.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
İyiliği emretme olayı, Mekke'de bi'setin ilk günlerinden itibaren İslâm'ın en önem verdiği konuların başında gelmiştir. Meselâ bi'setin ilk yıllarında Mekke'de nâzil olan ve o günlerde Müslümanlar arasında bir tür vedalaşma ve birbirinden ayrılırken selamlaşma parolasına dönüşen Asr Suresi'ndeki "birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler" tabiri aslında marufu emretmedir.
Peygamberlerin İlk Vazifesi
Kur'ân-ı Kerim peygamberlerin ilk görevinin marufa çağrı ve münkerden sakındırma olduğunu belirterek şöyle buyurur: "Andolsun biz her ümmete, 'Allah'a kulluk edin ve tâğuttan kaçının.' diye tebliğ etmesi için bir elçi gönderdik..." Yani peygamberlerin en önemli görevi iki şeydir: Birincisi, en büyük maruf ve en büyük iyi olan "eşi ve ortağı olmayan bir tek Allah'a kulluk esasına insanları çağırma"dır. İkincisi, münker ve kötülüklerin en büyüğü olan "tağu-ta itaat" zilletinden insanları sakındırmaktan ibarettir.
A'râf Suresi'nin 157. ayetinde, adı ve nişaneleri Tevrat'la İncil'de belirtilmiş olan İslâm Peygamberi'nin birinci vazifesinin marufu emretmek ve münkerden sakındırmak olduğu açıklanmıştır.
En iyi Ümmetin Belirtisi
Kur'ân-ı Kerim, Müslümanlara hitaben şöyle buyurur: İyiliğe davet edip kötülükten sakındırmanız kaydıyla siz, insanların gördüğü en iyi ümmetsiniz.1
Kur'ân-ı Kerim birçok ayette yersiz tutuculuklarından, gerçekleri tahrif etmelerinden ve yersiz beklentilerinden dolayı kitap ehlini eleştirirken; kitap ehlinden bir grubu ise inandıkları, ilâhî ayetleri okudukları ve marufu emredip münkerden sakındırdıkları için övmektedir: "Onların, hepsi bir değildir, Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar, işte bunlar sâlih olanlardandır."2
Marufu emretmek, yüce Allah'ın yaptığı güzel işlerdendir: "Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder, çirkin utanmazlıklardan (fehşâdan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır..."3
Münkere davet etmekse, şeytanın işlerindendir: "...Şeytan ise, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor..."4
Marufu emretme, Kur'ân-ı Kerim'in bütün mümin insanlara yaptığı bir çağrıdır, Tevbe Suresi'nin 71. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler..."
Bu ayette son derece dikkat çekici noktalar vardır:
1- Hangi yaş, meslek, ırk ve cinsiyetten olursa olsun rüştlerini ispatlayan bütün müminler birbirlerinin velileridirler; yani onların tavsiye ve sakındırmaları Allah Teala’nın verdiği velayet hakkından doğan bir tavırdır ve bu nedenle de kesinlikle yersiz müdahale ve üzerine vazife olmayan bir şeye karışma gibi tavırlarla nitelendirilemeyecek kadar yüce ve olumlu bir davranıştır.
2- Müslümanlar bu hakkı, "Allah'a iman" esasından almaktadırlar, bu esası haiz olmayanların böyle bir hakkı yoktur.
3- Marufu emretmek, daima münkerden sakındırmaktan önde gelmiştir; bu ise toplumda meselelere öncelikle olumlu boyutlarından yaklaşılması ve sadece eleştirici bir tavır takınılmaması gerektiğini göstermektedir.
4- Bu ayette marufu emretme ve münkerden sakındırma işi, namaz ve zekâttan daha önce belirtilmiştir, zira namaz kılma ve zekât verme işleri için öncelikle bir dizi tebligat çalışmasına ihtiyaç vardır ki, bu da marufu ve iyiliği emretmekten başka şey değildir. Meselâ, namaz vakti geldiğinde en güzel ve en iyi duyulur bir sesle okunan ezanda, "hayye ala's salât: namaza koşun!" demekteyiz. Bu çağrı bilfiil iyiliği emretmek olup namazdan önce eda edilmektedir. Kur'ân-ı Kerim namazı "münkerden sakındırma, kötülüklerden alıkoyma eylemi" olarak tanımlamakta ve "Namaz çirkin işlerden alıkoyar."5 buyurmaktadır.
5- Önceliklerin dikkate alınması gerektiği apaçık ortadadır. İslâm dini bütün iyilik ve olumluluklara daveti ve bütün kötülük ve çirkinliklerden sakındırmayı esas alan bir dindir. Başka bir deyişle, ideal bir topluma ulaşabilmek için:
1- Hem kadınlar, hem erkekler kıyam etmeli, kolları sıvamalıdırlar.
