Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Genel
Filistin, Akdeniz ile Ürdün Nehri kıyıları arasında yer alan ve Batı Asya’nın güneyinde bulunan topraklara verilen isimdir. Bugün işgal altındaki Filistin topraklarının, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi İslam ülkeleri arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Şu anda bu ülke, sürgünde bulunan vatandaşları ile birlikte 15 milyona yakın nüfusuyla Akdeniz kıyısında yer almaktadır.
İslam’ın Kudüs ve Filistin Fethi
Merkezi Kudüs olan Filistin’in fethi ve Kudüs Kuşatması, 637 yılında Bizans İmparatorluğu ve İslam orduları arasında gerçekleşen askerî çatışmanın bir parçasıdır. Çatışma, Ebu Ubeyde bin Cerrah komutası altındaki Râşidîn Ordusu’nun Kasım 636'da Kudüs'ü kuşatmasıyla başladı. Patrik Sophronius, altı ay sonra yalnızca Râşidîn halifesine teslim olmak şartıyla teslimiyeti kabul etti. 637 yılının Nisan ayında Halife Ömer, Hz. Ali ile ettiği istişare sonucu şehri tamamen teslim almak için Kudüs'e şahsen gitti. Patrik de Halife Ömer'e teslim oldu.
Şehrin Müslümanlar tarafından fethedilmesi, Filistin’deki Arap nüfusun çoğalmasıyla ve hâkimiyetlerinin sağlamlaşmasıyla sonuçlandı. Söz konusu hâkimiyet, 11. yüzyılın sonlarındaki İlk Haçlı Seferi'ne kadar herhangi bir tehditle karşılaşmadı. Böylece Kudüs, hem İslam hem de Hristiyanlık ve Yahudilik için barış yurdu oldu ve hepsi tarafından kutsal bir yer olarak görülmeye başlandı.
11. yüzyılda haçlıların kanlı kuşatması ile yüz bine yakın şehit verilerek kaybedilen Kudüs ve Filistin, 12’nci yüzyılın sonlarında Selahaddin Eyyûbî’nin başlattığı ve haçlıların ağır kayıplar vermesiyle sonuçlanan savaşla ikinci kez fethedilerek geri alındı.
Osmanlı Döneminde Filistin
Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hâkimiyeti ile Filistin adı artık resmî olarak kullanılmamaya başladı ve bu da Osmanlıların genelde alt bölgeleri merkez ve sancak adıyla bütünleştirmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu bölge 1516'da Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası oldu ve 1660'a kadar fiilen Şam-Suriye’nin bir vilayeti olarak kabul edildi. İmparatorluğun bir parçası olduğu için o toprakların istiklalini çağrıştıran Filistin ismi çok dillendirilmiyordu. 1831 yılında Osmanlı yönetimine isyan eden Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Suriye ve Filistin bölgesinin yönetimini zorla ele geçirdi.
1876'da Osmanlı Padişahı, Haham Joseph Nantonek'in Yahudî yerleşimine izin verilmesi talebine, Filistin'e büyük çaplı göçü yasaklayarak şöyle yanıt verdi: “Filistin'in hemen hemen tüm toprakları işgal edilmiş durumda ve Nantonek'in aradığı bağımsızlık, Filistin'le çelişmektedir.” Daha sonra Osmanlı hükümeti 1884, 1887 ve 1888 yıllarında Yahudilerin toplu yerleşimine karşı kararnameler çıkardı. 1882'de önemli sayıda Yahudî kutsal topraklara göç etmeye başladı, kolektif çiftlikler (Kibbutz) kurdu ve sonunda 1909'da Tel Aviv'in etraflarında inşa çalışmalarına başladırlar. Nitekim sonraları burası 1921'de artık bir şehir olmuştu. 1700'de sadece 7.000 olan Filistin'deki Yahudilerin sayısı, 1900'da 60.000'e ulaştı (bu yıllarda Filistin'in toplam nüfusu 500.000 idi). Karpat'a göre bu, “Osmanlı'nın kitlesel grupların göçünü engellerken bireylerin göç etmesine ve yerleşmesine izin verme politikasının başarılı olduğunu” gösteriyor.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu çökerken İngiltere, ırkçı Arapları bağımsızlık vaatleri ile kışkırtarak Osmanlıları bu bölgelerin çoğundan geri püskürttü. Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesiyle birlikte Filistinli Yahudilerin sayısında önemli ölçüde artış yaşandı ve 55.000'i geçti.
