.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Dr. Halil İbrahim Haksever
"Gerçek hadîs imiş bu ki hûbun vefâsı yoh
Kim sevdi hûbu kim dedi hûbun cefâsı yoh"
(Nesîmî)
Din ve dinî düşünceden etkilenerek teşekkül etmiş olan eski edebiyatımızda ahlaka ilişkin çokça kullanılan kelimelerden biri de vefadır. Bu kavramların din veya ahlak bahsinde taşıdıkları manaları, divan şairleri biraz farklı ve genişçe yorumlayarak edebiyatımızda kullanmışlar; insan ve hayata dair tespit ve kanaatlerini bu tip dinî-edebî kelimelerle izah etmişlerdir. İlk anlamı sevgi ve dostluğu sürdürmek[1] olan vefa, İslam ahlakında “ahit-vaat” kelimeleriyle ilişkili olarak kullanılır. İnsanın sözünde durması, verdiği söze bağlı kalması (ahde vefa) önemli bir ahlaki prensiptir. Kur’an’a göre ahde vefa, iman ederek Allah ile ahitleşmiş ve bu suretle kendisini sadakat mükellefiyeti altına sokmuş olan müminin ahlaki bir borcudur.[2] İslam ahlakında bir söz verip bunun gereğini yerine getirmek çok önemli ve yapılması şart olan bir davranış olarak görülür.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir şeyi vaat edip yapmamayı münafıklığın alametlerinden saydığını[3] hatırlamak kâfidir. Vefa, vadinden dönmeme manasına geldiği gibi kişiler arasında önceden var olan sevgi ve samimiyetin devam ettirilmesini (sadakat) de gerektirir. Tasavvuf ilminde ise vefa ruhu gafletten uyandırmak, zihni dünya ile meşgul etmemek ve ezelde Allah Teâlâ’ya verilen söze bağlı kalmak gibi manalara gelmektedir.[4] Başta Hz. Peygamber’in hayatı olmak üzere İslam tarihinde sevgi ve kardeşlik duygularıyla dopdolu göz yaşartıcı nice vefa sahneleri yaşanmış, bunlardan edebî metinlere yansıyanlar da olmuştur.
Şiir sanatında kullanılan ahlaki kavramlar ilk manalarını korudukları gibi sonradan kazandıklarıyla da çok geniş anlam hazinesine sahip olmuşlardır. Dinî kaynaklarla çok irtibatlı olan divan şiirinde vefanın en güzel örnekleri, aşklarına ölümüne bağlı olan âşık şairlerde görülür. Sevdiklerinden asla vazgeçmeyen şairler fazlasıyla fedakâr oldukları hâlde, karşıdan aynı davranışı görmeyince şikâyete başlarlar. Şiirlerde vefalı kişilere örnek kendileri iken derdine katlandıkları vefasızlar da vardır. Sevilenin (yâr) sevenini (âşık) unuttuğu varsayımıyla, şairin atıfta bulunduğu ve yokluğuna sitem ettiği duygunun adıdır vefa. Mesela, gazellerde muhayyel sevgilinin âşığına verdiği söz (?) hatırlatılarak insaflı olması istenirken, kelimenin kurgusal bir anlama büründürüldüğü görülür.
Vefayı Unutanlar
Zihnî bir kurgu üzerinden hayata dair tespit ve tasvirlerde bulunan divan şairleri, estetik zevke sahip olmaları yanında, ahlaki düşünce ve davranışları da yaymak, tanıtmak istemişlerdir. Toplumda yaşamasını istedikleri vefa duygusunun azaldığını görüp gerekliliğini savunmuşlar; bunu da temsilî bir vefasız kişi olarak “sevgili” tipi üzerinden ifade etmişlerdir. Bütün âşıkların yaşanan gerçek hayatta hep vefasız olan sevgililere denk geldiklerini düşünemeyeceğimize göre, şairler belki de aşk bahsinin içine katarak, toplumda vefasızlığın çoğaldığını (tabi mübalağa sanatıyla) söylemiş olabilirler. Seven ve sevilen arasında önceden yapılan bir antlaşmaya (!) bağlı kalmayan yâr, âşığın sitemine ve uyarısına muhataptır. Çok sevdiği kişiden beklemediği bir davranışı gören şair, aradaki sevgiye yakışmayan bu davranışa tepki göstererek onu sadakate çağırır ve sözünü tutanların sabah aydınlığı (fecr-i sadık) gibi yüzünün ak olacağını söyler:
Sâdık ol kavlinde sana kimse töhmet etmesin
Yüzi ağ alnı açıkdır subh-veş sâdıkların
(Zâtî)
Şu dünyada verdiği sözü tutmayanlar her zaman olmuştur. Şairlere göre bunlar çok sevilenler (sevgili) olduğundan, uyarı daima onlar hakkındadır. Şair padişah da olsa bu kanaattedir; o da vefa yoksunu sevgili için uyarı yapar:
Va’desine ey gönül dilberlerin aldanma kim
Anların olmaz cihânda ahd ü peymânı dürüst
(Adlî)
Çektiği ayrılık acısını (!) kimselere açamayan Fuzuli de içinde gizlediği derdini sevgiliye söylemesini isteyenlere tereddütlü cevaplar vermiş, vefasızlığını bildiği sevgilinin ona inanmayacağını düşünmüştür:
Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen,
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı?
