.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hârûn kelimesinin menşei bilinmemektedir. İbrânîce Tevrât’ta Aharon şeklinde kaydedilen kelimenin Filistin Süryânîcesi’nden Arapça’ya geçtiği tahmin edilmekte ve parlayan anlamında olabileceği belirtilmektedir.
Hz. Hârûn’nun (a.s) adı Tevrât’ta fazla yer almamakta ve Hz. Mûsâ’nın (a.s) yanında ikinci planda kalmaktadır. Tevrât’taki bilgilere göre Levi ailesinden, Amram ile Yokebed’in oğlu olan Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ’nın (a.s) erkek kardeşidir. Hz. Mûsâ’dan (a.s) üç yaş büyük, kız kardeşi Miryam’dan küçüktür. [1] Mısır’da İsrâîloğulları’na baskı uygulayan Firâvun zamanında ve İsrâîloğulları’nın erkek çocuklarının öldürülmesi emrinden önce dünyaya gelmiştir. Tevrât’ta hayatının ilk dönemleriyle ilgili bilgi yoktur. Elişeba ile evlenmiş; Nadab, Abihu, Eleazar ve İtamar adında dört oğlu olmuştur. [2] Hz. Mûsâ’nın (a.s) Medyen’deki ikâmeti döneminde Hz. Hârûn (a.s) Mısır’da kalmıştır.
Hz. Mûsâ (a.s) Medyen dönüşü Horeb dağında Tanrı’nın ilk vahyine muhatap olarak İsrâîloğulları’nı Mısır’dan çıkarmak için Firâvun’un yanına gitme emrini alınca, ağzı ve dili ağır bir kişi olduğunu söyleyerek, görevi yerine getiremeyeceğinden kaygılandığını belirtir. Bunun üzerine Rab, “Senin kardeşin Levili Hârûn yok mu? Bilirim ki o iyi söyler... ve vâki olacak ki o senin için ağız olacak ve sen onun için Allah gibi olacaksın…” der. [3] Böylece Hz. Hârûn (a.s), gerek İsrâîloğulları’na ve gerekse Firâvun’a karşı [4] Hz. Mûsâ’nın (a.s) sözcüsü olarak görevlendirilir. Daha sonra Tanrı, Hz. Hârûn’a (a.s) Hz. Mûsâ’yı (a.s) karşılamak için çöle gitmesini emreder. “Allah’ın dağı”na giden Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s) ile karşılaşıp kucaklaşır. [5] Beraberce Mısır’a dönerek İsrâîloğulları’nın yaşlılarını toplarlar. Hz. Hârûn (a.s) Rabb’in, Hz. Mûsâ’ya (a.s) söylemiş olduğu bütün sözleri onlara duyurur ve ayrıca kavmin gözleri önünde mûcizeler gösterir. Bunun üzerine kavim onların Tanrı tarafından gönderildiğine ikna olur. [6] Rab, Hz. Mûsâ’ya (a.s), “Senin Firâvun’a Allah gibi yaptım ve kardeşin Hârûn senin peygamberin olacak; sana emrettiğim bütün şeyleri kardeşin Hârûn Firâvun’a söyleyecek” diyerek her ikisini Firâvun’a gönderir. [7] Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hârûn (a.s) birlikte Firâvun’a giderek, İsrâîloğulları’nı serbest bırakmasını isterler; fakat Firâvun kabul etmez. Onunla görüştüklerinde, Hz. Hârûn (a.s) seksen üç yaşındadır. [8] Firâvun onlardan bir mûcize göstermelerini isteyince, Hz. Hârûn (a.s) asâsını yere atar ve asâ yılan olup sihirbazların yılanlarını yutar. [9] İsrâîloğulları’nın salıverilmemesi üzerine, Firâvun ve Mısır halkına, Tanrı tarafından on musibet gönderilir. Bu musibetlerden bazılarında Hz. Hârûn da (a.s) rol alır. Örneğin, Firâvun’la mücadele esnasında Hz. Hârûn (a.s) asâsını ırmağın sularına vurur ve sular kana dönüşür [10]; asâsını uzatır ve Mısır diyarı kurbağalarla dolar. [11] Başka bir zamanda da Hz. Hârûn’un (a.s) asâsı ile gerçekleştirdiği bir mûcize üzerine Mısır diyarını tatarcık sineği istilâ eder. [12]
Tevrât’ta çeşitli mûcizelere vesile olan asâ, hem Hz. Mûsâ’ya (a.s) ve hem de Hz. Hârûn’a (a.s) nisbet edilmiştir. Bazı yerde de Hz. Mûsâ’nın (a.s) asâsını Hz. Hârûn (a.s) kullanmaktadır. Yılana dönüşen asânın Hz. Mûsâ’ya (a.s) ait olduğu belirtilmiş [13], fakat Firâvun’un huzurunda yılana dönüşen asâ Hz. Hârûn’a (a.s) nisbet edilmiştir.
