.
.
Bismillahirrahmanirrahim
İkinci Bölüm
Bu çalışmanın birinci bölümünde Ehlibeyt İmamları’nın masumiyetinin Kur’ani delillerinden birini (Nisa, 59) açıkladık. Bu bölümde bu konunun diğer delillerini açıklamaya çalışacağız.
2- Bütün hayırlarda önde gidenler ayeti:
Fâtır Suresi’nin 31. ayetinde şöyle buyuruyor:
وَالَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِهٖ لَخَبٖيرٌ بَصٖيرٌ
“Sana vahyettiğimiz kitap, gerçektir, önceki kitapların gerçekliğini bildirmededir; şüphe yok ki Allah, kullarından haberdardır ve onları görür.”
Sonra 32. ayette şöyle devam ediyor:
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذٖينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبٖيرُ
“Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık; derken o kullardan nefsine zulmeden var ve onlardan orta hâlli olanlar var ve onlardan, bütün hayırlarda herkesten ileri giden-önde koşanlar var Allah’ın izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsandır.”
Bu ayette bahsedilen seçilmiş kullar kimlerdir acaba? Bunu da yine Kur’an’dan öğrenelim. Âl-i İmrân Suresi’nin 33. ayetinde şöyle buyuruyor:
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَ
“Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmrân soyunu seçti, âlemlere üstün etti.”
Bu ümmete kadar devam eden seçilmiş nesil, Hz. İbrahim’in (a.s) soyudur. Bu ise Resul ve Âl-i Resul’de kendini göstermiştir. Demek ki Kur’an’ın gerçek mirasçıları, yani Kur’an’ı hakkıyla ve eksiksiz anlayan ve yaşayan onlardır.
Daha sonra kulları üçe ayırıyor: Nefsine zulmedenler, orta hâlli olanlar ve bütün hayırlarda herkesten öne geçenler. Şimdi soralım:
Bütün hayırlardan maksat nedir? Acaba bütün salih ve güzel amellerden başka bir şey olabilir mi? Ve bunun karşısında bütün şer sayılan ameller, günahlardan, haramlardan başka bir şey mi? Değilse -ki değildir-, o zaman bütün hayırlarda önde gitmek, bütün şerlerden uzak olmak demektir. Bu da masumiyetin ta kendisidir? İşte böyle olduğu içindir ki Kur’an’ın hakiki ve kâmil mirasçıları da onlardır.
Benzer bir açıklama Vakıa Suresi’nin başlarında mevcuttur. Orada da kulları üçe ayırarak şöyle buyuruyor:
وَكُنْتُمْ اَزْوَاجًا ثَلٰثَةً * فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ * وَاَصْحَابُ الْمَشْپَمَةِ مَا اَصْحَابُ الْمَشْپَمَةِ * وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ * اُولٰئِكَ الْمُقَرَّبُونَ.
“Ve siz üç sınıf olduğunuz zaman: *Uğurlular; uğurluların durumu ne güzel! *Uğursuzlar; uğursuzların durumu ne kötü! *Bir de önde olanlar, önde olanlar. *İşte onlar, (Allah'a) yakınlaştırılmış olanlardırlar.”[1]
Evet, tıpkı Fatır Suresi’ndeki ayette olduğu gibi bu ayette de insanlar üçe ayrılıyor ve üçüncü grup (bütün hayırlarda) herkesten önde olan ve dolayısıyla Allah’a herkesten daha yakın olan mukarreplerdir.
İlginçtir Vakıa Suresi’ndeki bu açıklamaların ardından şöyle bir cümle daha geçiyor:
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَ * وَقَلٖيلٌ مِنَ الْاٰخِرٖين.
“İlklerden birçoğu ve sonlardan birazı böyleydi.”[2]
İlklerden maksat geçmiş ümmetler, sonlardan maksat ise İslam Ümmeti’dir. Nitekim ahir zaman ümmeti İslam Ümmeti’ne deniyor.
Peki neden ilklerden bu özelliğe sahip olan çok, sonlardan azdır? Zira bir kere 124 bin peygamber gelip geçmiştir; bir de bunlara vasilerini ilave ederseniz, rakam kabarmış olur. Ama bu ümmette böyle değil. Eğer bu ümmette bu ayetten bütün ümmet kastedilmiş olsaydı, az bir grup tabiri anlamsız olurdu. Nitekim aynı surenin 38. ayetinde “Ashabul-Yemin”den (yani orta hâllilerden) bahsettikten sonra şöyle buyuruyor:
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَ * وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَ .
“Bir grup ilklerden, * Bir grup da sonrakilerden.”[3]
Dolayısıyla orta hâlliler hem önceki ümmetlerde hem de bu ümmette çoktur. Bütün hayırlarda önde gidenler ve Allah’a en yakın olan mukarrepler ise azdır!
