Ortadoğu ve kuzey Afrika'da başlayan halkların İslamî Uyanış'ı (bazılarının tabiriyle Arap baharı) Kapitalist Emperyalizmi derinden endişelendirdi. Firavunun büyücüleri göreve çağırdığı gibi büyük şeytan ABD de müttefikleriyle yoğun diplomasi ve istişareler yaparak bölgedeki halk hareketlerini çalmaya yönelik stratejiler geliştirmeye başladı.
Öncelikle müstekbirlerin vurucu gücü olan NATO devreye girip Libya'da yeni bir savaş başlattı; ama uyanışı engelleyemediği gibi ona ivme kazandırdı. Bu defa yıllardır beslediği tekfirci grupları Suriye üzerine yoğun bir şekilde salıp lojistik ve diplomatik destek vererek kardeş savaşına öncülük etmeye başladı.
Tam hedefe ulaşıyoruz derken Ortadoğu dengelerine her zaman ağır etkisi olan Hizbullah İsrail saldırılarına karşı “buradayım” diyerek NATO'nun çarkına çomak soktu ve NATO sahaya sürdüğü stratejik müttefikini yarı yolda bırakarak diplomatik savaş sürdüreceğini ortaya koydu.
Türk yetkililer baştan beri doğru okuyamadıkları Ortadoğu labirentinde bir kez daha kayboldu. Müttefikleri ve dost zannettikleri Katar ve Suud tarafından da yalnız bırakıldığının hıncını Hizbullah'tan çıkarmaya yöneldi. Böylece mezhepçi tutumunu daha katılaştırarak 3. Köprüye de Yavuz adını verdi. Bu isimlendirme zihinsel arka planda Ortadoğu'ya mezhepçi politika geliştirileceği sinyalini vermekle birlikte 25 milyonu aşkın kendi vatandaşını da derinden yaralamıştır. Tam da alevi toplumu tarih içinde yaşadığı travmayı AKP ile geride bırakıyor hüsn-ü zannı içine girmişken.
Birçok hizmete imza atmış hükümet övgüleri de hak ediyor ama bilinmeli ki hizmet sadece refah değil, insan onuru her şeyden daha değerlidir. Bütün bunlara rağmen bu süreci iyi yönetemeyen hükümet İran, Irak, Suriye ve Hizbullah'ı Ortadoğu'nun sorunu olarak göstermeye çalıştı aynı ABD ve İsrail gibi. Ne var ki hükümetin özellikle Başbakan'ın tepeden bakma, bencil davranışları, alaycı ve kavgacı yapısı halk içinde birikmiş volkanın patlamasına sebep oldu. Halk, Başbakan'ın stresini almak için onu Gezi'ye davet etti. Biraz gezip tozmasını ve Gezi'yi dinlemesini ve dinlenmesini istedi. Pirince giderken bulgurdan olma durumu meydana gelmişti.
Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına model olma arzusu bir başka bahara kalmış Katar ve Suud rejimleri Türkiye demokrasisiyle dalga geçmeye başladılar. Silahsız ve barışçıl gösterilere çapulcu ve illegal örgütler denilmeye başlandı. Böylece iki yıldır Suriye'de silahlı teröristlere halk diyen politika bu “gezi” de iflas etti.
Beşşar Esad'ı demokrasi ve reforma davet argümanı ellerinden alındı.
Bir başka husus kendi halkının haklı veya haksız taleplerini dile getirmelerini faiz lobisi, Batı dünyası ve İsrail'le kısacası klişeleşmiş dış mihraklarla ilintilendirdi. Bu da AKP'nin halkın partisi olmaktan çıkıp statükoya yerleştiğini göstermekle birlikte Suriye'de ve model olmak istediği ülkelerde oluşturmaya çalıştığı meşruiyetin ne kadar kötü ve öcü bir şey olduğunu kanıtladı.
Gezi'yle ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri ise dünya basının olayları çarpıtmakla suçlamak ve düşmanca tavır içinde olduklarını söylemektir. Medya başka ülkeleri özellikle Suriye olaylarını herkesin yalan olduğunu bildiği oyunlar üzerinden yürütmesini alkışlayan hükümet bumerangın kendisine döndüğünü de fark etmiş olmalıdır. Başbakanın “Gezi olaylarında İsrail parmağı var” dediği gün İsrail istihbarat şefinin Türk mitiyle görüşme yapması da gözlerden kaçacak bir komedya değildir.
Özet olarak Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu Gezi'yle anlamış olmalı ki 50% ye sahip olmak önemli başarı olmakla beraber ona meşruiyet kazandırmaz, 100% ün çimentosu olması gerekir. Her kesimin inanç, fikir ve yaşam özgürlüğünün garantörü ve komşularının samimi dostu olmalıdır.
NATO gidici ama komşu kalıcıdır. Bu hakikatleri hükümetin anlaması gerektiği kadar medya, özellikle çıkarcı muhafazakâr yazar ve düşünürler de anlamalıdır.
Ülkemizin her zaman baharda yaşaması, birlik, beraberlik ve kardeşliğin kazanması umuduyla..