Mısır halkının başına gelen musibetlerden sonra Tevrât’ta, Hz. Hârûn’dan (a.s) pek söz edilmez. Kızıldeniz’i geçerek Sînâ çölüne ulaştıktan sonra ve açlık baş gösterince, İsrâîloğulları, Hz. Mûsâ’ya (a.s) ve Hz. Hârûn’a (a.s) karşı söylenmeye başlarlar. Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hârûn (a.s), Rabb’in onlara bıldırcın eti ile ekmek vereceğini müjdeler ve Hz. Mûsâ’nın (a.s) emri üzerine Hz. Hârûn (a.s) kavimle konuşur. [14] İsrâîl’in, Amalek’e karşı verdiği savaş sırasında Hz. Mûsâ (a.s), mûcizeli asâsını yukarı kaldırdığında İsrâîl üstünlük sağlarken, yorulup aşağı indirdiğinde Amalek baskın geliyordu. Bu olayda Hz. Hârûn (a.s) ile Hz. Mûsâ’nın (a.s) ellerini yukarıda tutmasına yardımcı olmak suretiyle İsrâîl lehine mûcizenin devamını sağlamışlardır. [15] Yine Tevrât’ta anlatıldığına göre Hz. Mûsâ (a.s), Sinâ’da ilâhî vahyi aldıktan sonra yüce Allah, İsrâîl’in yaşlılarından yetmiş kişiyle birlikte Hz. Hârûn (a.s) ile iki oğlu Nadab ve Abihu’yu da çağırmış ve bunlar “İsrâîl’in Allahı”nı görmüşlerdir. [16] Hz. Mûsâ (a.s), yüce Allah ile görüşmek üzere dağa çıktığında yerine Hz. Hârûn’u (a.s) bırakmış [17], fakat dönüşü gecikince kavmi Hz. Hârûn’a (a.s) gelerek kendileri için bir ilâh yapmasını istemişler ve Hz. Hârûn da (a.s) ziynet eşyasından dökme bir buzağı heykeli yapmıştır. [18] Bu sebeple Rab, Hz. Hârûn’a (a.s) çok öfkelenmiş ve onu helâk etmek istemişse de, Hz. Mûsâ’nın (a.s) yalvarması üzerine bundan vazgeçmiştir. [19] Ancak İsrâîloğulları’nın altın buzağı yapıp ona tapmaları konusunda Hz. Hârûn’un (a.s) rolüyle ilgili Tevrât’ın anlatımında çelişkiler vardır. Tevrât’a bakılırsa [20], buzağı yapımında esas rol Hz. Hârûn’undur (a.s). Başka yerlerde ise buzağı yapımını talep eden ve Hz. Hârûn’u (a.s) bu iş için tehdit edenin [21] ve ayrıca buzağıyı Tanrı kabul edenin [22] halk olduğu belirtilmektedir. Esasen Hz. Hârûn da (a.s), Hz. Mûsâ (a.s) gibi buzağıya tapanları şiddetle cezalandırabilirdi. Fakat iyi kalpliliği sebebiyle onları affetmiştir.