Yukarıdaki ayetlerin tamamlayıcısı olarak bir de Vakıa Suresi’nin 77 ila 79. ayetlerini vermek istiyoruz; şöyle buyuruyor:
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَرٖيمٌ * فٖى كِتَابٍ مَكْنُونٍ * لَا يَمَسُّهُ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَ.
“Şüphesiz o yüce Kur’an’dır. * Saklı bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da)dır. Ona (hakikatlerine) ancak tertemiz olanlar dokunabilir (ulaşabilir).”
Hakikatleri Levh-i Mahfuz’da saklı olan Kur’an’ın bu hakikatlerine ancak mutahhar (tertemiz) olanlar dokunabilir, yani idrak edebilir. Mutahharlar kimlerdir acaba? Önceki verdiğimiz ayetler buna yeteri kadar ışık tutmuyor mu? Seçilmişler, bütün hayırlarda önde gidenler, Allah’a en yakın olanlardan başkası olabilir mi bunlar? Olamayacağı açıktır. Ayrıca bizzat bahsi geçen Fatır Suresi’nin 32. ayetinde seçilmiş olan ve bütün hayırlarda önde giden kulları Kur’an’ın mirasçısı olarak tanıtmamış mıydı?
Kaldı ki Rabbimiz sadece bunlarla yetinmemiş ve olayı daha da netleştirmiştir ki kimsenin en ufak bir şek ve şüphesi kalmasın. Burada “Ancak mutahharlar aslı saklı olan Kur’an’ın hakikatlerine dokunabilir.” buyururken, Ahzab Suresi’nin 33. ayetinde “Mutahharlar ancak Ehlibeyt’tir.” buyurmakta ve bu kavramla mutahharları somutlaştırmakta, sınırlandırmaktadır. Söz buraya gelmişken şimdi masumiyetin diğer önemli bir delili olan bu mübarek ayet-i kerimenin üzerinde durmaya çalışalım.
3- Tathir Ayeti:
اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيراًۚ
“Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği/fenalığı uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister."[4]
Bazıları zannediyorlar ki Ehlibeyt Mektebi’nin Ehlibeyt İmamları’nın masumiyeti hakkındaki tek delili bu ayetten ibarettir. Bu yüzden genelde bu ayete yoğunlaşıp kendilerince bu ayetle yapılan istidlale bazı eleştiriler yönelterek bu delili çürütmeye çalışmaktadırlar. Elbette ayet bu konuda önemli bir delildir ve biz ayet hakkında gerekli açıklamaları yapacağız. Ama özellikle yukarıda bahsettiğimiz yanlış algıyı yok etmek için bahsimize başka bir delille başladık. Birkaçını da daha sonra açıklayacağız inşaallah.
Şimdi konumuza dönecek olursak, Ehlibeyt Mektebi’nin bu ayete getirdiği açıklama şekli ve ondan çıkardığı masumiyet sonucu şu şekildedir:
a) Allah-u Teâla bu ayette “yalnızca” anlamı veren “hasr edatı” (innema) kullanmıştır. Bu da gösteriyor ki ayette beyan edilen İlahi iradenin taalluk ettiği şey sadece “EHLİBEYT” diye adlandırılan kimselere özgüdür.
b) Bu İlahi irade teşrii değil, tekvini iradedir. Yani Kur’an’da beyan edilen “KUN FE-YEKUN (ol der ve olur) türünden bir iradedir ve irade edilen mutlaka olur ve bahsimizin konusu da mutlaka tahakkuk etmiştir.
c) Ayette geçen “RİCS” kelimesi pislik/fenalık demektir ve başına “Elif Lam” takısı geldiği için istiğrak veya cins/tür anlamı ifade eder. Yine ayette if’al babından “İZHAB” masdarı olan “YUZHİBU” fiili kullanılmıştır. Bu fiilin anlamı ise alıp götürmek/uzaklaştırmaktır. Dolayısıyla genelde birçok mealde verilen “giderme” tercümesi bizce yanlış veya en azından eksiktir ve bazı yanlış anlamalara da sebep olmaktadır. Evet, kelimenin ayetteki manası şöyledir: “Her türlü pisliği/fenalığı sizden uzaklaştırmak ister.”
d) İlahi iradeyi ifade eden fiil geniş zaman fiilidir. Dolayısıyla bu “uzaklaştırma ve tertemiz kılma” iradesi, Ehlibeyt bu dünyada var oldukları müddetçe devam edecektir.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Allah-u Teala yalnızca Ehlibeyt kavramı altına giren kimselerden her türlü pislik ve fenalığı sürekli ve kesin bir şekilde uzaklaştırmayı ve onları tertemiz kılmayı murâd etmiştir. Masumiyet de budur işte.
Ayet bu şekilde açıklandığında aslında konu hakkındaki birçok eleştirinin cevabını da içinde barındırmaktadır. Ama biz yine de ayete getirdiğimiz açıklamaya yönelik eleştirileri kısaca cevaplandırmaya gayret edelim.
