.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Nehcu'l- Belaga 176. Hutbe
 

H. 35 yılında hilafetinin ilk günlerinde Medine'de okuduğu bu hutbesinde öğüt vermekte, Kuran'ın faziletlerinden bahsetmekte ve bidat işlerden sakındırmaktır.

* * *

Allah'ın açıkladıklarından faydalanın, öğüdüyle öğütlenin, nasihatını kabul edin. Çünkü sizin mazeret göstermemeniz için açık deliller getirdi, sizlere hücceti tamamladı, amellerinizden hoş­nut olduğu şeyleri de, kötü gördüğü şeyleri de bildirdi. Bütün bunları emrettiklerine uymanız, nehyettiklerinden kaçınmanız için yaptı. Allah'ın Re­sulü (s.a.a), "Cennet dünyada hoşa gitmeyen şeylerle, cehen­nem ise nefsanî arzularla kaplanmıştır." buyururdu.

Bilin ki, Allah'a itaat zorluk ve isteksizlikle, Allah'a isyan ise, lezzet ve isteklerle iç içedir. O hâlde nefsinin arzularından kaçan, nefsinin hevasını kökünden söküp atan kimseye Allah rahmet etsin. Çünkü nefsini heveslerden ayırmak en zor işlerdendir. Gerçekten de nefis insanı sürekli günaha ve heveslere sürükler.

Allah'ın kulları! Bilin ki müminler ancak sabah akşam en­dişe içinde yaşarlar, sürekli nefislerini ayıplar, dururlar, kendilerinden sürekli iyi işleri arttırmasını isterler. O hâlde siz­den önce ve karşınızda ölüp gidenler gibi olun. Onlar dünyada göçebe­ler gibi çadır kurdular, sonra konaklarını bırakıp göçtü­ler.

Bu Kur'ân'ın; öğüdünün aldatmayan, saptırmayıp doğru yolu gösteren, sözünde yalan olmayan bir nasihatçı olduğunu bilin. Kur'ân'la oturup kalkan kimse bir artma ve bir de eksilme ile kalkar. Hidayetinde artma, körlüğünde eksilme olur. Kur'ân'a uyduktan sonra yoksulluk, Kur'ân'a uy­madan önce de zenginlik gelmeyeceğini bilin. O hâlde ondan dertlerinize şifa isteyin, zorluklarınıza karşı yardım dileyin. Çünkü o; küfür, nifak, azgınlık ve sapıklık gibi en büyük dertlere devadır. Onunla Allah'tan istekte bulu­nun, onun sevgisiyle Allah'a yönelin. Onun vasıtasıyla halktan bir şey istemeyin. (Maddî kazançlar elde etmek için Kur'ân'ı araç edinmeyin.) Çünkü kulları ona benzeyen, (ona denk) başka bir şeyle Allah'a yönelmemişlerdir.

Bilin ki, o şefaati kabul edilmiş şefaatçi ve sözü onaylanmış bir konuşmacıdır. Şüphesiz Kur'ân kıyamet gününde kime şefaat ederse şefaati kabul olur ve Kur'ân kıyamet gününde kimin aleyhinde söz söylerse sözü makbul sayılır. Ve şüphe yok kıyamet günü bir münadi şöyle çağrı yapar; "Kur'ân'dan başka bir şey eken kimse bugün ektiği tohum ve yaptığı ameller sebebiyle belaya düşecektir." O hâlde siz de Kur'ân'ı ekip, ona uyan­lardan olun. Rabbinizi onunla tanıyın, onu kendinize nasihatçi sayın. Ona uymayan fikirlerinizi suçlayın, aykırı düşen isteklerinizi doğrulamayın.

İşe koyulun işe! İşin sonu, işin sonu! Direniş, direniş! Sabır, sabır! Takva, takva! Gerçekten de sizin için bir son vardır, sonunuza yönelin. Şüphe yok, sizin için yola işaretler konulmuştur; onlarla hidayete erin. İslâm için bir nihai hedef vardır; ona yü­rüyün Allah'ın huzuruna çıkarken, üzerinize farz kıldı­ğını açıkladığı vazifeleri eda ederek çıkın. Ben size şa­hidim, kıyamet gününde sizin adınıza delil göstereceğim.

Bilin ki, önceden takdir edilen şeyler gerçekleşmekte ve kesinleşmiş hükümler ortaya çıkmaktadır. Ben sizinle Allah'ın vadi ve deliliyle konuşuyorum. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz, "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğrulukta devam edenlerin üzerine melekler iner: "Sizi vaadedilen cennetle müjdeleriz" derler."[1]

Siz de, "Rabbimiz Allah'tır." dediniz, öyleyse kitabı, emrettiği metod ve kulluğu sayılan iyi yol üzerinde sebat gösterin; sonra da o yoldan çıkmayın, onda bidatler çıkarma­yın ve ondan sapmayın. Çünkü ayrılanlar kıyamet gününde Allah'ın rahmetinden kesilirler.

