.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Bu çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde Ehlibeyt İmamları’nın masumiyetinin Kur’ani delillerinden üçünü açıkladık. Bu bölümde bu konunun diğer delillerini açıklamaya gayret edeceğiz.

4- Doğrularla birlikte olun:

Bu konuda delil olarak zikredebileceğimiz ve bir açıdan Nisa Suresi’ndeki itaat ayetine benzeyen bir diğer delil Tevbe Suresi’nin 119. ayetidir. Ayet şöyledir:

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sadıklarla/doğrularla birlikte olun.”

 

Ayetle ilgili önemli noktalar:

a) Rabbimiz bu ayette müminlere hitap ederek önce onları Allah’tan sakınmaya davet ediyor, ardından doğrularla birlikte olmayı emrediyor. Genelde bu tarz hitap konunun çok önemli ve hassas olduğu yerlerde yapılıyor ki insanlar sorumluluklarına vakıf olsunlar.

b) Ayette “Doğrulardan olun.” demiyor, “Doğrularla birlikte olun.” buyuruyor. Yani doğru olan birileri vardır ki sizin onlardan asla ayrılmamanız gerekir; onlar nereye giderse siz de oraya gitmelisiniz. Yani onlar öncü, siz izleyicisiniz; onlar önder siz takipçisiniz; böyle olmanız gerekir.

c) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu ayet de mutlaklık açısından itaat ayetine benziyor. Orada emir sahiplerine itaat etmeyi emretmiş ve kayıt koymamıştı. Burada ise sadıklarla birlikte olmayı emretmiş ve kayıt koymamıştır. Bu da gösteriyor ki “SADIKLAR” diye vasıflandırdığı kimseler büsbütün sadakattirler.

Arapça lügat açısından da Sadık ve sadk dümdüz anlamına gelir.[1] Örneğin rumhun sadk dümdüz mızrak demektir. Buna göre sadık her yönüyle doğru olanı ifade eder, sadece doğru konuşanı değil.

Dolayısıyla ayette bahsedilen SADIKLAR’da hile hurda, sadakate aykırı bir davranış, günah söz konusu değildir ki peşlerine takılanları da kendileriyle birlikte onlara bulaştırsınlar; onlarda hata bile yoktur ki izleyicilerini yanıltsınlar. Aksi takdirde kayıtsız ve şartsız onlarla birlikte olmayı, onlardan ayrılmamayı ve onları takip etmeyi emretmezdi hikmet ve adalet sahibi Rabbimiz. Bu da masumiyetten başka bir şey değildir. Bu, o kadar açık ve net bir sonuçtur ki inanın biraz düşünen ve birazcık insaf ve izan sahibi olan kimse bunun hakkını teslim eder.

Bu ayetten en azından şunu net bir şekilde anlıyoruz: Müminlerin uyarılarak ve Hak Teâla’dan sakındırılarak daima onlarla birlikte olmaya emredildiği SADIKLAR unvanı altında birileri vardır. Yani kurtuluşun ve ebedi saadetin tek yolu onlardan ayrılmamaktır.

Bunların kimler olduğunu anlamak için diğer ilgili ayet ve hadisleri yan yana getirip birlikte değerlendirmek yeterli olacaktır. Biz de bu ayetlerden ve hadislerden örnekleri sırayla aktardığımızda parçaların nasıl bir araya geldiğini ve ayet ve hadislerin birbirini nasıl açıkladığını ve tamamladığını gözlerinizle göreceksiniz inşallah. Ama özellikle ayetin açıklamasında Şia ve bazı Sünni kaynaklarda nakledilen hadislerden bir iki örnek vermek de faydalı olur diye düşünüyorum.

Örneğin itaat ayetinin tefsirinde de kendisinden bahsettiğimiz meşhur Sünni âlim Hâfız Süleyman Kunduzi “Yenâbü’l-Meveddet” kitabında Selman-ı Farisi’den şöyle nakletmektedir:

 

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sadıklarla/doğrularla birlikte olun.” ayeti nazil olduğunda “Ya Resulallah! Acaba bu ayet genel midir, yoksa özel kişiler hakkında mıdır?” diye sorduğumda şöyle buyurdu: “Emre muhatap olanlar bütün müminlerdir, ama SADIKLAR kardeşim Ali ve kıyamet gününe kadar ondan sonraki vasileridir.”[2]

Yine Sünni müfessir Hâkim Haskâni, Şevâhidü’t-Tenzil isimli tefsir kitabında yukarıdaki ayetin tefsirinde Abdullah b. Ömer’den naklen ayetteki “Sadıklarla birlikte olun.” cümlesinin açıklamasını şöyle nakletmiştir: “Yani Muhammed ve Ehlibeyti’yle birlikte olun.”[3]

5- Hz. İbrahim’in (a.s) imametiyle ilgili ayet:

Ehlibeyt Mektebi’nin Ehlibeyt İmamları’nın masumiyetine delil getirdiği ayetlerden birisi de Bakara Suresi’nin 124. ayetidir.