Eleştirilere Cevap:
1- Deniyor ki hem bu ayetin başında hem ondan önceki ve sonraki ayetlerde Resulullah’ın (s.a.a) eşlerinden bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu cümledeki “Ehlibeyt” kavramından maksat da doğal olarak onlar olmalıdır.
Bu iddia doğru değildir; zira:
a) Peygamber’in eşleriyle alakalı olan ayetlerin hepsinde uyarı ve eleştiri dili kullanılırken bu cümlede meth u sena ve övgü ifadeleri vardır. Nitekim ayetin Ehlibeyt’in fazileti hakkında indiğini münsif olan her alim ve müfessir kabul etmiştir.
b) Eğer Resulullah’ın eşleri hakkında olsaydı, ayetteki zamirler değişmezdi. Bu cümlenin önünde ve arkasındaki ayetlerin hepsinde müennes (kadın) zamiri kullanılırken, bu cümlede aniden hepsi müzekker (erkek) zamire dönüşmüştür.
Eğer Ehlibeyt’ten maksat Peygamber’in eşleri olsaydı, önceki ve sonraki ayetlerde de Ehlibeyt kavramının kullanılması uygun olurdu. Oysa onların hepsinde “Nisaü’n-Nebi” (Peygamber’in eşleri) tabiri kullanılmıştır. Yani fesahat ve belagat mucizesi olan İlahi Kitap’ta ya hepsinde onlara “Ey Ehlibeyt” şeklinde hitap etmesi ya da hepsinde “Ey Peygamber’in eşleri” şeklinde hitap etmesi uygun olurdu. Ya da en azından bu cümleden sonra artık sonuna kadar Ehlibeyt kavramının kullanılması ve zamirlerin de bu cümlede olduğu gibi hepsinin müzekker olarak zikredilmesi icab ederdi. Ama gördüğünüz gibi bunların hiç birisi olmamıştır. Buna rağmen kalkıp da zorla Ehlibeyt’i onlara yormanın gerçekten de bir mantığı yoktur.
c) Bu ayetten önceki ayette hem de bu ayetten sonraki ayette Peygamber’in eşlerinin evinden bahsederken evler anlamında “buyut” kelimesi geçmektedir. Oysa bu ayette tekil olarak el-beyt (ev) kelimesi geçmektedir. Bu da gösteriyor ki buradaki “el-beyt” o “buyut”tan farklıdır. Burada el-beyt derken “Beytü’n-Nübüvve” (nübüvvet evi) kastedilmiştir. Ve Beytu’n-Nübüvve gerçekte Peygamber gibi masum kişileri içeren bir evdir.
d) Peygamber’in eşlerinin bazılarının hayatındaki bir takım ciddi yanlışlar, hatta buradaki ayetlerde yapılan bazı uyarılara bile aykırı davranmaları, bahsini ettiğimiz İlahi tathir ve izhab ile büsbütün ters düşmektedir. Tahrim Suresi’nin başında açıklanan olay ve Cemel Savaşı bunun her kes tarafından bilinen ve kabullenilen iki örneğidir.
e) Bu ayetin tefsiri hakkında Sünni ve Şii kaynaklarda Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen meşhur “Kisa Hadisi” de Peygamber’in eşlerinin ayetin kapsamına girmediğini açık bir şekilde göstermektedir. Bu konuda nakledilen onlarca hadisten örnek olarak birkaçını Sünni kaynaklardan vermekle yetiniyoruz:
Hâkim, Müstederekü's-Sahihayn adlı tanınmış eserinde Abdullah b. Cafer b. Ebî Talib'den şöyle nakletmektedir: "Allah Resulü, Allah'ın rahmetinin inişini gördüğünde (eşi Safiye’ye hitaben) şöyle buyurdular: "Safiye! Çağırın!" "Kimi çağıralım ey Allah'ın Resulü?" deyince, "Ehl-i Beyt'imi; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırın!" buyurdular. Onlar geldiğinde, Resulullah (s.a.a), kisasını (abasını) onların üzerine örttü ve daha sonra mübarek ellerini göğe kaldırarak şöyle buyurdu: "Allah'ım! Bunlar, benim soyum ve evlatlarımdır. Allah'ım! Muhammed ve onun soyuna selam gönder." İşte bu sırada Allah-u Teala şu ayeti nazil etti: "Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister."[5]
Hâkim, bu hadisin senedinin sahih olduğunu kabul etmiştir.
Müslim Sahih'inde, Hâkim Müstedrek'inde, Beyhakî es-Sünenü'l-Kubra'sında ve Taberî, İbn-i Kesir ve Suyutî tefsirlerinde Ümmü’l-Müminin Aişe'den şöyle nakletmektedirler (metin Sahih-i Müslim'e aittir):
“Bir gün Allah Resulü (s.a.a) sırtında siyah keçi kılından örülmüş, desenli bir aba ile dışarı çıktı. Önce Hasan geldi, onu abasının altına aldı; sonra Hüseyin geldi, onu da abasının altına aldı; daha sonra Fatıma geldi ve abanın altına girdi; daha sonra da Ali geldi, onu da diğerleriyle birlikte abanın altına aldı ve şöyle buyurdu (ayeti okudu): "Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister."
