.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Çağdaş Müslüman aydınlardan bir grup, imanı ümit, aşk, istikrar ve huzur bulma, cezbeye kapılma ve dinî tecrübe kategorisinde görmektedir. İman “Allah’la meczupça bir rüya” veya “hitap eden bir merkeze cezbolmak veya eğilmek ya da zihinsel aidiyet”tir.[1] İman, mümin kişinin bütün bir varlığıyla tutulduğu bir tür âşık olmaktır.[2] İman, hakikat sesinin peşinden koşmak veya huzursuzluğu aramak ve huzuru bulmaktır.[3]
Bu görüş, imanı sırf tecrübeyle ilgili ve kişisel bir şey yaparak itibarını ve akılcı oluşunun değerini düşürür. Hâlbuki iman izah edilebilir olduğundan epistemik ve akılcı bir izah içermelidir. Yani insan, bilgi ve delille bir şeye iman etmelidir. Bu tür yorumların temel sorunu, imanın hakikatini idrak etmek için onun sadece boyutlarından veya sonuçlarından birini dikkate alıp sonra onu imanın hakikati olarak göz önünde bulundurmasıdır. Oysa bir şeyin hakikati, onun bazı boyutları veya sonuçlarından başkadır. Buna göre iman ve dinî inanç, sırf tecrübe veya hissetmeyi aşmaktadır. Dinî inançlar, delillendirmeye dayalı inançlar kategorisindendir. Bütün kelamcılar ve İslam felsefecilerinin çabası, dinin asli öğretileri ve önermeleri için mantıksal-çıkarımsal bir açıklama ortaya koymaktır. Çünkü dinin özüne ilişkin inançlar, yani dinin usülü, taabbüdle ilgili inançlardan öncedir. Bu yüzden bütün din uzmanları ve müçtehidler, dinin usülünün taklitle ve bilinçsizce değil, araştırma ve delille kabul edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.[4] Kur’an da dinin aslî inançları ve itikatla ilgili konularda taklidin reddedildiğine dikkat çekmektedir:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّٰهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine tabi olun.’ dendiğinde derler ki: ‘Hayır, aksine babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tabi oluruz.’ Babaları hiçbir şeyi idrak edememiş ve doğru yolu bulamamış olsa da mı [yine de tabi olunmaya layıktır]?”[5]
Elbette imanın kalbe yerleşmesinden ve onun gereğiyle amel ettikten sonra kendine has manevî sonuçlar, bereketler ve tecrübeler insana nasip olur. Bunların arasında umut, vuslat şevki, özgürlük ve hürriyet, Allah’a itaat ve teslimiyet, Allah’a aidiyet ve bağlılık, dinî ve irfanî tecrübeler, Allah’a güvenme ve ruhsal huzur bulma ve iç tatmini vardır. Bütün bunlar, hakiki dindarlık ve dosdoğru iman ışığında elde edilir ve kesin olarak herkes daha fazla çaba ve gayretle, daha üstün bilgi ve ihlasla, imanın, etkileri daha devamlı ve daha dikkat çekici olacak bazı mertebelerine erişebilir. Bu kişilerin bariz örneği peygamberler, evliyalar, onların ashabı ve yârânıdır. Asr-ı saadette Selman, Ebuzer, Mikdad, Uveys Karanî, Meysem Temmar vs. gibi müminler ve mücahitlerin, yani Allah Resulü’nün ashabının hayatına bakıldığında, dosdoğru imanın, onları nasıl vefalı, itaatkâr, ümitvar, âşık, Allah’ın fazlına bağlı, saf irfanî ve dinî tecrübelerin sahibi ve ehl-i yakîn yaptığı görülecektir. Bütün bu özellikler, hakiki imanın sonuçlarındandır.
Bir hadiste şöyle nakledilmeltedir:
Bir sabah Peygamber-i Ekrem (saa), Hârise isimli bir gençle (başka bir nakle göre o kişi Zeyd idi) karşılaştı. Dalgın görünüyordu. Gözleri yuvalarına çökmüş ve sıradışı bir haldeydi. Peygamber (s.a.a) gence buyurdu ki: “Nasılsın?” Arzetti ki: “Ehl-i yakîn olarak sabahladım.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yakîn kazandığının alameti nedir?” Dedi ki: “Geceleri uyanığım ve münacatla geçiriyorum. Gündüzleri de oruç tutuyorum.” Peygamber buyurdu ki: “Daha fazlasını anlat. Başka alametlerin var mı?” Şöyle arzetti: “Ya Rasulullah, şu an öyle yakîn halindeyim ki adeta cennetin nağmelerini ve cehennemin inlemelerini kulaklarımla işitiyor, gözlerimle görüyorum. İzin verseniz şimdi ashabınızdan hangisinin cennetlik, hangisinin de cehennemlik olduğunu anlatabilirim.” Peygamber (s.a.a), “Sükût et.” dedi.
Mevlana bu hadisin manasını şiire dökmüştür:
Dedi ki Peygamber bir sabah Zeyd’e
Halin nasıldır ey vefalı dost
Dedi ki, ikna olmuş bir kul olarak, bu kez dedi ki
Nerede alameti iman bağından, eğer şaştıysan
Dedi ki, susuz kaldım gündüzleri
Gece ise uyumadım aşk ve ateşten
Dedi ki, bu yoldan neler getirdin
Bu diyarın anlayış ve akıllarına yarar
Dedi ki, ahali nasıl görüyorsa semayı
Ben de öyle görüyorum arşı arştakilerle
Yedi cehennem yedi cennet gözümün önünde
Şamanın önünde duran put gibi
Hemen şimdi anlatayım mı, yoksa nefesimi yutkunayım mı?
Dudağını ısırdı Mustafa, yani “kâfi”
* * *
Bütün bu aktarılanlardan anlaşılan odur ki, Müslüman âlimler imanın hakikatini anlama konusunda bir tek görüşte değildirler. Şia ulemasının çoğu imanı kalple tasdik ve kabul kategorisinde kabul eder. Kalpte yer tutmuş olan inanç, imandır. Bunun da icabı amel, dille ikrar ve umut, aşk, dinî tecrübelere sahip olmaktır. Şimdi bu görüşleri inceleyerek, Kur’an’ın iman hakkındaki görüşünü araştırmak üzere Allah’ın kitabının peşine düşeceğiz.
- - - - - - - - - - - - -
[1] Şebisterî, İman ve Âzâdî, s. 32 ve 42.
[2] Surûş, Ferbihter ez İdeoloji, s. 160.
[3] Melikiyan, “Deviden der Peyy-i Âvâz-i Hakikat”, Kiyân, sayı 52.
[4] Musevî Humeynî (rh), Ruhullah, Tavzihu’l-Mesail, mesele 1. Hazret-i İmam bu meselede şöyle yazar: “Müslümanın dinin usülüne akidesi delil üzerinden olmalıdır. Fakat dinin zaruriyatı dışındaki ahkamda ya hükümleri delilden çıkaracak müçtehid olmalı, ya da bir müçtehidi taklid etmelidir. Yani onun talimatıyla hareket etmeli veya ihtiyat yoluyla, ödevini yerine getirdiğinden emin olacak şekilde vazifesiyle amel etmelidir.”
[5] Bakara 170.