Ayet şöyledir:

 

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّؕ قَالَ اِنّٖي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًؕ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖيؕ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمٖينَ.

 

“Hani Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle denemiş, o da tam olarak onları yerine getirmişti. (İşte o zaman Allah,) "Ben seni insanlara imam kılacağım." dedi. (İbrahim,) "Benim soyumdan da." dedi. (Allah,) "Benim ahdim (imamet makamı) zalimlere erişmez." dedi.”[4]

Konunun iyi anlaşılabilmesi için ayetle ilgili birkaç noktaya değinmemiz gerekir:

1- Hz. İbrahim’in (as) ismi, Kur'ân-ı Kerim'de 69 yerde geçer ve 25 surede kendisinden söz edilir. Bu ayette ise Hz. İbrahim'in birtakım kelimelerle (imtihanlarla) sınandığını beyan ediyor. Bu kelimeler, ayetler ve hadisler ışığında öncelikle oğlu İsmail'i Allah yolunda kurban etmekle görevlendirilmesi, kavmini hakka çağırmada direnişi, ateşe atılmaya sabretmesi, Allah için putperestlikten el çekmeyen kavmiyle ilişki ve bağlarını koparması, hanımının kıskançlık ve kötü huyuna karşı sabretmesi, eşsiz cömertliği, Allah'ın emriyle ailesini kuru bir çölde yalnız bırakıp ayrılması gibi büyük ve çetin işlerdir.

İşte bu imtihanları hakkıyla tamamladığında onu imamet makamına atadığını beyan ediyor.

2- Bakara Suresi’nin 124. ayeti olan bu ayette imamet için kullanılan tabirin aynısı (karar kılma anlamında ca’l kavramı) En’am Suresi’nin 124. ayetinde nübüvvet ve risalet için de kullanılmıştır.

اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُؕ …

 

“Allah risaletini (elçilik görevini) nereye koyacağını/kimi elçi kılacağını daha iyi bilir…”

 

Yine Bakara suresinin 30. ayetinde Hz. Âdem ile alakalı şöyle buyuruyor:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّٖي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَلٖيفَةًؕ …

 

“Hani Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife CA’L edeceğim/var edeceğim." dedi…”

Yani her üçünde de Rabbimiz “CA’L” kavramını kullanmıştır. Bu da gösteriyor ki nübüvvet ve risalet İlahi bir ahit olduğu gibi, imamette de aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla bu iki görevin ikisi de İlahidir ve bu görevi kime vereceğini o bilir. Bu konuda insanlara herhangi bir yetki ve tasarruf hakkı tanınmamıştır.

Elbette şu gerçeği bilmek gerekir ki peygamber olmak her zaman imam olmayı gerektirmediği gibi imam olmak da her zaman peygamber olmayı gerektirmez. Bu ikisi iki makamdır.  Bazen bir kişide bir araya gelir, bazen de biri olur diğeri olmaz.

3- Hz. İbrahim nebi iken imam seçildi. Zira “İnni cailuke imamen” buyuruyor. Peygamber olmayan kimseye Allah bu şekilde hitap eder mi? Bu vahiy hitabıdır. Demek ki Hz. İbrahim imametle ilgili bu hitaba muhatap olduğunda peygamberdi.

Yine ayet imamet makamının ona çeşitli imtihanlardan sonra verildiğini beyan ediyor. Oysa Hz. İbrahim’in tabi tutulduğu o imtihanların hepsi peygamber iken gerçekleşmişti.

Ayrıca Hz. İbrahim’e zürriyet verilmesi, yaşlandıktan sonraydı. Dolayısıyla “Ve min zürriyeti” tabiri de onun yaşlandıktan ve peygamberliğinden uzun bir zaman geçtikten sonra imamet makamına atandığını gösteriyor. Demek ki bu imametten maksat kesinlikle nübüvvet değildir. Yoksa kazanılmışı yeniden kazanmak olur.

