.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Herbert Samuel isimli İngiliz Yahudi’si, Siyonist kurumların propaganda çalışmaları neticesinde İngiltere kabinesi tarafından ilk Filistin sivil yöneticisi olarak 1922 yılında atandı. Yahudilerin Filistin’e göçü, manda yönetimi sırasında gittikçe hız kazandı. Siyonistlerin Yahudi nüfusunun çoğalmasını hızlandırmasının temel nedeni Filistin’in Yahudiler açısından ulusal bir yurt olduğunu dünya kamuoyuna ilan etmekti. Filistin’e yapılan göçü organize eden kurum ise 1929 yılında yeniden örgütlenen 1896’da Basel’de kurulan Dünya Siyonist Örgütü çatısı altında faaliyet gösteren Yahudi Ajansı’ydı.[1]
İlk iki Aliyah (göç) I. Dünya Savaşı’ndan önce gerçekleşti. Birinci Aliyah 1882-1903, ikinci Aliyah 1904-1914 yılları arasında gerçekleşti. Manda öncesi dönemde daha çok toprak satın alma yoluyla bölgeye birçok Yahudi yerleşti. 1845 yılında Filistin’deki Yahudi sayısı tahmini 12.000 iken 1882’de bu sayı 24.000 çıktı.
Bu ilk yerleşimciler genellikle Musevilik açısından kutsal sayılan Kudüs, Safat (Safad), Halilürrahman (Hebron) ve Tabarya (Tiberya) civarına geldiler.[2] İkinci Aliyah ile 1895’de 47.000 olan Yahudi nüfusu 1914’de 85.000’e ulaştı.[3]
Aliyahların üçüncüsü ise 1919-1923 yılları arasında gerçekleşti. Bu süreç birçok Yahudi kurumunun faaliyete geçtiği zaman dilimini de içermekteydi. Göçler neticesinde çoğu Doğu Avrupa’dan gelen 35.101 Yahudi Filistin’e yerleşti. Bu süreçte yerleşen Yahudilerin 29.239’u Eşkenazi, 1675’i Sefarad idi.[4] Göç dağılımı ise yeni yerleşim yeri olan Tel Aviv ve Yafa’da 21.656, Kudüs’te 3.456, Hayfa’da 3.456 kişi şeklinde gerçekleşti.[5]
1922 yılına gelindiğinde Filistin’e düzenlenen Yahudi göç dalgasının üçüncü döneminin de sonuna gelinmekteydi. Filistin’de; 83.790’ı Yahudi yerleşimci, 486.177’si Müslüman, 71.464’ü Hristiyan ve 7.617’si diğer gruplardan olmak üzere toplam 649.048 kişi yaşamaktaydı. Görüldüğü üzere 1870-1922 yılları arasını kapsayan 52 yıllık süreçte Yahudiler genel nüfus içerisindeki sayılarını % 4-5 arasında arttırmıştı.[6]
II. Dünya Savaşı’nın öncesinde Almanya’da Nazi partisi iktidarı döneminde Antisemitizmin artması nedeniyle 1933-1936 yılları arasında Yahudi göçü hızlandı ve Yahudi nüfusu kısa bir sürede iki katına çıktı. İstatistiklerde farklı sayılar verilse de 1932-1939 yılları arasında 200 binden fazla Yahudi Filistin’e göç ettiği söylenebilir.[7]
İngiliz manda yönetimi döneminde Siyonistlerin Yahudileri yoğun bir şekilde vaat edilmiş topraklara göçe teşvik etmesi, bölgede bulunan Arapları rahatsız etmekteydi. Her iki topluluk arasında ciddi çatışmalar yaşanmaktaydı. 1929 ağlama duvarı olayları, 1936 Arap grevi ve 1939 çatışmalarının temelinde bölgeye düzenlenen Yahudi göçleri, Siyonist kurumların artması ve Araplardan toprak satın alınması yatmaktaydı.
İngiltere 1929’dan itibaren yaşananları araştırması için bölgeye komisyonlar gönderdi. 1936 Peel komisyonu, 1937 John Woodhead komisyonu, Macdonald 1939 Beyaz Kâğıdı/kitabı gibi çalışmaların sonuçları sürekli aynı çıkmakta; Yahudi göçlerinin kısıtlanması tavsiye kararları olarak kayıtlara geçmekteydi. II. Dünya Savaşı, İngiltere’nin Filistin konusundaki kararını etkiledi. İngiltere 1947 Şubat ayında Filistin mandasından vazgeçtiğini Birleşmiş Milletler yetkililerine bildirdi. BM, Filistin’de yaşananları araştırması için birçok devletin temsilcilerinden oluşan Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesini (UNSCOP) kurdu.
Filistin Özel Komitesinin tarihte çoğunluk planı olarak bilinen tavsiyelerini Birleşmiş Milletler (BM) 29 Kasım 1947 tarih ve 181 sayılı kararla onayladı. Çoğunluk planı 13 ret ve 11 çekimser oya karşılık 33 oyla kabul edildi. Buna göre kurulacak Arap devleti, Gazze, Nablus, el-Halil, Berşeba’dan oluşacaktı. Yahudi devleti ise, Tel Aviv, Yafa, Hayfa, Necef ve Hule vadilerini içermekteydi. Araplar ve Arap devletleri kendi topraklarında bir Yahudi devletini ön gören BM kararını tanımadılar. Siyonistler ise Yahudi göçüne herhangi bir engel teşkil etmediği için kararı genel anlamda olumlu karşıladı. Her iki topluluk da Kudüs’ün kendisinde olmamasından dolayı haliyle hoşnut değillerdi. İngiliz yetkililer 14 Mayıs 1948’de
Filistin’i terk etti. İngiltere’nin bölgeyi terk etmesinin hemen ardından Yahudi Ajansı14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. İsrail’in ilk devlet başkanı Chaim Weizmann olurken devletin ilk başbakanı Theodore Herzl’in resmi önünde emin eden David Ben Gurion oldu.[8]
İsrail, kurulmasının ardından Arap devletleriyle belirli aralıklarla savaştı. 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982’deki savaşların sonuçları günümüzde barışın önündeki engeller olarak bilinen birçok problemi gün yüzüne çıkardı. 1948-49 savaşı neticesinde İsrail, BM kararlarında Yahudilere ayrılan toprakları %56’dan %80’e çıkardı.