Ümmü’l-Müminin Aişe'nin rivayeti şu şahıslar tarafından nakledilmiştir: Müslim, Sahih, Ehlibeyt'in Faziletleri Babı, c. 7, s. 130; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kubra, Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyt'i Kimlerdir Babı, c. 2, s. 149; Taberi, Tefsir, c. 2, s. 5; İbn-i Kesir, Tefsir, c. 3, s. 485 ve Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur Tefsiri, c. 5, s. 198-199.
Tirmizi, Sünen'inde sahih olduğunu vurgulayarak Ümmü’l-Müminin Ümmü Seleme'den şu hadisi nakleder: Resulullah (s.a.a), Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatıma'nın üzerine bir örtü (kisa) örttü ve sonra şöyle dedi: “Allah’ım! Bunlar benim Ehlibeyt'im ve yakınlarımdır; bunlardan her türlü pisliği uzaklaştır ve bunları tertemiz kıl.” Ümmü Seleme, “Ben de onlarla birlikte miyim?” diye sorar, Resulullah ‘Sen hayır üzeresin.’ der.” (Tirmizi c. 5 s. 36) Bu hadis de açıkça Ehlibeyt'in özel kişilerden ibaret olduğunu ve Peygamber'in eşlerinin bunlardan olmadığını bildirir.
Bunlara bir hadis de Ehlibeyt kaynaklarından ilave edelim:
İbn-i Abbas şöyle nakletmektedir:
“Allah Resulü (s.a.a) bir gün yanında Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin ile birlikte oturuyordu. Bu sırada şöyle dua etti: “Allah’ım! Onlar benim Ehlibeyt’im ve benim nezdimde insanların en değerlisidirler. O halde onları sevenleri sev ve onlara buğz edene buğzet; onlara dost olana dost ol, düşman olana düşman kesil ve onlara yardım edene yardım et; onları her türlü pislikten/fenalıktan temiz tut, her günaha karşı masum kıl ve indinden Ruhü’l-Kudüs ile onları destekle…”[6]
Görüldüğü gibi bu hadiste özellikle masumiyet ibaresinin de geçmesi dikkat çekicidir.
f) Eğer bu ayet Peygamber’in eşleri hakkında nazil olmuş olsaydı, ya da en azından onları da kapsamış olsaydı, onların kendisi yer yer buna değinirlerdi. Oysa birçok yerde buna şiddetle ihtiyaçları olmasına rağmen (Cemel savaşında olduğu gibi) böyle bir iddiada bulunmamışlardır. Bu da açık bir şekilde onların bu ayetle bir alakalarının bulunmadığını göstermektedir.
İki nokta daha:
a) Ehl-i Sünnet’in önemli ve meşhur âlimlerinden de bazıları “Tathir ayetinin” Resulullah, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında nazil olduğunu ve başka kimsenin buna dahil olmadığını kabul etmişlerdir.
Burada sözü uzatmamak için onlardan birkaçının isimlerini ve sözlerinin nakledildiği eserlerin adresini vermekle yetiniyoruz:
* Tahavî (Ahmed b. Muhammed), Tuhfetü’l-Ahyâr, c. 8, s. 470.
* Hadramî (Ebu Bekir), Raşfetü’s-Sâdi, Birinci Bab, s. 13-14.
* Semhûdî (Ali b. Abdullah), Cevâhirü’l-Akdeyn, s. 204.
* Şevkânî (Muhammed b. Ali), İrşâdü’l-Fuhûl, s. 83.
b) Buraya kadar yaptığımız açıklamalar ışığında bazılarının hem Peygamber’in eşleri hem de bildiğimiz Ehlibeyt’in birlikte ayetin kapsamına girdiği şeklindeki iddialarının da doğru olamayacağı ortaya çıktığından, ona ayrıca cevap vermeye gerek görmüyoruz artık.
2- Yine deniliyor ki diyelim ki ayet Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i kapsamış olsun, peki diğer Ehlibeyt İmamlarının masumiyetini nasıl ispat edeceksiniz?
Cevap:
Evvela, dedik ki masumiyetin delili sadece bu ayetle sınırlı değildir.
Saniyen, o gün Ehlibeyt’ten sadece beş kişi hayatta oldukları için onlar bu şekilde tanıtılmıştır; eğer onlar da hayatta olsaydı, Allah Resulü onları da abanın altına alır ve hepsi için aynı ifadeyi kullanırdı.
Salisen, bu beş mübarek şahsiyetin masumluğunu kabul edersek, onların bu konudaki açıklaması bizim için hüccet ve delil niteliği taşır; zira masum oldukları için onlardan yalan ve aslı olmayan bir iddia duymak mümkün değildir. Aksi takdirde masumiyetlerinin bir anlamı kalmazdı. Yani Allah Resulü’nün beş kişiyi aba altına alması nasıl uygulamalı olarak o gün Ehlibeyt’in kimler olduğunu bize gösteriyorsa, o Aba altında bulunan ve ayetle masumiyetleri ispatlanan beş kişinin bu konudaki sözleri de aynı işlevi görmektedir.
