfürden daha çirkin sayılmış olan gulüvvun ölçü ve kıstası şudur: Melekler, insanlar veya cinlerden biri hakkında onun Allah, rab, mabud ve ilah olduğuna inanmak veya onu Allah’ın kudret ve ilmine ortak saymaktır veyahut Allah’tan başkasına ibadet etmeyi – hangi delil ve tasavvura dayandırılırsa fark etmez – caiz saymaktır. Fakat kullarından birine Allah katından şefaat konusunda izin verilmişse veya Yüce Allah ona vahiyde bulunmak suretiyle bazı ilimleri açıklamışsa ya da ona belli ölçüde kudret vermişse; dolayısıyla O’nun izni dâhilinde Allah’ın şanına layık olan bazı konuları biliyorsa ve bazı işleri yapıyorsa bunda herhangi bir beis yoktur, bunun gulüvle de hiçbir alakası yoktur. Nitekim peygamberler, melekler ve evliyalarda durum bu şekildedir.
Şu halde Yüce Allah’ın bazı sıfatları ve isimlerinin O’nun iradesi ile Tur-i Sina gibi bir yerdeki bir ağaç üzerinde zahir olması ve Musa’nın ondan Allah’ın şu sözünü duyması: “Muhakkak ki ben Allah’ım, şu halde çarığını çıkar…” veya Meryem oğlu İsa’nın nefesindeki etki veya Hz. Muhammed’in (s.a.a) eliyle gerçekleşen işler veya onun vasisi Hz. Ali’nin (a.s) veyahut diğer peygamberler, imamlar ve evliyaların eliyle gerçekleşen işler; hatta ne peygamber ne de vasi olmayan Asif b. Berhiya’nın Allah’ın fazlı, izni ve bereketiyle yaptığı şey asla gulüv değildir. Onların hepsi de Allah’a kulluklarını ikrar etmiş, O’na itaat konusunda sonuna kadar direnmiş ve Allah’ın düşmanlarından teberri etmişlerdir. Bunu kabul etmekle bunlardan birinin rab, ilah ve mabud olduğunu kabul etmek arasında çok derin bir fark vardır. Mesela Meryem oğlu İsa veya Uzeyr ya da Ali hakkında bu iddiada bulunulmuştur. Bu gulüvdur ama birinci sözde gulüv yoktur. Masumiyeti kabul etmek guüv değildir. Çünkü masumiyete Yüce Allah’ın şu sözüyle Kur’an’da işaret edilmiştir:
كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
“İşte böyle ondan kötülük ve rezilliği uzaklaştırmak istedik. O bizim ihlasa eriştirilmiş kullarımızdandır.”[12]
Allah’ın kullarından birinin Allah’ın fazlı, ihsanı ve ikramı ile gayba dair bazı konuları bildiğine inanmak da gulüv değildir. Onun Ruh’ul-Kudus’la desteklendiği ve Rabbinin burhanını gördüğü için hata ve yanlış yapmaması veya Allah’ın izni ve bereketi ile hastalara şifa vermesi veyahut Allah’ın izni ve ruhsatı ile Allah katında şefaat etmesine inanmak gulüv değildir. Aksine bunlar caizdir ve vuku bulmuş hakikatlerdir.
Dolayısıyla Şeyh Saduk’un ezanda üçüncü şahadete ilişkin sözü veya Peygamber’in hata yapmadığına inanan ya da imamlar hakkında mucize ve kerametlere inanan kimsenin gulüv ettiği yönündeki sözü batıl olup gulüv kelimesinin lügat ve ıstılahta ne anlama geldiğini düşünmemesinden kaynaklanmıştır. Çünkü imam, peygamber ve velinin haddini belirlemeden önce birine imam veya peygamber ya da veli hakkında haddi aştığı isnadında bulunmak doğru değildir. Biz Kur’an ayetleri ve hadisler ışığında haddi belirledik. Dolayısıyla söylediklerimizde en ufak bir şüphe yoktur. Dolayısıyla bunları anlayıp ganimet saymak gerekir.