Siyonist Yahudi Devletinin Oluşumuna Giden Yol
1897 yılında dünya Yahudileri bir ulus devleti kurmak için Polonyalı gazeteci Theodor Herzl öncülüğünde İsviçre’nin Basel kentinde bir araya geldiler. Burada toplananların çoğu gözünü o dönemin büyük Britanya’yı yönetenler üzerinde oldukça nüfuza sahip Ruçil’e dikmişlerdi. Ruçil’in zenginliğini ve İngiliz yöneticileri üzerindeki etkisini kullanarak dünya Yahudileri için uygun bir bölge belirlemenin peşindeydiler. İngilizler tarafından Uganda ve Arjantin bu işe uygun yerler olarak önerilse de Yahudiler çok önceden kendileri için Filistin’i seçmişlerdi bile. Filistin o zamanlar Osmanlılar yönetiminde bir bölge sayılıyordu. O yüzden İngilizler Yahudilerin ihtiras ve çıkarları doğrultusunda Osmanlılarla yeni bir savaşın eşiğine girmeyi asla düşünmüyorlardı. Hâl böyleyken petrolün keşfi ve dünyayla tanışması yeni bir dönemin başlangıcını start veriyordu. Petrolün keşfi Orta Doğu’yu, Avrupa Asya arasında sadece bir köprü olmaktan çıkarmış, burayı dünyanın enerji deposu hâline getirmişti. İngilizlerin bir an önce bu bölgeye girip rakiplerden geri kalmama adına bir nüfus alanı oluşturmaları gerekiyordu.
I. Dünya Savaşı başladığında Almanlar ve İngilizler karşı karşıya gelmişti ve Osmanlılar da Almanların yardımına koşmuştu. İngilizler yalnız kalmış ve bu yalnızlıktan çıkmanın yollarını arıyorlardı ve sonunda çıkış yollarının anahtarının Arapların elinde olduğunu anlamışlardı. Bağımsızlık hevesleriyle yanıp tutuşan Araplar aslında iyi bir lokmaydı İngilizler için. Bu doğrultuda Osmanlı yönetimi altında ki Arap Yarımadası hedef seçiliyor ve işbirliği için de Osmanlı tarafından atanmış Faysal ile babası Şerif Hüseyin ayarlanıyordu. Bunlar büyük Arap devleti ve bağımsızlık vaadiyle işbirliğine ikna ediliyordu. Bilahare büyük Arap Yarımadası denilen Hicaz bölgesinde ayaklanmalar başladığında tarih Ocak 1916’ları gösteriyordu.
Osmanlı, Arapların kılıçları ile dağılıyor ve yeniliyordu. Şimdi sıra bu parçalanma ve yenilgiden sonra pastadan alınacak paya geliyordu. Faysal ve Şerif Hüseyin ile yapılan imzalamaların mürekkebi henüz kurumamışken İngilizlerin ve Fransızların kendi aralarında Osmanlı topraklarını bölüştükleri görülmektedir. Daha sonralar “Sasbiko” adıyla bilinen anlaşma gereği Lübnan ve Suriye Fransızlara, Irak ve Ürdün İngilizlere veriliyordu. Bu anlaşmaya göre Filistin de uluslararası güçlere devrediliyordu. Sonuçta parçalanan bu toprakların asıl sahipleri olan kandırılmış Araplar hiçbir şekilde bu pastadan paylarını alamıyorlardı.