Sînâ’dan hareket edildikten sonra Hz. Hârûn (a.s) ile kız kardeşi Miryam, Habeşli bir kadın aldığı için Hz. Mûsâ’ya (a.s) karşı çıkmaları yüzünden Rabb’in öfkesine sebep olmuşlardır. [23] Çöl hayatı boyunca Hz. Hârûn (a.s), her zaman Hz. Mûsâ’nın (a.s) yanındadır. Rabb’in emrine karşı gelen İsrâîloğulları arz-ı mev‘ûd’a girmek istemezler ve Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hârûn’a (a.s) isyan edip, liderliklerine itiraz ederler. [24]
Korah’ın (Kârûn) ve diğerlerinin isyanı sadece Hz. Mûsâ’ya (a.s) değil, Hz. Hârûn’a (a.s) da yöneliktir. Kâhinlik görevinin meşruluğunu ispat etmek için Hz. Hârûn’un (a.s) asâsı tomurcuklanıp çiçek açar. [25] İsrâîloğulları, çöldeki yolculuklarının sonuna doğru ikinci defa Kadeş’te konakladıkları ve susuzluk sebebiyle başkaldırınca, Rab, Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hârûn’a (a.s) asâ ile kayaya vurmalarını söylemiş, kayadan su fışkırmıştır. [26] Fakat bu arada davranışları ve sözleriyle, Rabb’e karşı suç işleyen İsrâîloğulları’nın arz-ı mev‘ûd’a girmeleri yasaklanmıştır. [27]
Kadeş’ten göç eden kavim Hor dağına geldiğinde Rab, Hz. Mûsâ’ya (a.s) Hârûn’un (a.s) ecelinin geldiğini ve ölen atalarına katılacağını bildirerek onu ve oğlu Eleazar’ı Hor dağına götürmesini istemiş; Hz. Mûsâ da (a.s) Rabb’in emri doğrultusunda Hz. Hârûn’un (a.s) elbisesini çıkararak Eleazar’a giydirmiş ve Hz. Hârûn (a.s) Hor dağının tepesinde ölmüştür. [28] Tevrât’ın bir başka yerinde Hz. Hârûn’un (a.s) Mosera’da öldüğü belirtilmektedir. [29] Vefat ettiğinde onun 123 yaşında olduğu zikredilir. [30] Hor dağının veya Mosera’nın nerede bulunduğu tartışmalıdır. Yaygın geleneğe göre Hor dağı, Petra’nın batısında “Cebelihârûn” denilen 1400 m. yüksekliğindeki dağdır. Hz. Hârûn’un kabrinin nerede bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Hz. Hârûn’u (a.s) bizzat Rab Yahve, Sînâ’da Hz. Mûsâ’ya (a.s) Hz. Hârûn’un (a.s) liderliğinde kâhinlik müessesesini tesis etmesini ve Hz. Hârûn (a.s) için elbiseler hazırlamasını emreder. [31] Hz. Mûsâ da (a.s) Hz. Hârûn (a.s) ve oğullarına göğüslük, entari, nakışlı gömlek, sarık ve kuşak gibi mukaddes giysiler hazırlar. Hz. Hârûn (a.s) ve oğullarını toplanma çadırının kapısına getirip su ile yıkar; mukaddes giysileri giydirir ve mesheder. [32] Bu seremoni ile kâhin olan Hz. Hârûn’a (a.s) görevleriyle ilgili tâlimatlar bizzat Tanrı tarafından verilmiştir. [33] Hz. Hârûn’un (a.s) kendisi başkâhin ve kâhinliğin kurucusu olduğu gibi zürriyeti de kâhindir. [34] Kendisinin ve zürriyetinin kâhinliği dâimî statüdedir. [35] Dört oğlu da bizzat onun tarafından takdis edilmiştir. [36] Hz. Hârûn (a.s) aynı zamanda Levili’dir; Levi sıbtı ona bağlı ve onun hizmetindedir. [37] Takdis edilmek suretiyle kutsiyetin en üst derecesine yükselen Hz. Hârûn (a.s), en önemli kutsal işleri yapmaya yetkili olup bu görevlerinin başında kurban takdimi gelmektedir. Kurbanları o kesmekte ve iç yağlarını da yine o yakmaktadır. [38] Toplanma çadırı ve ahid sandığıyla ilgili görevler onun uhdesindedir. [39] Halkı takdis etmek Hz. Hârûn (a.s) ve oğullarının işidir. [40] Hz. Hârûn (a.s) ve oğulları Tanrı’nın kanunlarını halka öğretmekle de görevlidirler. [41]
Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Hârûn (a.s) hakkında on üç sûrede çok kısa bilgi verilmiş ve yirmi âyette de ismen zikredilmiştir. [42] Kur’ân, Hz. Hârûn’un (a.s) peygamber olarak gönderildiği kavmin adının İsrâîloğulları olduğunu açıklar. [43] Hayatı ve faaliyetiyle ilgili fazla bilgi bulunmayan Hz. Hârûn (a.s), umumiyetle Hz. Mûsâ (a.s) ile beraber zikredilmektedir. [44]
Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Hârûn’a (a.s) vahiy geldiği (İnnâ evhaynâ ileyke kemâ… ve evhaynâ ilâ İbrâhîme… ve Hârûn) [45], Peygamber olduğu (Ve vehebnâ lehu min rahmetinâ ehâhu Hârûn’e nebiyyâ) [46], hidayete erdirildiği (hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihi Dâvûd’e… ve Hârûn) [47], lütufta/ihsanda/ nimette bulunulduğu (Ve lekad menennâ alâ Mûsâ ve Hârûn ) [48], güzel konuştuğu (Ve ehî Hârûn’u huve efsâhu minnî lisânen) [49] ve Hz. Mûsâ (a.s) ile beraber ona da furkân verildiği (Ve lekad âteynâ Mûsâ ve Hârûn’el’-urkân) [50] belirtilmektedir.
Hz. Mûsâ (a.s), Firâvun’a gitmekle görevlendirilince kardeşi Hz. Hârûn’un (a.s) kendisine yardımcı olarak verilmesini ve görevine onun da ortak edilmesini yüce Allah’tan istemiş ve bu isteği kabul edilerek ona peygamberlik verilmiştir (Ve lekad âteynâ Mûsâ’l-kitâbe ve ce’alnâ me’ahu ehâhu Hârûn’e vezîrâ) [51].
Daha sonra Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte âyetler ve gerçek bir delille Firâvun’a gönderilmiş (Summe erselnâ Mûsâ ve ehâhu Hârûn’e bi-âyâtinâ ve sultân’in mubîn) [52], Firâvun’un sihirbazları mağlûp olunca Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hârûn’un (a.s) Rabbine inandıklarını açıklamışlardır (Fe’ulkiye-s’seharatu succeden kâlû âmennâ bi’Rabbi Hârûn’e ve Mûsâ) [53].
İsrâîloğulları Mısır’dan çıktıktan sonra Hz. Mûsâ (a.s), ilâhî vaad gereği kırk günlük bir süre için Sînâ’ya giderken “Mûsâ, kardeşi Hârûn'a: ‘Kavmim içinde benim yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların yoluna uyma!’ deyip (ayrıldı)" diyerek kendi yerine Hz. Hârûn’u (a.s) vekîl/vezîr bırakmıştır. [54]
Hz. Mûsâ (a.s), Tûr’da iken kavminin, Sâmirî’nin iğvâsıyla [55] buzağı heykeli yapıp ona tapmaya başlaması üzerine Hz. Hârûn (a.s) Tevrat’ta kaydedildiğinin aksine “Andolsun, Hârûn daha önceden onlara: ‘Ey kavmim! Gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (imtihana çekildiniz). Sizin asıl Rabbiniz, Rahmân (olan yüce Allah)dır; şu hâlde bana uyun ve emrime itaât edin’ diye” (uyarmıştı.) [56], fakat sözünü dinletememiştir.
Hz. Mûsâ (a.s), Tûr dönüşü kavminin buzağıya taptığını görünce, Hz. Hârûn’a (a.s) “Ey Hârûn! Onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu? Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?” demiş ve saçından sakalından tutarak onu çekip sarsmış, bunun üzerine Hz. Hârûn (a.s), “Ey anamın oğlu! Saçımı, başımı tutma! Ben senin, İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diyeceğinden korktum” diyerek gerekçesini açıklamış [57]; daha sonra Hz. Mûsâ (a.s) Sâmirî’ye kızarak onu kovmuştur. [58]
Diğer bir âyette de, Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hârûn’un (a.s) hep hayırla yâdedilecekleri belirtilmektedir:
سَلَامٌ عَلى مُوسى وَهرُون
“Mûsâ'ya ve Hârûn'a selâm olsun; selâmette olsunlar; selâmete erenlerdendir.” [59]
----------