Sonra dikkat edin de güzel ahlâkı bozmayın ve değiştirmeyin. Tek dilli olun, herkes dilini korumalıdır. Çünkü bu dil sahibine asidir.

Allah'a andolsun ben, dilini korumadıkça sakınan kula bu sakınmasının fayda verdiğini gör­medim. Müminin dili, kalbinin arkasında; münafı­ğın ise kalbi dilinin arkasındadır. Mümin, bir söz söy­lemek istediğinde kendi kendine düşünür, hayırsa söy­ler, şer ise vazgeçer. Münafık ise, kendisine ne getire­ceğini, ne götüreceğini düşünmeden diline geleni söy­ler.

Resulullah (s.a.a) "Bir kulun dili doğrulmadıkça kalbi, kalbi doğrulmadıkça imanı doğrulmaz." buyurmuştur. Kim Müslümanların kanlarından ve malla­rından eli temiz ve ırzlarından dili salim olarak yüce Allah'a ulaşabilirse, bunu yapsın.

Ey Allah'ın kulları! Müminin ilk yıllarda helal saydı­ğını bu yıl da helal sayacağını; ilk yıllarda haram saydı­ğını, bu yıl da haram sayacağını bilin. Size haram kı­lınmış olan şeyler, başkalarının çıkardığı şeylerle helal olmaz. Helal, Allah'ın helal kıldığı; haram da Allah'ın haram kıldığıdır. İşleri denediniz ve tecrübe ettiniz. Size öncekilerin hâlleriyle öğüt verildi, misaller gösterildi. Apaçık işe çağırıldınız; bunu ancak kör olan görmez, sağır olan duymaz. Allah'ın bela ve tecrübe­lerle fayda vermediği kişiye, hiçbir öğüt fayda vermez. Dar görüşlülük/dalalet önünü keser, böylece kötülüğü iyi ve iyiliği de kötü bilir. İnsanlar, iki kısımdır: Şeriata tâbi olanlar ve bidat çıkaranlar ki ne sünnetten ilâhî bir delilleri ve ne de ışıklı bir hüccetleri vardır.

Münezzeh olan Allah hiç kimseye Kur'ân'ın benzeri bir şeyle öğüt vermemiştir. Çünkü O, "Allah'ın sağlam ipi" emin se­bebidir. Gönüllerin baharı, bilginin kaynakları ondadır. Özellikle de öğüt alanların gittiği, unutan ve unutkan gözükenlerin ise kaldığı bu durumda ondan başka hiçbir şey gönülleri aydınlatamaz Bir hayır gördüğünüz zaman onu alıp, yardımınızla destekleyin; kötü bir şey gördüğü­nüzde de sakınıp gidin. Resulullah (s.a.a), "Ey Âdemoğlu! Hayırla amel et, şerri terk et; o zaman, cömert olur ve orta yolu bulursun." buyurmuştur.

Bilin ki, zulüm üç kısımdır: Bağışlanmayan zulüm, (cezası) terk edilmeyen zulüm ve bir de bağışla­nan ve sorulmayan zulüm. Bağışlanmayan zulüm, Allah'a şirk koşmaktır. Yüce Allah, "Allah ken­disine şirk koşulmasını kesinlikle bağışla­maz."[2] buyurmuş­tur. Bağışlanan zulüm, bazı küçük günahlarla kulun ken­disine yaptıklarıdır. Terk edilmeyip cezalandırılan zu­lüm ise, kulların birbirine zulmüdür. Bu­rada kısas çok şiddetlidir; bıçakla yaralamak veya kamçıyla vurmak gibi değildir. Bunlar onun yanında ne ka­dar küçük kalır! Allah'ın dininde renkten renge girip kaypaklık etmeyin. Hakta birleşip cemaat olarak yaptı­ğınız ve hoşlanmadı­ğınız şey, batılda birbirinizden ayrı olarak yaptığınız ve sevdiğiniz şeyden hayırlıdır. Münezzeh olan Allah ayrılığa düşen hiçbir kavme geçmişte bir ha­yır vermediği gibi, şimdi de vermez.

Ey insanlar! Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbı, insan­ların ayıplarını görmekten kendisini alıkoyar. Evinde oturup rızkını yiyen, Rabbine itaat ve kullukla meşgul olan, hatalarına ağlayan, kendisiyle meşgul olan ve hal­kın kendisinden rahat olduğu kişiye ne mutlu![3]

- - - - - - - - - - - - -


[1]- Fussilet/30

[2]- Nisa/48

[3]- Rebiu'l-Ebrar, s.1, s.219, (elyazması) Zemahşerî; Usul-i Kâfi c.2, s.443, Kuleynî; el-Mehasin, s.6 Barki; Emali, s.153, Şeyh Saduk; Tefsir-i Ay-yâşî, s.2, s.262; Tuhefu'l-Ukul, s.71, İbn Şu'be Harranî