Kasım 1917 Arap Yahudi ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Zamanın İngiliz dışişleri bakanı Balfor, Yahudi zengin Birleşik Krallık başbakanı Winston Churchill’a yazdığı bir mektupla yeşil vadinin kapılarını Yahudilere açıyordu. Hiçbir yasal ve hukuki yanı olmayan bu mektup daha sonralar alınacak karar ve yasaların gerekçesi ve dayanağı hâline gelecekti. Uluslararası güce bırakılan Filistin hakkında İngilizlerin büyük bir arka planı olduğu bu girişimle deşifre oluyordu. Mektubun bir bölümünde şöyle geçer:
“Hükümetim ve kabinem adına böyle bir bildirimin çıkarılmasından, altında imzamızın bulunmasından dolayı çok mutluyum. İngiliz hükümetinin Yahudilere olan teveccühünü göstermesi ve Yahudilerle gönül birliği yapmasını size bildirmekten onur duyarım. Hükümetim vereceği destek ile Filistin’i Yahudiler için bir ulus ve milli vatan hâline getirmeyi hedeflemektedir. Ve bu uğurda her türlü gayret ve kolaylığı gösterecektir.”
Balfor’un bu mektubundan sonra İngilizlerin Filistin’i Yahudilere bir devlet yeri olarak tahsis etmek için hummalı bir çalışması başlıyor. Filistin’i Yahudiler için sunmanın önündeki bütün engeller tek tek kaldırılıyor, işgal için her şey hazır hâle getiriliyordu. Aralık 1917’de Sasbiko antlaşmasına rağmen İngilizler Kudüs’e girerek askerî yönetim ilan ediyor, tüm önemli bölgelerin kontrolünü ele geçiriyorlardı. Böylece zaman kaybetmeden Yahudilerin “Uluslararası Yahudi Hareketi”nin merkezi Filistin’e taşınıyor. Ve Filistin kapıları dünyanın tüm Yahudi göçmenlerine karşı ardına kadar açılıyordu. Artık Filistin tepside Yahudilere sunulmuştu.
Bu gelişme üzerine Arap dünyasından itiraz ve tepkiler yağıyor. Arap ülkelerinde sokak ve meydanlar hareketlenmeye başlıyor ve Balfor’un bu bildirisi-mektubu ardı arkası gelmeyen bitmek bilmeyen bir savaşın kıvılcımlarıydı âdeta. Arapların itiraz ve tepkileri kendileri için büyük bir yıkıma dönüşmemesi için tekrar Faysal’dan bu itirazları yatıştırmak için yardım istendi. Faysal, Araplardan taraf Filistin’de Yahudi varlığını kabul edebilirdi. Bu amaçla Paris’te bir konferans düzenlendi ve bu konferansta Osmanlıya karşı bağımsız büyük bir Arap devletinin kurulması vaadediliyordu. Sonuçta İngilizler ve Siyonistler yalan ve içi boş vaatlerle Faysal’ı kandırıyorlardı ve Faysal, bağımsız Arap devleti uğruna tekrar aldatılıyordu.
Bir sonraki önemli gelişme tam 15 ay sonra müttefiklerin İtalya’da bir araya gelmeleriydi. Nisan 1920 de bu güçlerin buluşmasıyla Sasbiko antlaşması aleni bir hâl alıyor olsa da Filistin’in hâkimiyeti İngilizlere devrediliyordu. Bu gelişmeler üzerine Arap dünyasının en duyarsız ve tepkisiz bölgelerinden dahi itiraz, isyan hatta çatışma haberleri gelmeye başladı. Bir kez daha Arap halkları işgale karşı sokak ve meydanlara inmişti. Bunun yanında Filistin’e yerleştirilen Yahudiler, kendilerini savunsunlar diye eğitiliyor, silahlandırılıyor ve savaşan gruplar hâline getiriliyordu. Daha sonraki dönemlerde bu silahlı milis güçlerin çok da savunma amaçlı değil, saldırı ve yağma amaçlı eğitildikleri görülüyordu.
