.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
.
Geride bıraktığımız günlerde seneyi devriyesini andığımız münasebetlerden en önemlisi İmam Humeyni'nin vefatının yıl dönümüydü. İmamın nevine münhasır özellikleri, adını tarihte özel ve önemli kılan, her asır adından söz ettiren ve ettirecek eserlerinden en önemlisi müstekbirlere karşı gerçekleştirdiği büyük devrimidir diyebiliriz. İmam bu devrimi ile asırlardan beri kitaplar arasında teorik düzeyde kalan İslam devleti modelini velayeti fakih sistemi ile hayata geçirdi, dünya siyaset alanında uygulamaya koydu. Böylece İslam tarihinde ilk kez Velayet iktidarının şeması bu netlikte kurumsallaşıp şekillenmiş oldu diyebiliriz.
20. yüzyılda dünya dengelerini alt üst eden bu antiemperyalist ve antisiyonist şahsiyet zamanın iki süper gücü olan Batı ve Doğu bloku karşısında yeni bir antiemperyalizm blokunun temel taşlarını atmış oldu. Batılı emperyalist gücün elebaşı Amerika’ya, Batı Asya’da unutamayacağı yenilgiler yaşatan İmam’ın İslam Devrimi aynı kararlılıkla zamanın doğu emperyalizmi sayılan Sovyetler Birliği karşısında da Müslüman âlemine Kominizim belasından kurtulmak için YENİ BİR KAPI aralamıştı. Dini ve Müslümanlığı halkların afyonu ve uyuşturucusu olarak niteleyen doğu emperyalisti bu devrimle bozguna uğramıştı ve İslam’ın kitleleri nasılda meydana indirdiğine, din ve özgürlük temalı devrim ile nasılda 2500 yıllık şahlık rejiminin tarihin çöplüğüne gömüldüğüne şaşkın şaşkın bakmaktaydı. Batı ve Doğu Emperyalizminin beraberce meydana getirdikleri İslamofobi afeti ve virüsü etkisini yitirmişti artık, kendi toplumlarındaki İslam’a yönelişi bile engelleyemiyorlardı.
İmam’ın devrimi ile dünya yeni bir blok ve yeni bir eksen ile tanışıyordu, mustazafların ve halkların direniş ekseni olan üçüncü blok ile. Kısa bir zaman geçmeden bu eksen bir cepheye dönüşmüştü artık, Filistin ve Kudüs’ü özgürleştirip Siyonist rejimin Nil’den Fırat’a uzayan işgal hayallerini yerle bir eden direniş cephesi olarak hem de. Nil’den Fırat’a deyimi gündemden düşmüş, artık Direniş hilali dillendirilmeye başlanmıştı dünyada. İkinci Dünya Savaşı sonrası lime lime parçalanan İslam toprakları, moral çöküntüsü ile özgüvenini kaybetmiş Müslüman topluluklara ilaç gibi gelmişti bu devrim. Bu devrimle ilk kez İsrail’in değil büyümesini ve genişletilmesini, elindeki var olan işgal topraklarını nasıl koruyabileceklerini konuşmaya başlamıştı Batılılar. Çünkü İslam Devrimi ile oluşan blok ve cephe Doğu ve Batı blokları gibi rejimler ve devletlerle hareket etmiyordu. Yeni bloku halklar ve ezilmişler oluşturuyordu. Bu yüzden kısa bir zaman diliminde büyük bir coğrafyada etkin oldu, yayılmaya başladı. Uzlaşmanın ve teslimiyetin süper güçler karşısında hiçbir şey kazandırmayacağını, dik durmanın ve direnmenin zaferler kazandıracağını dünya bu devrimden öğrenmiş oldu.
Bu devrim İslam Dünyası için bir okula dönüştü. İmam’ın bu okulunda İslam Devleti modelin teoriden pratiğe dönüştüren Mutahhariler, Behiştiler ve Çamranlar gibi talebelerin yanında, ilerleyen süreçte emperyalizmin yenidünya düzeni, BOP ve DAEŞ gibi projelerini bozguna uğratacak Hacı Kasım Süleymaniler yetişti bu okulda.
Asıl soru şu: Bu devrim bu gücü ve dinamizmini nereden alıyordu? İmam lakabı ile ün kazanmış sarıklı bir mollanın dünyayı şaşkına uğratan, halkları harekete geçiren, umut ve zaferler vadeden sırrı neydi?
El cevap: İmam-ı Ümmet devrimci bir şahsiyet olmanın yanında Kur’anî bir şahsiyet idi.
Hud Suresi 112. Ayet: “Festeqim kema umirte” “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!”
Bu Allah kelamının İmam’ın efkarında ve faaliyetlerinde derin izler bıraktığına onu yakından tanıyan bir çok insan şahitlik etmektedir.
İmam Humeyni İslam’ın ve özgürlüğün Peygamber Efendimiz ve Ehlibeyt İmamları tarafından ağır bedeller ödenerek bizlere emanet bırakıldığına inanıyordu. Dolayısıyla onu korumanın ve yaşatmanın da bedelleri vardır, mukavemeti gerektirmektedir diyerek İmam’ın sık sık konuşmalarına ve uyarılarına şahitlik etmekteyiz. Buna göre İmam’ın devriminde direnme ve dik durma vardır, oturmak yok, beklemek yok, ağır bedeller ödemekten kaçınmak diye bir kural yoktur. Sadece diplomasiyle, politik yöntemlerle ve hatta zaman zaman uzlaşı ve teslimiyet yöntemiyle küresel devrimlere ve zaferlere gidilemeyeceğini İslam dünyasının (İran İslam Hareketi ile yola çıkan) Arap İhvan’ı ve Türk İslamcılığı örneklerinde gördü herkes.
İmam Humeyni’nin yaşamında, şahsiyetinde ve hareketinde gördüğümüz bazı enstantaneler onun İmam Hüseyn (a.s) ve Kerbela’dan ne kadar esinlendiğini ve etkilendiğini görmekteyiz. İmam Humeyni, Irak Baas rejimi tarafından o ülkeyi terk etmeye mecbur kaldığında Kuveyt’e yönelmiş ancak Kuveyt ve diğer İslam ülkeleri de İmam’ı kabul etmeyince yayınladığı tarihi mesajında şöyle demişti: “Eğer hiçbir devlet, kendi ülkesinde oturma izni bana vermezse, gemiye binip denizin dalgaları arasından, mazlum Müslümanların sesi olan kendi sesimi bütün dünyaya duyuracağım”. İşte İmam’ın bu mesajı, duyan herkesin kafasında İmam Hüseyn’in (a.s) şu sözlerini canlandırmıştı. İmam Hüseyin (a.s), Muhammed Hanefiye ile olan konuşmasında ve Yezid b. Mifreğ’in şiirini okumasında, kendi kıyamının hedefini, yani Yezid’e karşı muhalefet etmeyi beyan etmiş ve aldığı kesin kararı şöyle ifade etmiştir: “Eğer yeryüzünde sığınılacak hiçbir yer bulunmasa bile yine de Yezid’e biat etmeye hazır olmayıp kendi hedefim doğrultusunda her türlü tehlikeye karşı göğüs gereceğim.” Evet, İmam (a.s) bu hedefini ve bu yüce inancını, her fırsatta bazen konuşmasıyla bazen şiir ve diğer şekillerde dile getirmiştir.