İşte burada o beş mübarek ve masum zatın, kendilerinin yanı sıra diğer imamların masumiyetini tasdikleyen sözlerinden, sadece Resulullah (s.a.a) ve Hz. İmam Ali’nin (a.s) birkaç sözünü örnek olarak vermekle yetiniyoruz.
Önce Resulullah’ın (s.a.a) sözlerinden örnekler:
Tam da üzerinde konuştuğumuz Tathir Ayeti’nin tefsirinde Selman-ı Farisi Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
وَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآیةُ فِی وَفِی أَخِی عَلِی وَفِی ابْنَتِی فَاطِمَةَ وَفِی ابْنِی وَالْأَوْصِیاءِ وَاحِداً بَعْدَ وَاحِدٍ، وُلْدِی وَوُلْدِ أَخِی: «إِنَّما یرِیدُ اللَّهُ لِیذْهِبَ عَنْکمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَیتِ وَیطَهِّرَکمْ تَطْهِیراً» أَ تَدْرُونَ مَا «الرِّجْسُ» یا سَلْمَانُ قَالَ: لَا. قَالَ: الشَّک، لَا یشُکونَ فِی شَی ءٍ جَاءَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ أَبَداً، مُطَهَّرُونَ فِی وَلَادَتِنَا وَطِینَتِنَا إِلَی آدَمَ، مُطَهَّرُونَ مَعْصُومُونَ مِنْ کلِّ سُوءٍ.
“Bu ayet benim, kardeşim Ali’nin, kızım Fatıma’nın, iki oğlumun (Hasan ve Hüseyin’in) ve benim ve kardeşim Ali’nin evlatlarından peş peşe gelecek vasilerin hakkındadır. Evet, şöyle buyurmaktadır:
“Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği/fenalığı uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister."
Ey Selman! ayette geçen “rics” kelimesinin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” Selman “Hayır.” deyince şöyle buyurdu: “Maksat şüphedir. Onlar Allah indinden gelen hiçbir şeyde şüphe etmezler. Bizim Adem’e kadar doğum ve tiynetimiz tertemizdir. Biz her kötülükten tertemiz ve MASUMUZ.”[7]
Abdullah b. Abbas Resulullah’tan şöyle duyduğunu nakleder, buyurdu:
أَنَا وَعَلِی وَالْحَسَنُ وَالْحُسَینُ وَتِسْعَةٌ مِنْ وُلْدِ الْحُسَینِ مُطَهَّرُونَ مَعْصُومُون.
“Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in evlatlarından olan on bir imam tertemiz ve masumuz!”[8]
Hz. Ali (a.s) Resulullah’ın kendisine hitaben şöyle buyurduğunu nakleder:
أنت الوصی... أنت الإمام أبو الأئمة الإحدی عشرة من صلبک أئمة مطهرون معصومون.
“Ya Ali! Sen vasisin…, Sen imamsın ve neslinden gelen on bir masum ve tertemiz imamın babasısın.”[9]
Ehlibeyt İmamları’nın sekizincisi İmam Rıza (a.s), babaları kanalıyla Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
مَنْ سَرَّهُ أَنْ ینْظُرَ إِلَی الْقَضِیبِ الْیاقُوتِ الْأَحْمَرِ الَّذِی غَرَسَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ بِیدِهِ وَیکونَ مُتَمَسِّکاً بِهِ فَلْیتَوَلَّ عَلِیاً وَالْأَئِمَّةَ مِنْ وُلْدِهِ فَإِنَّهُمْ خِیرَةُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَصَفْوَتُهُ وَهُمُ الْمَعْصُومُونَ مِنْ کلِّ ذَنْبٍ وَخَطِیئَةٍ.
“Kim Allah’ın (Azze ve Celle) diktiği kırmızı yakut (ağacının) dalına bakmayı ve ona tutunmayı istiyorsa, Ali’nin ve onun evlatlarından olan imamların velayetine girsin. Hiç şüphesiz onlar Allah’ın (Azze ve Celle) seçtikleri ve özel kullarıdır; ONLAR HER GÜNAH VE HATADAN MASUMDURLAR.”[10]
Ammâr b. Yâsir’den şöyle nakledilmiştir:
لَمَّا حَضَرَ رَسُولَ اللَّهِ (ص) الْوَفَاةُ دَعَا بِعَلِی (ع) فَسَارَّهُ طَوِیلًا ثُمَّ قَالَ: یا عَلِی أَنْتَ وَصِیی وَ وَارِثِی. .. وَ مِنْ صُلْبِ الْحُسَینِ یخْرِجُ اللَّهُ الْأَئِمَّةَ التِّسْعَةَ مُطَهَّرُونَ مَعْصُومُون.