2 yıl sonra yani Haziran 1922tarihinde BM de Filistin’de hâkimiyeti İngilizlere bırakıyordu. Filistin’de artık oyunun son perdesi sergilenmeye hazırdı. Bir taraftan Yahudi devletinin temelleri için şartlar olgunlaştırılacak, diğer taraftan dünyanın dört bir yanından Yahudilerin Filistin’e göçü hızlandırılacaktı. İngilizler, Yahudilerden yerel bir polis gücü oluşturup bölgedeki bazı itirazları bununla bastırmayı düşünüyordu. İngilizlerin Yahudileri devletleştirme yolunda sinsice attığı ikinci bir adımı dünya Yahudilerinin göçünü yasal ve legal zemine oturtmak için bir koordinasyon merkezi kurmasıydı. Yahudilerin göçünü koordine eden bu grubun ismi kısa bir zamanda yayılmaya başladı: “YAHUDİ AJANSI”
Bu gelişmelerin ardından 17 yılda bölgede Yahudi nüfusu 10 kat çoğalmıştı ve nüfus denklemi Filistinliler aleyhine bozuluyordu. Filistinli Araplar artık kendi topraklarında serbest dolaşamıyor, Yahudi polis güçleri tarafından durduruluyor, kimlik sorgulaması ile dolaşımlarına izin veriliyordu.
1936’da baskıların artmasıyla yeni bir döneme giriliyordu. Filistinli Araplar bu baskılara fazla dayanamayıp artık silahlı ayaklanma kararı almışlardı. İngiliz ve Yahudi merkezleri artık Filistinlilerin hedefi olmuştu. İngilizler bu ayaklanmayı oldukça zalim ve kanlı biçimde bastırsa da Arap dünyasının top yekûn tepkisi tekrarlanır mı diye endişelenmiyor değildi. Bu yüzden Arap ülkeleri ve hükümetleri ile diyalog ve müzakere girişimi başlattı ve bu doğrultuda Sapsinko’yu görevlendirdi. O da bölgede incelemeler neticesinde sorun ve ihtilafların çözümü için bir Filistin Arap parlamentosu kurulması önerisi verdi. Böylece Filistin’e kontrolsüz Yahudi akımının durma imkânı doğacaktı. Bu öneri İngiliz hükümeti tarafından kabul gördü ve ayaklanmalar sona erdi, Irak-Hayfa petrol boru hattı eski güvenliğine kavuştu. Bu kararların yasalaşması için İngilizler Londra’da bir konferans tertipledi. Bu kararlardan rahatsızlık duyan Yahudilerin lideri Vayizman, İngilizlerin bu girişimlerinden hoşnutsuzluğunu gizleyemiyor, yeni destekçiler arayışına giriyordu. Siyonist Yahudilerle İngilizlerin aile birliğinde ilk çatırdamalar görülmeye başlamıştı. Varlıklarını İngilizlere borçlu olan Yahudiler artık yeni bir destekçi güç bulmuştu: Amerika Birleşik Devletleri. Dünyanın genç bir süper gücü, İngilizler kadar yıpranmamış ve gizli/kirli planları olan taze bir güç.
Bu dostluk ve ittifak, tam da II. Dünya Savaşı’nın başlama dönemine rastlıyordu. Araplar-Britanya ilişkiler tarihi ve geleneğinde İngilizler tarafından defalarca kandırılmış olmalarına rağmen yeteri dersi aldıkları görülmez. Araplar bu dünya savaşında Hitlerin yanında yer alırlar. Hatta Kudüs müftüsü Hacı Emin Hüseyni’de Almanlardan yana açıklamalarda bulunur. Filistin Yahudi ihtilafları batağına gömülen İngilizler, güçlü müttefikler karşısında kendilerini savaşın ortasında görüyorlardı. Bu yüzden, İngilizler Yahudilerin Filistin’de ordu kurma izinlerini çıkarmış, Yahudi göçüne de kontrolleri ve sınırlandırmaları kaldırmıştı. Artık her şey kontrolden çıkmış sayılıyordu. Yahudiler İngilizlerin onca hizmetlerine rağmen artık yeni bir destekçi bulmuş, onlarla işbirliğine yanaşmıyorlardı. Artık Yahudiler Amerika’nın desteğiyle Filistin’in bir parçasını değil, tümünü istiyorlardı. Yahudi liderler İngilizleri istemiyoruz diye karar aldılar.