Hatta hayatta kimden vefa umduysa cefa gördüğünü, tam bir ümitsizlik duygusuyla belirtmiştir:
Vefâ her kimseden kim istedim andan cefâ gördüm
Kimi ki bî-vefâ dünyâda gördüm bî-vefâ gördüm
Hayatı çok güzel ve “doğru” okuyan şairin bu karamsar hâlini sadece “muhayyel” sevgilinin vefasızlığına hamledip şair fantezisi olarak düşünmemeli; gerçek hayatta görülen vefa eksikliğinin, şairin zihin ve hayaline yansıyan iz düşümleri olarak algılamalıdır.
Âşıklar güzellere tutkun oldukları için, en fazla yanıldıkları nokta da onların güzelliğine aldanmalarıdır. Yine Fuzuli der ki:
Ger derse Fuzuli ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâ’ir sözü elbette yalandır
Şairin, sitemini genelleyerek bütün “güzelleri” aynı kefeye koymasının hayattaki karşılığı tartışılabilirse de yaşarken muhtemelen müşahede ettiği bazı olumsuz durumları anlatmaya çalıştığı bir gerçektir. Klasik edebiyatımızda eline kalem alan her şair, sanki sözleşmişcesine vefasız yârdan şikâyet eder. Bunun gerçekte neye tekabül ettiği tam olarak bilinmez ama Fuzuli çok meşhur şu beytinde “dostların pervasız, feleğin merhametsiz, zamanın değişken, düşmanın güçlü, talihinin sönük, derdinin çok, dert ortağının yok” olduğunu söylerken hepten abartmış sayılmamalıdır:
Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli‘ zebûn
Bülbülün de biraz boşuna öttüğünü, çünkü vefasız gülün onu boş yere inlettiğini düşünen bir başka şairin, kendi yazdığı sevgi ve vefa yazılarını hiç kimsenin okuyup dinlemediğini söylemesinde ise epeyce mübalağa bulabiliriz:
Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler
(Kâmî)
İnsan bazen dostundan cefa, başkasından vefa görebilir. Böyle olunca gözü, insanoğluna karşı vefasını ispatlamış başka canlılar arar. Şair de bunu söylemiş:
Ağyâr vefâdan dem urur yâr cefâdan
Âdemde vefâ olmaya vü ola köpekde
(Ruhî)
İnsanoğlunun külliyyen vefasızlığını belirten Bağdatlı Ruhî, sadakatin köpekte aranacağını söylerken çok mu keskin konuşmuş acaba?..
Vefanın olmadığı yerde cefa hükümran olur. Fakat cefa bazan âşığa atâ (ihsan ve iyilik) olarak da sunulur:
Dedim ana ey bî-vefâ nedir bu itdiğin cefâ
Dedi ki bil ey mübtelâ benden sana oldı atâ
(Muhibbî)
Hayattaki misyonlarını çoğu kez “aşk ateşiyle pişmek” olarak gördüğümüz şairlerin bu hâli, Hak Teâlâ’ya tam bir kulluk kıvamına eren bir müminin, O’ndan gelen her “belâ”ya tevekkül edip teslim olma duygusuna ne kadar da benziyor...