4- Yine ayetteki tabirler bazılarının “Ayetteki imamet tabiri Hz. İbrahim’in insanlara örnek oluşunu ifade ediyor.” sözünü de reddeder. Çünkü Hz. İbrahim’in peygamber olduğu andan beri insanlara örnek olduğu açıktır.

5- Allah-u Teâla bu ayette imameti “ahdullah” (Allah’ın ahdi) olarak niteliyor. Evet, ahdullahtan maksat imamettir, nübüvvet değil. Zira nübüvvet olursa, soruyla cevap arasında uyum olmaz. Hz. İbrahim “Zürriyetime de olsun.” dediğinde peygamberliği mi istiyordu? Böyle olmadığı açıktır. Zira Allah onu imam kıldığını beyan ediyor. O ise “Aynısı zürriyyetim için de olsun.” talebinde bulunuyor. Allah-u Teâla ise “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz.” buyuruyor.

Aynı sözü Fahrettin Razi de Tefsir-i Kebir’inde beyan ediyor.[5]

6- Ayetten istifade edilen ve bizim söz konusu ettiğimiz başka bir husus da, imam olacak kimsenin masum oluşudur.  Fahrettin Razi de bunu aynı adreste itiraf ediyor. Aynı şekilde diğer bir Sünni âlim olan Beyzavi de.

Ayete dikkat ederseniz, Hz. İbrahim, imamet makamına atandığını öğrenince, şöyle arzetti: “Ve min zürriyyeti.” (Benim neslimden de bu makama erişenler olsun.) Hak Teâla ise şöyle cevap verdi: “Lâ yenâlu ahdi ez-zalimin.” (Benim ahdim zalimlere ulaşmaz.) Yukarıda Allah’ın ahdinden maksadın imamet olduğunu açıklamıştık.

Çünkü bazılarının iddia ettiği şekilde imamet değil de nübüvvet olduğunu söylediğimiz takdirde Hz. İbrahim’in talebiyle verilen cevap mutabık olmaz. Çünkü Hz. İbrahim imamet makamına atandığını duyunca, “Zürriyetimden de bu makama ulaşanlar olsun.” talebinde bulunmuştu.

Peki, bu soru ve verilen cevaptan imam olacak kimsenin masum olması gerektiğini nasıl anlıyoruz?

Şöyle ki insanların manevi durumu aklen dört şıktan hariç değildir:

Ya ömrü büsbütün kötülük ve zulümle geçer.

Ya ömrünün ilk bölümü iyi, son bölümü kötülükle geçer.

Ya ömrünün ilk bölümü kötülük, son bölümü iyilikle geçer.

Ya da ömrü büsbütün iyilikle, günahlardan uzak geçer.

Ulü'l-azm bir peygamber olan Hz. İbrahim gibi birisinin, ömrünün hepsinde zalim olan veya ömrünün ilk döneminde iyi ve son döneminde zalim olan kimse için Allah'tan imamet makamını istemesi düşünülemez. Buna göre geriye Hz. İbrahim'in temennisine giren iki şık kalır; yani tüm ömrü boyunca zulümden uzak duran kimse ile ömrünün ilk dönemi zulme bulaşıp sonradan iyi olan kimse. Hz. İbrahim (a.s), soyundan bu iki gruba ilahî bir makam olan imamet makamının verilmesini dilemiş ve Yüce Allah, "Benim ahdim, yani imamet makamı zalimlere erişmez." buyurarak İbrahim'in duasına giren şıklardan ikincisini, yani önceden zalim olup sonradan iyi olanları da eleyerek yalnız ömrü boyunca asla zulme bulaşmamış kimseler hakkında bu dua ve temennisinin kabul olduğunu açıklamıştır. Buna göre imamet makamı, ömrünün bir döneminde puta tapmış olan kimseye erişmez; çünkü puta tapmak, Kur’an’ın ifadesiyle[6] en büyük zulüm olduğundan, bu suçu işleyen kimse, ayette geçen zalimler grubuna girer ve böyle birisi ilahî ahdi taşıma ehliyetini yitirmiş olur. Yine Kur’an birçok ayette günah işleyen kimseleri, kendisine zulmedenler şeklinde niteliyor.[7] Ayette de herhangi bir kayıt söz konusu olmadığı için, her türlü zulme bulaşan kimse zalim kapsamına girmektedir, ister bu zulüm başkasına olsun, ister kendisine.

Böylece bu ayetten İlahi ahit olan imamet makamına ancak ve ancak her türlü zulümden (şirk, kötülük ve günahtan) uzak olanların ulaşabileceğini net bir şekilde anlamaktayız.