İngiliz askerlerinin üssü, Yahudiler tarafından hedef alınarak yerle bir edildi ve 60 askerin ölümüne neden oldu. Böylece büyük Britanya’nın artık oyun dışı bırakılma zamanı gelmişti. Bu olay üzerine İngilizler çıkmayı ciddi şekilde düşünmeye başlamışlardı bile. 1947’de BM de İngiltere temsilcisi Filistin deki hâkimiyeti artık bir uluslararası güce bırakmak istediklerini dile getirdi. Rusya, Arap ve Yahudi olarak Filistin’de iki devletli bir yapı önerdi. Kasım 1947’de BM genel kurulunda oylamaya sunulan öneri 33 evet, 13 hayır, 10 çekimser oy ile kabul edildi. Bu oylama ile Filistin ikiye bölünüyordu. Büyük parça Yahudilere, küçük parça ise Filistin’in asıl sahipleri olan Araplara veriliyordu.
1948’in 14 Mayısında Yahudilerce arkadan hançerlenmiş, ihanete uğramış, yorgun son İngiliz askerleri Filistin’i terk ediyorlardı. Bunun ardından alelacele YAHUDİ AJANSI başkanı Begone, İsrail devletinin kuruluşunu resmen ilan etti. Çok geçmeden Amerika temsilcisi, Birleşmiş Milletler’de ilk ülke olarak bu devleti resmiyete tanıdıklarını açıkladı. Böylece Filistin topraklarında karanlık bir Yahudi devleti kurulmuş oldu.
İntifadalar
Filistin'in işgali yıllarında bu topraklar Filistin halkının sayısız ayaklanmasına sahne oldu. İlk işgal yıllarından sonra konu bir Arap-Yahudi ve insani özgürlük meselesi olarak ele alınmış, uzun yıllar İslam dünyasının bu bu konuda maalesef seyirci kalması sağlanmıştı. 70’li 80’li yıllar artık konunun İslami bir davaya dönüşmesi gerçekleşiyor. Artık yeni bir dönem başlamış, ayaklanmalar artmıştı. Bu ayaklanmalara intifada adı verilmiştir yani taş ile direnişin başladığı gerçeği ile İslam dünyası yüzleşmişti. Filistin halkının ilk ayaklanması 1976 yılında “Dünya Günü İntifadası” adı altında gerçekleşti. Bir diğer intifada İran İslam İnkılabı’nın İslam dünyasında oluşturduğu dinamizmi arkasına alarak 1987 yılında “Birinci İntifada” ya da “Filistin Halk İntifadası” adı altında yapılan direniş mücadelesiydi. Mezkûr intifada Batı Şeria ve Gazze'de yaşandı. Bir diğer intifada ise Mescid-i Aksa intifadasıdır. Bu intifada, 2000 yılında İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya girmesiyle başladı. Mescid-i Aksa İntifadası'nın en önemli sloganlarından biri Filistin devletinin kurulması ve işgalcilerin Batı Şeria'dan çekilmesiydi.
1987'de 6 yıl süren intifadada 1.540 kişi şehit olmuş, 130.000 kişi yaralanmıştı. 2000 yılındaki intifadada da 2800 kişi şehit edilmişti.
Hamas
Filistin Direniş Hareketi (Hamas), Filistin'deki en önde gelen İslamî direniş hareketidir. Bu hareket Müslüman Kardeşler hareketinin devamı olsa da İran desteği ile bir örgüt olmanın çok ötesinde güçlenmiştir. Hamas hareketi, Filistin'de İslam devletinin oluşumuna zemin hazırlamak amacıyla bireylerin, ailelerin ve toplumun eğitimine öncelik vermiştir. Kuruluşunun başlangıcında Hamas'ın Filistin işgaline silahlı olarak karşı çıkma fikri yoktu; ancak daha sonralar İran ile ilişkileri iyice geliştirdikten sonra silahlı direniş mücadelesine karar verdi.