“Allah Resülü’nün (s.a.a) vefat zamanı gelip çattığında, Ali’yi (a.s) yanına çağırdı ve uzun uzun onunla gizli konuştu. Sonra şöyle buyurdu: “Ya Ali! Sen benim vasim ve vârisimsin… Ve Allah Hüseyin’in neslinden dokuz imam çıkaracaktır ki hepsi tertemiz ve masumdurlar!”[11]
Şimdi Al-i Abâ’nın diğer bir Üyesi Hz. Ali’den (a.s) birkaç söz:
Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):
إِنَّمَا الطَّاعَةُ لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ صلی الله علیه وآله وَلِوُلَاةِ الْأَمْرِ وَإِنَّمَا أَمَرَ اللَّهُ بِطَاعَةِ الرَّسُولِ صلی الله علیه وآله لِأَنَّهُ مَعْصُومٌ مُطَهَّرٌ لَا یأْمُرُ بِمَعْصِیتِهِ وَإِنَّمَا أَمَرَ بِطَاعَةِ أُولِی الْأَمْرِ لِأَنَّهُمْ مَعْصُومُونَ مُطَهَّرُونَ لَا یأْمُرُونَ بِمَعْصِیتِهِ.
“İtaat ancak Allah’a, Resulüne (s.a.a) ve emir sahiplerine özgüdür. Allah, Resulü’ne itaat etmeyi emretmiştir; zira o, masum ve mutahhardır, asla Allah’a karşı gelmeye yönelik bir emirde bulunmaz. Yine “Emir Sahipleri”ne itaati emretmiştir; zira şüphesiz onlar da masum ve mutahhardırlar ve Allah’a karşı gelmeye yönelik bir emirde bulunmazlar.”[12]
Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):
إِنَّ اللَّهَ تَبَارَک وَتَعَالَی طَهَّرَنَا وَعَصَمَنَا وَجَعَلَنَا شُهَدَاءَ عَلَی خَلْقِهِ وَحُجَّتَهُ فِی أَرْضِهِ وَجَعَلَنَا مَعَ الْقُرْآنِ وَجَعَلَ الْقُرْآنَ مَعَنَا لَا نُفَارِقُهُ وَلَا یفَارِقُنَا.
“Şüphesiz ki Allah Tebâreke ve Teâla bizi, temiz ve masum kılmış; bizi kulları üzerine şahit ve yeryüzündeki hücceti olarak belirlemiştir; bizi Kur’an ile ve Kur’an’ı da bizimle birlikte kılmıştır; böylece biz ondan ayrılmayız, o da bizden ayrılmaz.”[13]
Hz. Emirü’l-Mümin Ali (a.s):
مَا نَزَلَتْ عَلَی رَسُولِ اللَّهِ صلی الله علیه وآله آیةٌ مِنَ الْقُرْآنِ إِلَّا أَقْرَأَنِیهَا وَأَمْلَاهَا عَلَی وَکتَبْتُهَا بِخَطِّی وَعَلَّمَنِی تَأْوِیلَهَا وَتَفْسِیرَهَا وَنَاسِخَهَا وَمَنْسُوخَهَا وَمُحْکمَهَا وَمُتَشَابِهَهَا وَدَعَا اللَّهَ عَزَّ وَ جَلَّ لِی أَنْ یعَلِّمَنِی فَهْمَهَا وَحِفْظَهَا فَمَا نَسِیتُ آیةً مِنْ کتَابِ اللَّهِ وَلَا عِلْماً أَمْلَاهُ عَلَی فَکتَبْتُهُ وَمَا تَرَک شَیئاً عَلَّمَهُ اللَّهُ عَزَّ وَ جَلَّ مِنْ حَلَالٍ وَلَا حَرَامٍ وَلَا أَمْرٍ وَلَا نَهْی وَمَا کانَ أَوْ یکونُ مِنْ طَاعَةٍ أَوْ مَعْصِیةٍ إِلَّا عَلَّمَنِیهِ وَحَفِظْتُهُ وَلَمْ أَنْسَ مِنْهُ حَرْفاً وَاحِداً ثُمَّ وَضَعَ یدَهُ عَلَی صَدْرِی وَدَعَا اللَّهَ عَزَّ وَ جَلَّ أَنْ یمْلَأَ قَلْبِی عِلْماً وَفَهْماً وَحِکمَةً وَنُوراً لَمْ أَنْسَ مِنْ ذَلِک شَیئاً وَلَمْ یفُتْنِی شَی ءٌ لَمْ أَکتُبْهُ فَقُلْتُ: یا رَسُولَ اللَّهِ أَ تَتَخَوَّفُ عَلَی النِّسْیانَ؟ فِیمَا بَعْدُ فَقَالَ صلی الله علیه وآله: لَسْتُ أَتَخَوَّفُ عَلَیک نِسْیاناً وَلَا جَهْلًا وَقَدْ أَخْبَرَنِی رَبِّی جَلَّ جَلَالُهُ أَنَّهُ قَدِ اسْتَجَابَ لِی فِیک وَ فِی شُرَکائِک الَّذِینَ یکونُونَ مِنْ بَعْدِک فَقُلْتُ: یا رَسُولَ اللَّهِ وَمَنْ شُرَکائِی مِنْ بَعْدِی قَالَ الَّذِینَ قَرَنَهُمُ اللَّهُ عَزَّ وَ جَلَّ بِنَفْسِهِ وَبِی فَقَالَ «أَطِیعُوا اللَّهَ وَ أَطِیعُوا الرَّسُولَ وَ أُولِی الْأَمْرِ مِنْکمْ» الْآیةَ فَقُلْتُ: یا رَسُولَ اللَّهِ وَمَنْ هُمْ قَالَ الْأَوْصِیاءُ مِنِّی إِلَی أَنْ یرِدُوا عَلَی الْحَوْضَ کلُّهُمْ هَادٍ مُهْتَدٍ لَا یضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ هُمْ مَعَ الْقُرْآنِ وَالْقُرْآنُ مَعَهُمْ لَا یفَارِقُهُمْ وَلَا یفَارِقُونَهُ بِهِم.