* * *

İmamların Masumiyetine Hadislerden Deliller

Yukarıda bazı hadislere münasebetle değindik, ama bu bölümde daha çok müşterek hadislere dayanarak bu konuya ışık tutmaya çalışacağız:

1- Sekaleyn (iki emanet) hadisi:

"Sekaleyn Hadisi" diye meşhur olan hadisinde Yüce Resulullah (saa) şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar, sizin aranızda iki paha biçilmez ve ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta hidayet ve nur vardır ve itretim olan Ehlibeyt’mi. O ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz.” Bazı nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar. Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız." cümleleri de ilave edilmiştir.

  Oldukça meşhur olan ve çeşitli nakilleriyle tevatür derecesine varan bu hadis, muhtelif senetlerle birçok sahabiden nakledilmiştir. Meşhur Ehl-i Sünnet âlimi İbn-i Hacer Mekki bu hadisin 27 senetle nakledildiğini söylemektedir.[8]

 Bu hadisi bazı cüzi farklarla nakleden muteber Sihah ve Sünen kitaplarından sadece birkaçını vermekle yetineceğiz:

Sahih-i Müslim, Bâb-u Fezâil-i Ali (a.s), c. 7, s. 122, Sünen-i Tirmizi, c. 2, s. 308, Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 17, Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, c. 2, s. 148, Hâkim, Müstedrekü’s-Sahihayn, c. 3, s. 109, İbn-i Sa’d, et-Tabakât-ül Kübra, c. 2, s. 194, Suyuti, el-Câmiü’s-Sağır, c. 1, s. 104, Heysemi, Mecmü’z-Zevâid, c. 1, s. 170, Muttaki, Kenzü’l-Ummal, c. 6, s. 309, Suyuti, İhyâü’l-Meyyit, Hadis: 56, İbn-i Hacer, Es-Sevâik-ul Muhrika, s. 141, 143, 148, Sünenü’d-Dârimi, (Kitab-u Fezail-il Kur'an), c. 2, s. 431, İbn-i Esir, Usdü’l-Gâbe, c. 3, s. 92-147, Kunduzi, Yenâbiü’l-Meveddet, s. 36-37-38.

Bu hadis-i şerifin yer aldığı çeşitli kaynakları ve hadisin değişik nakillerindeki cûzî farkları öğrenmek isteyen kardeşlerimiz Ehlibeyt mesajı dergisinin 1., 2. ve 3. sayılarına müracaat edebilirler.

Bu nakillerden anlaşılan şu ki Allah Resulü (s.a.a) bu hadisi, Gadir-i Hum, Cuhfe, Arafat, Taif dönüşü, ölüm döşeğinde yatarken ve birçok diğer yer ve münasebetlerde beyan etmiştir. Bu ise Allah Resulü’nün (saa) bu konuya ve bu ağır ve değerli emanetleri Müslümanlara tanıtmaya ve böylece hücceti herkese tamamlayıp kimseye mazeret ve bahane yeri bırakmamaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Bu mübarek hadis birkaç açıdan Ehlibeyt İmamları’nın masumiyetine delil sayılır:

a) Allah Resulü (s.a.a) Ehlibeyt’ini Kur’an’ın yanına koyarak ikisini birlikte ümmete emanet etmiş ve ikisine birlikte sımsıkı sarılmamızı emretmiştir. Dolayısıyla bu birliktelik bize Kur’an hakkında geçerli olan şeylerin Ehlibeyt hakkında da geçerli olduğunu göstermektedir.

Kur’an ayetleri bize Kur'an'a hiçbir yönden bâtılın yaklaşamayacağını (Fussilet, 42) ve onda herhangi bir eğrilik ve mantıksızlığın söz konusu olamayacağını (Kehf, 1) ve en sağlam/en doğru yola hidayet edeceğini (İsra, 9) beyan ediyor. O halde onunla birlikte ümmette emanet edilen ve ikisine birlikte sarılmamız emredilen Ehlibeyt için de aynı durum söz konusudur. Bu da masumiyetin ta kendisidir. 

Yine ayetler Kur'an’ın kendi içinde asla birbiriyle çelişmediğini ve ayetler arasında herhangi bir ihtilafın söz konusu olmadığını söylüyor. O halde Kur’an ve Ehlibeyt arasında da hiçbir ihtilaf, çelişki ve muhalefet söz konu olmamalıdır. Aksi takdirde onlara birlikte sarılmak ne mümkün olur ne de mantıklı. Bu da yine masumiyetin bir başka ifadesi sayılır.