İslâmî Cihâd Hareketi
İslâmî Cihâd, Filistin'deki en önemli cihad gruplarından biridir. Lojostik ve eğitim desteklerini İran ve Hizbullah’tan alan bu hareket, Filistin-İsrail çatışmasını benimsemiştir. 1980'de şekillenmeye başladı. İslâmî Cihâd hareketinin, İslam İnkılabı ile yakınlığı nedeniyle Müslüman Kardeşler hareketi de dâhil olmak üzere diğer geleneksel İslâmî hareketlerden çok farklılıkları vardır.
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (el-Fetih)
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi, Filistin’in en eski siyasi partisidir. Bu hareket 1965'te kuruldu. Filistin hükümet yetkililerinin çoğu bu partinin üyesidir. Ancak İsrail ile iki devletli çözüm noktasında uzlaşmaya gittiğinden dolayı gittikçe erimiş ve etkinliğini yitirmiştir.
.
BM Genel Kurulu’nun İşgale Karşı Kararları
29 Kasım 1947 – 181 Sayılı Karar
BM Genel Kurulu’nun Paylaşım Planı kapsamında, İngiliz manda rejiminin sona ermesiyle birlikte, Filistin toprakları üzerinde biri Arap, diğeri Yahudi olarak iki bağımsız devletin kurulması kararlaştırıldı.
Kudüs’ün silahlardan arındırılmış, BM Vesayet Konseyi’nin himayesinde uluslararası bir statüye sahip olması öngörüldü.
Söz konusu statü 10 yıl yürürlükte kalacak, daha sonra referandum yoluyla Kudüs’ün durumu halka sorulacaktı.
Ancak kararın yalnızca Yahudi devleti bölümü uygulandı, 750 binden fazla Filistinli, mülteci konumuna düştü.
11 Aralık 1948 – 194 Sayılı Karar
Filistinlilerin göç etmek zorunda kaldığı topraklara dönüşü ve Kudüs’ün uluslararası bir yönetime kavuşmasını içeriyordu.
Karar, Kudüs’e BM yönetimi altında uluslararası statü verilmesini de öngörüyordu. Ancak nihai sonuca Siyonist İsrail’in engellemeleri nedeniyle bir türlü ulaşılamadı.
4 Temmuz 1967 – 2253 Sayılı Karar
İşgalci İsrail, 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Doğu Kudüs’ün yanı sıra Gazze, Batı Şeria ve Sina Yarımadası ile Golan Tepeleri’ni işgal etti.
BM Genel Kurulu aldığı kararla, Siyonist İsrail’in Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik faaliyetlerinden derin endişe duyduğunu belirtti.
Bu adımların geçersiz olduğunu ve İsrail’in bu adımlardan vazgeçmesi gerektiğini kaydetti.
19 Aralık 1983 – 38/180 Sayılı Karar
BM Genel Kurulu, işgalci İsrail’in “barışsever bir üye” olmadığını belirterek, tüm uluslara İsrail ile diplomatik, ticari ve kültürel bağları koparmaları çağrısı yaptı.
İsrail ayrıca, Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri’ndeki işgalinden dolayı kınandı. Bu işgaller, uluslararası hukuka aykırı ve yasadışı olarak nitelendirildi.
BM bu kararla İsrail’e Kudüs dâhil 1967’den beri işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısı yaptı.
Üye ülkelere İsrail’e silah ve askerî ekipman satmamaları ve İsrail’den bunları almamaları, ayrıca İsrail’e her türlü askeri yardımı askıya almaları çağrısı yaptı.
21 Aralık 2017 – 10/22 Sayılı Karar
Dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü Siyonist rejim İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıklamasının ardından alındı.
Kararda, BM’ye üye tüm devletlere, “Kudüs’te diplomatik misyon kurmaktan kaçınma” çağrısı yapıldı