2- Velayet ve sevgiye dayalı tavsiyelerde ve engellemelerde bulunmalıdırlar.
3- İşe iyi yönlerden başlamalıdırlar.
4- Bütün olumlu ve olumsuz noktaları dikkate almalıdırlar.
İşin buraya kadarı genel olup bütün Müslümanların vazifesidir; ancak bazı ayetlerde bu iki önemli farizanın gereğince yerine getirilmesi için özel bir grup oluşturulması gerektiği buyrulmaktadır.
Özel Gurup
Kur'ân-ı Kerim, "Sizden hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden), sakındıran bir topluluk bulunsun..."6 buyurmaktadır.
Bu özel grubun sorumluluğu, avamdan farklıdır, bu grup gerekli imkân ve güçlerle donanarak harekete geçmeli ve kötülükleri engellemelidir. Basit bir örneklemeyle anlatalım: Tek yönlü bir caddeye tersinden giren bir araç karşısında diğer şoförlere düşen görev, far ve klaksonla onu uyarmaktır. -Bu, avamın ve toplumun görevidir.- Trafik polisine düşen görevse onu hemen engellemek ve cezalandırmaktır. -Bu da özel grubun görevidir.- İyiliği emredip kötülükten sakındıranların, Kur'ân-ı Kerim'de peygamberlerle birlikte anılması ve onların katillerine verilecek cezanın peygamberlerin katillerine verilmesi gereken cezayla aynı olduğunun belirtilmesi, bu farizanın önemini anlatmaya yeter sanırız. "...Peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler, işte onlara acıklı bir azabı müjdele."7
Kurtuluşun inzivaya ve bir köşeye çekilmekte olduğunu zannedenlerin tam tersine, Kur'ân, yegane kurtulanların "kendilerini ve diğer insanları iyiliğe ve hayra davet edenler" olduğunu bildirmektedir: "Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun, kurtuluşa erenler işte bunlardır."8
İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma eylemi, ancak Allah'a imanla ve O'nun rızası için yapıldığında bir erdem ve üstünlük sayılır: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, marufu emreder, münkerden sakındırır ve Allah'a iman edersiniz..."9
Her ne kadar din âlimlerinin ve takvâlı dindar insanların sorumluluğu daha fazlaysa da iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma olayı karşılıklı bir eylemdir. Herkesin bir diğerini bu fârizaya davet etmesi ve Asr Suresi'nde de buyrulduğu gibi, "hakkı ve sabrı tavsiye edenler"den olması, başkalarının hatalı ve kötü davranışlara düşmesini engellemesi ve bu yolda çeşitli zorluklara göğüs germeye hazırlıklı olması gerekir. "Yapmakta oldukları çirkin işlerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!"10
Yüce Allah, insanoğlunun varlığına kendi ruhunu üflemiş ve onu yeryüzünde halifesi kılmıştır, nitekim bundan dolayı insanoğlu daima özel erdemlere ve ilâhî cömertliklere muhatap olmaktadır; ancak sahip olduğu hayvânî içgüdülerle şeytanın vesveseleri ve tağutların kibirlenmesi gibi faktörler nedeniyle sürekli bir kontrole ve denetime de şiddetle muhtaçtır. Bu nedenle de Yüce Yaratıcı, insanı çeşitli uyarma, dizginleme ve kontrol etme yetenekleriyle de donatmış durumdadır:
1- Akıl kelimesi, Arapça "ıkâl" kökünden gelir ve "insanın kontrol ve denetimini sağlayan vesile" anlamını taşır.11 Akıl gibi dizginleyici bir unsur olmasaydı, insanoğlu çok kısa bir sürede kendisini mahvederdi.
2- Fıtratı ve doğası da, insana iyiye yönelmeyi ve kötülüklerden uzak durmayı telkin eder.
3- Allah Tealâ'nın gönderdiği bütün peygamberler bu amaçla görevlendirilmişlerdir.
4- İyiliği emretme ve kötülüklerden sakındırma eylemi de, insanların irşadı ve aydınlanması için en iyi araçtır.