Yine Ehlibeyt ve Kur’an birbirleriyle ters düşüp çelişselerdi, bu onların birbirlerinden ayrılmaları anlamına gelirdi; oysa Resulullah "Onlar Kevser Havuzu başında bana varıncaya kadar birbirinden asla ayrılmazlar." buyurmaktadır. Bunun sonucu da yine masum olmaktan başka bir şey değildir.

b) Sekaleyn hadisinin Ehlibeyt’in masumiyetine delil oluşunun bir yönü de hadisteki şu Nebevi ifadedir: “O ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz.” Görüldüğü gibi Efendimiz açık açık Ehlibeyt ve Kur’an hakkında garanti veriyor ve onlara sarıldığımız müddetçe asla dalalete düşmeyeceğimize kefil oluyor. Allah ve bu Peygamber aşkına bunun masumiyetten başka bir izahı olabilir mi? Eğer onlarda günah ve hata ihtimali söz konusu olsaydı böyle bir garanti ve kefaletin anlamı olur muydu?!

c) Bu hadisteki bir başka vurgu şudur: Kıyamet günü Ehlibeyt Kur’an gibi "Kevser Havuzu" başında Resulullah'a kavuşacaklardır. Havuz başında Allah Resulü’ne kavuşmak kurtuluşun nişanesidir. Bunun da anlamı şudur: Ehlibeyt’in kendisi oraya varacağı gibi kendilerine uyanları da kesinlikle Kevser başına ulaştıracaktır. Hâlbuki Resulullah'tan nakledilen ve Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim başta olmak üzere birçok hadis kaynağında yer alan birçok hadise göre, ashaptan bir kısmının havuz başında Resulullah'a ulaşmaları önlenip oradan uzaklaştırılacaklardır. İşte bu hadislerden birkaç örnek:

 Allah Resulü’nden (saa) bu konuda şöyle nakledilmiştir:

"Kıyamette havuzun başında durduğum an, bir grupla karşılaşacağım ve onları tanıyacağım; o anda onlarla benim aramdan bir kişi kalkıp onlara ‘Gelin.’ diyecek. Ben ‘Nereye gelsinler?’ diyeceğim. ‘Allah'a and olsun ki cehenneme doğru.’ diyecektir. Ben, ‘Bunlar ne yapmışlar?’ diye soracağım. "Bunlar senden sonra dinden çıkıp cahiliyete döndüler." diyecek. Bunların içerisinden sürüden ayrılıp kendi başına yayılan develer gibi, az bir grup dışında kurtulan olmayacaktır!"

 

Yine şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Ben sizlerden önce havuza varacağım; bana gelen herkes o havuzun suyundan içer ve artık susamaz. Bazı gruplar da bana doğru gelirler ki ben onları tanırım, onlar da beni tanırlar. O arada benimle onların arasına ayrılık düşer. Ben "Bunlar benim ASHABIMDIR!" diye seslenirim. ‘Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun.’ denilir. Bunun üzerine ben de: ‘Benden sonra dinimi değiştirenler uzak olsun; uzak olsun!’ derim." [9]

 

Hadisin bu ifadelerinden de yine bir bakıma masumiyet sonucu çıkar. Çünkü kurtuluş menzili olan Kevser Havuzu başına varıyorsa Ehlibeyt, bu onların ömür boyu dosdoğru bir istikamette (Sırat-ı Müstakim’de) yürüdüklerini ve asla sapmadıklarını ve dolayısıyla da takipçilerini de aynı istikamette yürüterek kurtuluş ve saadet menziline ulaştırdıklarını göstermektedir. Ama Buhari ve Müslim’in hadislerinden de anlaşıldığı üzere başkaları, hatta ashabtan sayılanlar hakkında bile böyle bir garanti söz konusu değildir ve birçokları o menzile varmadan geri çevrileceklerdir.

d) Sekaleyn hadisinin bazı nakillerinde şu ilave de yer almaktadır:

"O ikisinden (Kur'an ve Ehlibeyt’ten) öne geçmeyin, yoksa helak olursunuz; onlardan geride de kalmayın, yoksa helak olursunuz; onlara (Ehlibeyt'e) bir şey öğretmeye kalkışmayın; zira onlar sizden daha bilgilidirler." [10]

 

 Bu ilavenin de ne kadar önemli olduğu ve bunlardan da yine bir şekilde masumiyet sonucu çıkarmanın mümkün olduğunu anlatmaya bile gerek yoktur.