“Allah Resulü (s.a.a) kendisine inen her ayeti bana okudu ve dikte etti, ben de kendi elimle onları yazdım. Sonra onların tevil ve tefsirini, nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini bana öğretti. Sonra onların idrakini ve hıfzını bana öğretmesi için Allah’a (Azze ve Celle) dua etti. Bu yüzden ondan sonra Allah’ın kitabından hiçbir ayeti ve bana söyleyip yazdırdığı hiçbir ilmi unutmadım. Allah’ın (Azze ve Celle) ona öğrettiği, helal ve haramların, emir ve nehiylerin, var olan veya olacak itaat ve günah sayılan her şeyi bana öğretti ve ben onları ezberledim ve bir harfini bile unutmuş değilim. Sonra elini benim göğsüme koydu ve benim kalbimi ilim, idrak, hikmet ve nur ile doldursun diye Allah’a (Azze ve Celle) dua etti; böylece ben bunlardan hiçbirini unutmadım ve yazmadığım hiçbir şeyi kaçırmadım. Dedim ki: “Ya Resulallah! Daha sonraları benim unutabileceğimden endişeleniyor musun?” Buyurdu ki: “Hayır senin unutacağından ve bilgisizliğinden endişelenmiyorum. Allah (Azze ve Celle) bana senin ve senden sonraki ortakların hakkındaki duamı kabul buyurduğunu bildirdi.” Dedim ki: “Ya Resulallah! Benden sonraki ortaklarım kimlerdir?” Buyurdu ki: “Onlar, Allah’ın (itaat ayetinde) kendisinin ve benim yanımda zikrettiği ve “Allah’a itaat edin; Resul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” diye buyurduğu kimselerdir. Yine, “Peki onlar kimlerdir?” diye sorduğumda şöyle buyurdu: “Onlar (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar benden taraf vasi olacak kimselerdir; onların hepsi hidayet eden ve hidayet olunmuş kimselerdir; onları yalnız bırakanlar onlara zarar veremez; onlar Kur’an ile, Kur’an da onlarla beraberdir ve birbirlerinden ayrılmazlar!”[14]
Not: Bu hadislerin Arapça metinlerini de özellikle verdik ki “Masumiyet” kavramının hadislerde bizzat geçtiği görülsün ve birileri masumiyet ifadesinin bizim kendi çıkarımımız olduğunu zannetmesin.
3- Bir soru veya daha doğrusu eleştiri de şöyledir: Evet ayette İlahi bir iradeden bahsedildiği açıktır, ama bu irade diğer insanlar hakkında da geçerli olan teşriî iradenin aynısıdır. Yani Allah-u Teala bütün insanların iyi ve temiz olmasını ve pisliklerden uzak kalmalarını istediği gibi Ehlibeyt’in de öyle olmasını istiyor, ama bu diğer insanlarda kat’i olmadığı gibi, Ehlibeyt hakkında da kat’i değildir; yani öyle olabilirler de olmayabilirler de. Şu halde ayetin masumiyete delil olduğunu söyleyemeyiz.
Cevap:
Evvela, eğer dediğiniz şekilde olsaydı, bunun için onlar hakkında ayrı ve onlara özgü bir ayet indirilmesi anlamsız, hatta abes olurdu. Nasıl olsa başkaları için nazil olan ve teşrii irade niteliği taşıyan yüzlerce ayet onları da kapsamaktadır. Evet bu gerçekten anlamsız ve abes bir fiil olurdu. Oysa hikmet sahibi Rabbimiz her türlü anlamsız ve abes işten münezzehtir. Dolayısıyla bu abeslikten kurtulmanın yegâne yolu iradeyi tekvini irade olarak görmektir.