İnsanoğlu bu dizginleyici ve dengeleyici unsurlara sahip olmasaydı; insan, sırf istek ve arzularının akışına bırakılacak olsaydı elbette ki taş üstünde taş kalmayacak, fitne ve sapmaların boyutu arşa çıkacaktı: "Eğer hak, onların arzularına ve tutkuları-na uyacak olsaydı, hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içindeki herkes ve her şey bozulmaya uğrardı..."12
Cahiliye Döneminde Münkerden Sakındırma Olayı
Cahiliye döneminde de Mekkeli gençlerden bir grup, Mekke'ye gelen gariplerin zulüm ve haksızlığa uğramasını engellemek ve başı darda kalan her mazluma yardımcı olmak amacıyla bir örgüt kurdu. O dönemlerde Hz. Muhammed (s.a.a) gençti ve henüz peygamberlikle görevlendirilmemişti; ama "hak ve haklıdan yana" olan bu güzel girişimi destekleyerek örgüte üye oldu ve peygamber olduğu zaman bu olay kendisine hatırlatıldığında şevkle, "Eğer şimdi de bir mazlumu desteklemek için beni çağırsalar hemen koşar, böyle bir harekete hemen katılırım." 13 buyurdu.
Marufu Emredip Münkerden Sakındırmanın Tevhitle İlişkisi
Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Lâ ilâhe illallah sözü, hafife alınmaması ve küçümsenmemesi kaydıyla, insanı Allah'ın azabından uzak tutar." Tevhid kelâmının küçümsenmesinin anlamı sorulduğunda, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: "Apaçık şekilde günah işlenir ve hiç kimse buna aldırmaz ve günah işleyeni engellemezse, Tevhid kelâmı hakarete uğramış, küçümsenmiş olur."14
Marufu Emredip Münkerden Sakındırmanın Nübüvvetle İlişkisi
A'râf Suresi'nin 157. ayetinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) görevleri açıklanırken, "...İnsanlara marufu emreder ve münkerden alıkoyar." buyrulur.
Bir ve eşi olmayan yüce yaratıcıya kulluktan daha önemli bir maruf ve tâğuta kulluktan daha çirkin bir münker düşünülebilir mi? Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de Nahl Suresi'nin 36. ayetinde, "Bütün peygamberlerin insanlara karşı vazifesi, onları Allah'a kulluğa çağırmak ve tâğuta kul olmalarını engellemektir." buyrulmaktadır.
Marufu Emredip Münkerden Sakındırmanın İmametle İlişkisi
Cennet gençlerinin efendisi İmam Hüseyin (a.s) Yezid'e karşı başlattığı kıyamın amacını açıklarken şöyle buyuruyor: "Hakka göre amel edilmediğini ve bâtılın engellenmediğini görmüyor musunuz?"
Yine şöyle buyurmaktadır: "Ben marufu emretmek ve münkerden sakındırmak niyetindeyim; ceddim Resulullah'ın (s.a.a) getirdiği dinde yapılan bozulmaları ıslâh etmek azmindeyim!"
Marufu Emredip Münkerden Sakındıranların Konumu
Tevbe Suresi'nin 111 ve 112. ayetlerinde şöyle buyrulur: "Hiç şüphesiz Allah, müminlerden, karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaattir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığımız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Allah yolunda canlarını vermeye hazır olan bu müminler tövbe eder; ibadet eder, hamt eder, İslâm davası için seyahat eder, rüku ve secde eder, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'ın sınırlarını korurlar. Bütün bu müminleri müjdele!"
Bu iki ayete kısaca göz atıldığında "marufu emreden" ve insanları iyiliğe çağıranların özellikleri ve nitelikleri kolaylıkla anlaşılmaktadır, onlar yiğit ve gözü pektirler, geceleri rükû, secde, tevbe, dua ve gözyaşlarıyla geçen bu insanların gündüzü, hakkı haykırmak ve iyiliğe çağırmakla geçmektedir. Onlar, insanları Allah'ın kanunlarına uymaya davet etmeden önce bu çağrıyı kendi nefislerine uygulamakta ve önce kendilerini ıslâh etmektedirler. Evet, Allah Teala'nın vaadde bulunduğu büyük kurtuluş ve büyük başarı, başkalarını davet ettikleri şeye kendileri uymayan, kendileri kırmızı ışıktan geçerken başkalarını İslâmî hicaba ve tesettüre uymaya davet edenlerin değil; bu, yiğit ve dininde samimî olan fedakâr insanlarındır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1- "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır…" (Âl-i İmrân, 110)
2- Âl-i İmrân, 113-114
3- Nahl, 90
4- Bakara, 268
5- Ankebût, 45
6- Âl-i İmrân, 104
7- Âl-i İmrân, 21
8- Âl-i İmrân, 104
9- Âl-i İmrân, 110
10- Mâide, 79
11- "Ikaal" kelimesi, deveyi çökertmek ve kaçmamasını sağlamak için ayağına bağlanan ip ve köstek anlamınagelir.
12- Mü'minûn, 71
13- Goftar-i Mah (Ayın Konuşması), c.1, s.64, Merhum Dr. Âyetî.
14- Mizan'ul-Hikme, c.6, s.266