 

Not: Bu kadar meşhur, hatta mütevatir olmasına ve Kütüb-i Sitte’den Sahih-i Müslim, Tirmizi gibi kaynaklarda bile nakledilmesine rağmen, maalesef Ehlibeyt Mektebi’nin dışındaki bir birçok kardeşimiz, bu hadisi bilmez ve “Peygamber’in emanetleri nedir?” diye sorsan, hemen “Kur’an ve Sünnet” diye cevap verirler. Evet, bazı Sünni kaynaklarda böyle bir hadis vardır ama evvela Kütüb-i Sitte’nin hiçbirinde nakledilmemiştir. İmam Malik’in Muvatta’sında senetsiz nakledilmiş ve Beyhaki gibi bazı kaynaklarda ise iki zayıf senetle nakledilmiştir. Bu yüzden sağlamlıkta diğer hadisle kıyas bile edilemez, kaldı ki ona alternatif sayılsın.

Ama buna rağmen faraza iki hadisi de kabul etsek bile bir sorun oluşmaz. Zira bu ikisi yan yana geldiğinde çıkan sonuç şöyle olur: Kur’an ve Sünnet kaynak, Ehlibeyt ise bu kaynaklara ulaşmanın en güvenilir kanalıdır.

2- Masumiyete destek sayabileceğimiz bir hadis de "Sefine (gemi) Hadisi" diye meşhur olan hadistir. Yine müşterek hadislerden sayılan bu mübarek hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

"Benim Ehlibeyt'im Nuh'un gemisine benzer; ona binen kurtulur; ondan geri kalan/ayrılan boğulur, helak olur."[11]

Evet, Nuh’un gemisine binenler boğulmaktan kurtuldukları gibi Ehlibeyt’in gemisine binen, onları kendine kaptan, örnek ve önder edinip onların yolundan, izinden gidenler de dalaletten kurtulacaklardır. Onları bırakıp da başkalarını onlara tercih eden ve o başkalarını kendilerine kaptan, örnek ve önder edinenler de yollarını şaşırıp dalalete düşecek ve saadet menzilinden uzaklaşacaklardır maalesef. Demek ki tıpkı Sekaleyn hadisinde verilen garanti ve kefalet bu hadiste de söz konusudur. Bu da yine masumiyetin bir başka ifadesidir.

Benzer manaları içeren ve artık çok da açıklamaya gerek olmayan aşağıdaki müşterek Nebevi hadislere de dikkatlerinizi çekip konumuzu noktalamak istiyoruz; bu hadisleri de dikkatle okuyan ve üzerinde düşünen birisi Ehlibeyt’i ümmet arasında başkalarından çok farklı özelliklere sahip şahsiyetler olarak bulacaktır ki bu özelliklerin başında da onların daima sıratı müstakimde, hakla beraber, başkalarının hidayet ve kurtuluş vesilesi olduklarını, dolayısıyla da mutahhar ve masum olduklarını fark edecektir. Şimdi herhangi bir dipnot düşmeden sizi bu hadislerle baş başa bırakıyoruz:  

 

3- "Yıldızlar (denizlerde yolunu kaybedenlerin) boğulmaktan emanda kalmalarına (kurtulmalarına) vesiledir; benim Ehlibeyt'im ise ümmetimin ihtilaftan emanda kalmalarına vesiledir. Bu yüzden Arap'tan bir kabile onlarla muhalefet ederse, ihtilafa düşer ve şeytanın hizbinde yer alır."[12]

4- "Benim Ehlibeyt'imi kendi aranızda, vücuttaki baş ve baştaki iki göz gibi kabul edin. (Tabiatı ile) başsız bir beden düşünülemeyeceği gibi, baş da gözler olmadan yolunu bulamaz." [13]

5- "Kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölmek ve benimle Allah'ın hazırladığı üstün cennette kalmak isterse, benden sonra Ali'yi kendine veli kabul etsin; onu sevenleri sevsin; benden sonra Ehlibeyt'ime uysun; zira onlar benim akrabamdırlar. Benim toprağımdan yaratılmışlardır; benim ilmim ve idrak gücüm onlara verilmiştir. Yazıklar olsun ümmetimden onların faziletini yalanlayanlara ve benimle onların arasındaki yakınlığı koparanlara! Allah benim şefaatimi onlara nasip etmesin."[14]