Saniyen, hemen herkes bu ayetin Ehlibeyt’in fazileti hakkında nazil olduğunu ve onlar için bir ayrıcalığı beyan ettiğini kabul etmektedir. Oysa sizin mantığınıza ve bakış açınıza göre bunun fazilet ve ayrıcalıkla yakından ve uzaktan hiçbir alakası yoktur
Salisen ve en önemlisi de eğer iradeden maksat bütün insanlar için söz konusu olan teşrii irade olsaydı, ayetin başında hasr ifade eden “İNNEMA” edatını kullanmazdı. Öyle ya eğer herkes bu iradede eşit ise, artık “Yalnızca siz Ehlibeyt’ten her türlü pisliği uzaklaştırmayı ve sizi tertemiz kılmayı murad etmiştir.” demenin bir anlamı kalır mı? Yani hangi açıdan bakarsanız bakın, bu eleştiri ve iradeyi teşrii bir irade şeklinde görmek yanlıştır ve Hak Teala’ya ona yakışmayan bir tasarrufu isnat etmekten başka bir sonucu yoktur.
4- Bir diğer eleştiri de şudur ki eğer iradeyi tekvini irade olarak görürsek, o zaman Ehlibeyt’in iddia edilen masumiyetinde hiçbir fazilet söz konusu olmaz. Zira onlar bu masumiyette mecburdurlar ve hür iradeye sahip değiller ki masumiyetleri fazilet sayılsın.
Cevap:
Önce şunu hatırlatalım ki biz, kesinlikle bazılarının zannettiği gibi “Ehlibeyt yaratılıştan masum yaratıldı, yani isteseler de istemeseler de masum olmaya mecburdurlar.” şeklinde bir düşünceye sahip değiliz. Böyle olsaydı zaten bunun fazilet olmasının bir anlamı olmazdı. Peki, ayette kastedilen şey nedir ve nasıl anladığımızda hem fazilet olur hem de masumiyet gerçekleşir?
Bu hususta iki noktaya dikkat etmek gerekir:
a) Aynı eleştiri peygamberler hakkında da geçerli sayılır eğer peygamberlerin masumiyetini kabul ediyor ve onu bir fazilet olarak biliyorsak imamlarda olan masumiyeti de bir fazilet kaynağı olarak bilmemiz ve kabullenmemiz gerekir.
b) Masumiyet asla insanın irade ve muhayyerliğini yok etmez, çünkü masumiyetin kaynağı bilgidir. Onlar günahın gerçek yüzünü bildikleri için günah işlemezler ve bu bilgiyle onların donatılması Allah’ın ezelden olan hikmeti ve onlara masumiyet verilmese bile kullukta insanların en üstünü olacaklarını bildiği içindir. Bu yüzden de ayette “izhab-ı rics” (kötülüğü-fenalığı uzaklaştırma) tabiri kullanılmıştır. Eğer “Sizi ricsten uzaklaştırdı.” denseydi bu mecburiyeti ifade ederdi. Ama “ricsi sizden uzaklaştırdı.” demek, yardımcı olmak demektir. Bu da onlara kazandırdığı ilim ve yakinle gerçekleşmektedir.
5- Bir diğer soru ve eleştiri ise şöyledir; deniliyor ki: Eğer Ehlibeyt kavramı Peygamber’in zevcelerini kapsamıyorsa, o halde ne diye bu ayet Peygamber’in eşleriyle alakalı ayetlerin ortasına yerleştirilmiştir?
Cevap:
Evvela, verdiğimiz hadislerden de anlaşıldığı üzere “Tathir Ayeti” müstakil nazil olmuştur. Bu ayetin Peygamber’in hanımlarıyla ilgili ayetlerle birlikte nazil olduğunu gösteren bir tane dahi hadis gösterilemez.
Saniyen, o ayetlerin içine yerleştirilmesi, ya Peygamber’den sonra Kur’an ayetleri toplanıp tanzim edildiğinde bu işle uğraşanlar tarafından gerçekleştirilmiştir, ya da bazı sebeplerden dolayı Resulullah (s.a.a) oraya yerleştirmiştir. Peygamber’in yerleştirdiğini söyleyen bazı muhakkik âlimler şöyle bir gerekçe zikretmişlerdir: Allah Resulü (s.a.a) böyle bir tasarrufla eşlerine bir mesaj vermek istemiştir; şöyle ki: “Ey Peygamber eşleri! Sizler Allah’ın tertemiz ve mutahhar kıldığı bir hanedana mensupsunuz. O halde söylem ve eylemlerinize dikkat edin ve onlara layık olmaya çalışın, leke olmayın.”
Evet, öyle zannediyoruz ki “TATHİR AYETİ” hakkında yaptığımız bu kadar açıklama insaf ve izan sahibi bir kimse için yeterli sayılır.
İnşaallah bir sonraki bölümde masumiyetin diğer delillerini Kur’an ve hadislerden açıklamaya devam edeceğiz.
- - - - - - - - - - - -