5 Haziran 1967’de başlayan savaş literatürde 6 gün savaşları olarak da isimlendirilmektedir. 10 Mısır havaalanını 2 saat 50 dakikada etkisiz bırakan İsrail, Mısır Hava Kuvvetleri’nin tamamını oluşturan 300 kadar uçağı yerde, kalkabilenleri de havada imha etmiştir. Savaş neticesinde İsrail silahlı kuvvetlerinin altı gün içinde Mısır, Ürdün ve Suriye askeri birliklerini yenilgiye uğrattığı görülmektedir. Bu sayede İsrail sınırlarını Süveyş Kanalı’na, Ürdün ırmağına ve Şam’a 48 km uzaklıktaki Golan Tepeleri’ne kadar genişletmiştir. 1967-1979 yılları arasında Sina Yarımadası İsrail’in işgalinde kalmıştır.[9]
1948 savaşından sonra en büyük Filistinli Arap göçü yaşanmıştır. Günümüzde Filistinli Mülteciler olarak isimlendirilen sorunun temellerinden birisi de bu savaştır. Önemli savaşlardan birisi de 6 Ekim 1973’de yaşanan Yahudi literatüründe Yom Kippur olarak isimlendirilen savaştır. Böyle bir isimlendirme yapılmasının nedeni, savaşın Yahudilerin Yom Kippur bayramına denk gelmesidir. Aynı tarihler Müslümanların Ramazan ayına da denk düşmekteydi. Bu nedenle Ramazan Savaşı olarak da isimlendirilmektedir. Savaşın genişlememesinde Soğuk Savaş yıllarının etkisinden söz etmek mümkündür. ABD’nin direkt İsrail’in yanında müdahil olduğu bir savaştır. Bu tarihten itibaren İsrail’in ABD’nin en yakın müttefiki olduğu daha da netleşmiştir.[10]
Savaşlar sonrasında Arap devletleri Filistin’de tam bir bütünlük gösterememiştir. Ortadoğu’da İsrail’i doğrudan tehdit edebilecek iki devletten birisi olan Mısır ile anlaşılması bölgede yeni düzenin habercisi olacaktır. 1979 Camp David Anlaşması ile varılan uzlaşı sonucu İsrail, Sina Yarımadası’ndan 1982 yılında çekilmiştir. 1993 yılında ise, Soğuk Savaşın sonuna doğru patlak veren İntifada (1987-1993) sonrasında Oslo barış sürecini başlatarak siyasi ve sosyal etkileri günümüze kadar devam eden bir dönemi açmıştır.
İsrail, 1979’da Enver Sedat ile yapılan Camp David Anlaşmasıyla Mısır’ı tehdit olmaktan çıkarmış ve Hüsnü Mübarek ile Mısır’ı kendi açısından bir sorun olmaması için pasif hale getirmişti. Camp David düzeni olarak isimlendirilen bu süreç neticesinde ilk defa bir Arap devleti İsrail’le anlaşma imzalamaktaydı. İsrail ise özellikle Sina ve Gazze şeridini rahatça kontrol edecek mekanizmayı kurmuştur.
Günümüzde Mısır’ın darbeci Abdülfettah Said Hüseyin Halil el-Sisi yönetimi de bu düzeni devam ettirmektedir. Medyada sürekli işitilen “refah sınır kapısı kapatıldı” haberleri bu düzenin devamının en bariz göstergesidir. Günümüzde açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze şeridinin nefes alabilmesinin en kolay yolu olan refah kapısının bir Arap devleti tarafından kapatılması önemlidir. Bu durum Arap devletlerinin Filistin konusunda samimiyetini tartışmaya açmaktadır.
Barış Süreci olarak ele alınan bu dönem birçok sorunu bünyesinde barındırdığından adı ile eş oranlı yürümemektedir. Yani bir yandan barış dillendirilirken diğer yandan İsrail’in orantısız güç kullanarak saldırılar başlattığı bir süreç yaşana gelmektedir. Barış görüşmeleri eşit şartlarda gerçekleşmediği gibi uluslararası arenada devasa bir desteğe sahip olan İsrail ile kendi siyasi varlığını kabul ettirmeye çalışan ve arkasında ciddi bir destekten yoksun olmanın yanında toprakları İsrail işgali altında olan bir yönetim arasında geçmektedir. İsrail kendi kamuoyu ile dünya kamuoyunu istediği gibi yönlendirme kabiliyetine sahipken Filistin tarafı ise siyasi ve coğrafi bölünmüşlüğün getirdiği zorluklarla uğraşmaktadır.
Savaşlar ve barış süreçleri sonucunda Bugün İsrail ile Filistin arasında temel sorunlar incelendiğinde şu ana başlıklar karşımıza çıkmaktadır:
1) Kudüs’ün statüsü.
2) Filistinli Mülteciler sorunu buna bağlı olarak gelişen Yahudi Yerleşimciler sorunu.