6- "Kim kurtuluş gemisine binmeyi, güvenilir bir kulptan tutmayı ve sağlam bir ipe sarılmayı severse, Ali'yi sevsin; onun düşmanıyla düşman olsun ve onun evladından olan hidayet imamlarına uysun. Zira onlar benim halifelerim, vasilerim ve benden sonra Allah'ın yarattıklarına olan hüccetleri, ümmetimin efendileri ve takvalıları, cennete rehberlik eden kimselerdir. Onların hizbi benim hizbim ve benim hizbim Allah'ın hizbidir; onların düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."[15]

7- "Muhammed'in Ehlibeyt'ini tanımak, (cehennem) ateşinden kurtulmak demektir; Muhammed'in Ehlibeyt'ini sevmek, sırat köprüsünden geçmek demektir ve Muhammed'in Ehlibeyt'inin velayetini kabul etmek azaptan güvende olmak demektir." [16] 

Hz. Ali’nin (as) Masumiyetine Özel Deliller:

Yukarıdakiler genel olarak Ehlibeyt hakkında nakledilen hadislerden örneklerdi. Ama bir de Hz. İmam Ali’nin masumiyetinin açık delili sayılan bazı hadisler de vardır ki onlardan da bir iki tanesini vermemiz konunun tamamlanması için uygun olur inşallah:

1- Resulullah (s.a.a):

 

“Ali hakla beraberdir, hak da Ali’yle; Ali nereye dönerse, hak da o tarafa döner!”

Bu hadis, muhtevaya zarar vermeyecek şekilde cüzi bazı farklılıklarla şu kaynaklarda nakledilmiştir:

İbn-i Kutaybe, el-İmâmetu Ves-Siyâse, c. 1, s. 98, Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 633, Hadis: 3714, Hâkim, el-Müstedreku Ala’s-Sahihayn, c. 3, s. 135, Hadis: 4629, Tabarâni, el-Mu’cemü’l-Evsat, c. 6, s. 95, Hadis: 5906, Beyhaki, el-Mehâsinu Vel-Mesâvi, s. 17, İbn-i Kesir, el-Bidâyetu Ven-Nihâye, c. 7, s. 361, Muttaki, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 642, Hadis: 33124, Fahrettin râzi, Mefâtihü’l-Gayb, c.1, s. 210, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 449, Hadis: 9024.

Kaynaklardan da belli olduğu gibi bu hadis müşterek nakillerdendir ve hem Sünni hem de Şii kaynaklarda nakledilmiştir.

2- Resulullah (s.a.a):

 

“Ali Kur’an ile beraberdir, Kur’an da Ali ile; (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.”

Bu hadis de birçok Sünni kaynakta nakledilmiştir ki biz bu nakillerden iki tariki ve kaynaklarını zikretmekle yetiniyoruz:

Ümmü Seleme annemizin nakli:

Bu nakil Hâkim Nişâburi’nin “el-Müstedreku Ala’s-Sahihayn” kitabında (c. 3, s. 134) nakledilmiştir. Hâkim Nişâburi bu hadisi naklettikten sonra şöyle not düşmüştür: “Bu sahih bir hadistir, ama Buhari ve Müslim kitaplarına almamışlardır.” Bu kitaba haşiye yazan Şemsettin Zehebi de hadisin sahih olduğunu tasdik etmiştir.

Sa’d bin Vakkas’ın nakli:

Bu nakil de İbn-i Asâkir tarafından Tarihu Medinet-i Dimeşk, (c. 20, s. 361) nakledilmiştir. Bu nakildeki senet de birçok Sünni âlim tarafından sahih olarak kabul edilmiştir.

Ayrıca bazı Sünni kaynaklarda birinci ve ikinci hadis tek senetle nakledildiği için, birisi hakkındaki tashih, diğeri için de geçerlidir.

Bu iki hadisin de Hz. Ali’nin masumiyetine delaleti o kadar açık ve nettir ki inanın üzerinde durup açıklama yapmaya hiç gerek yoktur. Çünkü bir kimsenin hak ekseni olması demek, aynı şekilde Kur’an’la ayrılmaz bir bütün olduğunu söylemek, ancak masumiyet olarak adlandırılabilir. Siz başka bir isim biliyorsanız buyurun, istifade edelim.