Dünya da Vefasızdır
Kurgu üzerinden hayatı tasvir etmeye çalışan divan şairi, hayal kursa da “kendi dili” ile bize bazı hakikatleri fısıldamaktadır. Onun, insanlarda (özellikle sevdiklerinde) yokluğundan yakındığı vefa, hep korunması gereken sevgiyi ve bunun gereği olan daimî alakayı işaret eder. Bu daimî alakada insanların beklentisi ayrılığın hiç olmaması; hoş, güzel ve beğenilen şeylerin hep yanı başımızda bulunmasıdır. Ama ne çare ki hayattaki bütün güzellikler hep geçici ve değişkendir. Kur’an’a göre oyalayıcı, aldatıcı ve esas hedeften uzaklaştırıcı olması, dünya hayatının temel özelliğidir. “...Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.”[5] benzeri pek çok ayetten anlam çıkaran şairlere göre dünyanın kendisi de “geçici, fani” anlamıyla vefasızdır. Âşık rolünü oynayan şairler, sevgilinin kendileriyle alakayı kesmesinden üzüntü (!) duyarak şikâyet şiirleri yazmışlarsa da, vefasız diye nitelenen sadece kişiler değildir. İçinde yaşanılan dünyada da vefanın (iyilik, bağlılık, sadakat vs.) bulunmadığını yazan şair pek de yalancı sayılmaz. Muhayyel sevgiliye vefasız diye sitem eden şair, dünyayı da aynı sıfatla niteliyorsa, o zaman bize “başka bir şey” söylüyor olmalıdır: O’ndan başka her şey fani..[6]
Dünyada vefanın bulunmadığına dair çok sayıda beyit kaleme alınmıştır. Bu tür manzumeler şairlerin şahsi derdini dile getirmekten ziyade, onları bir yanlıştan uzaklaştırma (nehy anil-münker) amacı taşıyor gibidir. Mesela şair, “Cefa çekmek istemiyorsan vefasız dünyanın peşine düşme.” öğüdünü verir:
Ger görmemek dilersen resm-i cefâ Fuzûli
Olma vefâya tâlib dünyâ-yı bî-vefâda
Âlemin cefasından bunalıp mutlu olamamaktan dolayı üzülme der şair. Vefasız dünya bu, böyle gelmiş böyle gider:
Geç gelir tîz geçer deyü safâ çekme keder
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider
(Fâizî)
İnsanlar, fani ve aldatıcı olduğunu bildikleri hâlde dünya ve içindekilerin çekici güzelliğine kanarlar. Şairler de sonradan pişmanlık şiirleri yazarlar. XV. yüzyıl şairi Ahmed Paşa da böyle söyleyenlerden. Fani olan güzellere bel bağlamanın yanlışlığını, “aziz” sandığı bu varlıkların ömür gibi vefasız (geçici, ölümlü) olduğunu nice sonra anladığını belirtmiştir:
Cihân güzelleri hep bî-vefâ imiş bildik
Gönül vefâsıza virmek hatâ imiş bildik
Anı ki cân u cihândan azîz sanırdık
Dirîğ ömr gibi bî-vefâ imiş bildik
Divan şiirinde dünya çoğu kez kötü sıfatlarla anılır. Zahirde güzellik ve cazibesi çoksa da aslında değersiz ve adi olduğu da sıkça dile getirilir. XVI. asrın bürokrat şairi Bakî, alçak dünya (menfaatleri) için alçaklara baş eğmeyeceğini söylerken, dünyaya vefasızlıktan da öte, “aşağı, değersiz” bütün sıfatları da yakıştırmış olmalıdır:
Baş eğmeziz edânîye dünyâ-yı dûn içün
Allah’adır tevekkülümüz i’timâdımız
Kâmil insanlarda bulunduğu düşünülen vefanın, dünyada ve dünyalık insanlarda olmadığına inanıldığından, şiirlerde çoğunlukla vefasız kabul edilen kişiler/varlıklar kötülenmiş, onlardan kaçınılması gerektiği söylenmiştir. Kadir kıymet bilmek vefalı olmanın gereğidir. Duyguları hassas olan şairler, bazen yeterince anlaşılamadıklarını, böylece kıymetlerinin tam olarak bilinmediğini düşünmüşler; çevrelerinde kendilerine karşı bekledikleri vefayı göster(e)meyenlere biraz da kırgın beyitler yazmışlardır. Hayatında ikbal günleri yaşadığı hâlde sonra bunu yitiren Bakî, ancak öldüğünde cenaze namazı kılınırken dostlarının kadrini bileceği öngörüsünde bulunmuştur:
Kadrini seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf
Böylece, sevgi, iyilik, sadakat, minnet duygularıyla iç içe olan vefa kavramı, farklı anlam boyutlarıyla klasik şiirimizde sıkça yer almış, çeşitli yorumlara tabi tutularak hayatı resmetmeye çalışan şairlerin bilgi ve duygu malzemesi olmuştur. Kimisi de kahır ve lütuf duygularıyla gelgitler yaşamaktansa, işleri O’na havale edip tevekkülün mutlu eden limanına sığınmayı yeğlemiştir:
Ne kahrı dest-i a‘dâdan
Ne lütfu âşinâdan bil
Umûrun Hakka tefvîz et
Cenâb-ı Kibriyâdan bil
* * *