Evet, görüldüğü gibi hepsi Sünni kaynaklarda nakledilen bu müşterek hadislerin birçoğundan direkt, birçoğundan ise dolaylı olarak Hz. Ali ve Ehlibeyt’in masumiyetini anlamak mümkündür. İnanın buraya kadar masumiyet için zikrettiğimiz Kur’ani delillerden veya Nebevi hadislerden bir tanesi bile bu iddiayı ispatlamak için kâfidir aslında. Yeter ki taassuptan uzak, basiret, feraset, insaf ve izanla bakıp değerlendirmesini bilelim.

Ayrıca başta Hz. İmam Ali (as) olmak üzere Ehlibeyt İmamları’nın hayatı onların masumiyetinin canlı ispatıdır. Bu gerçeği görmek için onların hayatını anlatan muteber tarih kaynaklarını okumak yeterlidir.

 

Not: Masumiyet konusunda akaid ve kelam kitaplarında birçok akli deliller de zikredilmiştir ki bunların bir kısmı Peygamberlerin masumiyeti için getirilen akli delillerle aynıdır. Zira önceden de beyan ettiğimiz üzere Ehlibeyt Mektebi, İmameti (vahiy konusu hariç) nübüvvetin bir devamı olarak görmektedir. İnsanların güvenlerinin sarsılmaması, hüccetin tamamlanması gibi deliller geniş bir şekilde bu kaynaklarda ele alınmıştır. Masumiyet konusunu son zamanlarda eleştirenler genellikle nakli deliller üzerine yoğunlaştıkları için biz de ağırlığı buna verdik. Akli delilleri detaylı öğrenmek isteyenler akait ve kelam kaynaklarımıza müracaat edebilirler.

Rabbimiz, bize doğruları olduğu gibi göstersin ve onlara tabi olma cesaret ve samimiyetini inayet buyursun.

Resulullah’ın hadislerinde de geçtiği üzere bizi bu dünyada Kur’an’a, Resulullah’a ve Ehlibeyt’ine sımsıkı sarılan, onların kurtuluş gemisine binen, onları bedendeki baş ve baştaki iki göz yerine koyan ve ahirette onların şefaat ve refakatine nail olan kimselerden eylesin. Âmin!

- - - - - - - - - - -


[1]- رمحٌ صَدْقٌ: الصلب و المستوٍ
Bk. el-Muhkem Tacu’l-Arus sıdk maddesi.
[2] Yenâbü’l-Meveddet, c. 1, s. 348, Bab: 38
[3] Şevâhidü’t-Tenzil Tefsiri, c. 1, s. 345, Tevbe 119. Ayetin Tefsiri
[4]  Bakara, 124
[5] Tefsir-i Kebir c. 4, s.39.
[6]- Lokman, 13
[7]- Fâtır, 32, Talak, 1, Kehf, 35.
[8] es-Sevaikü’l-Muhrika, s. 226
[9] Sahih-i Buhari c. 3, s. 94'ten S. 99'a kadar, Sahih-i Müslim, c. 7, s. 175, Hadis: 28, Sahih-i Tirmizi, Hadis: 2538
[10] (Heysemi, Mecmeü’z-Zevaid, c. 9, s. 163, Muttaki, Kenzü’l-Ummâl, c. 1, Hadis: 958, İbn-i Hacer, es-Savâikü’l-Muhrika, s. 148, Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, c. 2, s. 60)
[11] (Hâkim, Müstedrekü’s-Sahihayn, c. 3, s. 151, Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 168, Suyuti, Câmiü’s-Sağir, c. 2, s. 533, Hadis: 8162, İsfahâni, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 4, s. 306, İbn-i Hacer, es-Sevâikü’l-Muhrika, s. 184)
[12] (Hâkim, Müstedrekü’s-Sahihayn, c. 3, s. 149, İbn-i Hacer, es-Sevâikü’l-Muhrika, s. 150, Suyuti, İhyâü’l -Meyyid, Hadis: 35)
[13] (Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 172, İbn-i Sabbağ, el-Fusûlü’l-Muhimme, s. 8)
[14] (Hâkim, Müstedrekü’s-Sahihayn, c. 3, s. 128, Tabarâni Mucemü’l-Kebir, Muttaki, Kenzü’l-Ummâl, c. 6, s. 155, İsfahâni, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 1, s. 86, Tarih-i İbn-i Asâkir, c. 2, s. 95) 
[15] (Kunduzi, Yenâbiü’l-Meveddet, s. 445, Hamedâni, Meveddetü’l-Kurbâ, 10. Kurbâ) 
[16] (Kunduzi, Yenâbiü’l-Meveddet, c. 1, s. 78, Hadis: 16, Hemvinî, Ferâidü’s-Simtayn, c. 2, s. 257)