.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Zeynep Işık

Menzilet hadisi şudur;

Hz. Rasulullah (s.a.a) buyurdu ki:

“Ey Ali! Senin bana nisbet’in, Harun’un Musa’ya nisbeti gibidir; yalnız benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[1]

Bu hadis ile bize birçok pencere açılmaktadır. Bazıları şunlardır.

1- Hz. İbrahim’in (a.s) mirası Hz. Muhammed ve Al-i Muhammed’tedir.  

 Yüce Allah ayet-i kerimeler de şöyle buyurmaktadır;

 "...İbrahim'in hanif (Allah'ı bir tanıyan) dinine tâbi olan kimseden din bakımından daha güzel kim vardır? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir."[2]

"Nefsini ahmmaklaştırandan başka, kim İbrahim'in dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik. Ahirette de o iyilerdendir. (İbrahim'i seçtik) o zaman ki Rabbi ona, 'İslâm ol.' demişti. O da âlemlerin Rabbine teslim oldum.' demişti"[3]

 

"Biz ona İshak'ı ve Yakub'u da hediye ettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh'a ve onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Musa’ya ve Harun'a yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz. Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas'a da. Hepsi iyilerden idiler. İsmail, Elyes'a, Yunus ve Lût'a da. Hepsini âlemlerden üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da... Onları seçtik ve onları doğru yola ilettik. İşte bu Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini buna iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, kendileri için yaptıkları her şey hiç olur giderdi. İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Şimdi şunlar, bunları inkâr ederse, biz, onları inkâr etmeyecek bir toplumu onlara vekil bırakmışızdır. İşte onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yoluna uy."[4]

 

"Rabbimiz! Onlara içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek ve onları arındıracak bir elçi gönder. Şüphesiz üstün güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin.”[5]

"O, bana doğru yolu gösterecektir. Allah bunu onun soyunda kalıcı bir kelime yaptı..."[6]

Hz. İbrahim (a.s) Hz. Nuh’un (a.s) yolunu devam eden idi. Hz. İbrahim’in dini yine kendi zürriyetinden seçilmiş kişilerle devam etmektedir. Önce gelenler Hz. İshak (a.s) üzerinden bu yol devam etti. Ancak Hz. İsa’nın (a.s) şeriatinden sonra da bu yol Hz. İsmail’in (a.s) soyundan olarak Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamları (s.a) üzerinden devam etti.

Dolayısıyla Hz. İbrahim’e (a.s) verilen ilahî her çeşit emanet devam ederek Hz. Muhammed (s.a.a) ve Al-i Muhammed’e (sa) miras olarak geldi.

Ebu Hamza, İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Bu ümmette İbrahim’in (a.s) dinini uygulayan yalnızca biziz ve taraftarlarımızdır. Bu ümmetten hidayet olanlar, yalnız bizimle hidayet olmuşlardır. Aynı şekilde bu ümmetten sapkınlığa uğrayanlar da yalnız bizden dolayı (bize muhalefet etmelerinden dolayı) sapkınlığa uğramışlardır.”[7]

2- Hz. İbrahim’e en yakın olanlar Hz. Muhammed ve Al-i Muhammed’tir.

Dolayısıyla mirasçı olarak din, yol, Kâbe, hikmet, ilim, hidayet, imamet, hilafet gibi her emanet Hz. Muhammed ve sonrada Ehl-i Beyt imamlarındadır. Hz. İbrahim de her peygamber ve vasisi gibi sıratı müstakimin son silsilesi olarak Hz. Muhammed ve vasileri olan Ehl-i Beyt imamlarını, kendisine iman edenlere müjdelemiş, yolun son süreci olan Allah’ın takdirini onlara bildirmiştir.

...Mufaddal b. Ömer şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: "Fakat siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz"[8] âyetinin anlamı nedir.

Buyurdu ki: “Burada bâtıl ehlinin velayetini tercih ettikleri anlatılıyor. Ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. Burada da Emir'ül-Mü'minin (Ali b. Ebu Talib aleyhisselâm)’ın velayeti kastediliyor. Şüphesiz bu, önceki kitaplarda, İbrahim ve Musa'­nın (aleyhimusselâm) kitaplarında da vardır.”[9]

Ali b. Ebu Talib (a.s) şöyle buyurmaktadır;

“Allah’ı size şahit tutuyorum. Acaba Allah’ın Hac suresinde “Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve hayır işler yapın ki, kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda, gerektiği gibi cihad edin. O, sizi seçti ve dinde size bir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Peygamber'in size şahit olması ve sizin de insanlara şahit olmanız için, O, daha önce ve bunda (Kur'ân'da) size Müslüman adını verdi. Artık namazı hakkıyla kılın, zekât verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlanızdır (sahibinizdir). Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır!” ayetlerini nazil ettiğini ve bunun üzerine Selman’ın “ ey Allah’ın elçisi! Senin onlara tanık olduğun ve onlarında insanlara tanık oldukları, Allah’ın seçtiği ve babaları İbrahim’in dini olan bu dinde onlara bir zorluk kılmadığı kişiler kimlerdir?” diye sorduğunu, peygamber’in de “ Allah bununla sadece onüç insanı kast etmiştir. Ben, kardeşim Ebu Talib oğlu Ali ve on bir evladı. Biri diğerinden sonradır ve hepsi de imamdır. Kur’an onlarladır ve onlar Kur’an ile. Havuzda bana kavuşana kadar ayrılmazlar.” Dediğini biliyor musunuz?

Oradakiler yemin olsun ki “evet” dediler.”[10]

Son vasi olan İmam Mehdi(a.f), Hz. Muhammed ve vasilerinin son varisi olarak şöyle buyurmaktadır;

“Ey insanlar! Kim bizimle Allah hakkında tartışırsa, ben Allah’a daha yakınım. Kim bizimle Âdem hakkında tartışırsa, ben Âdeme daha yakınım. Kim Nuh hakkında tartışırsa, ben Nuh’a daha yakınım. Kim İbrahim hakkında tartışırsa, ben İbrahim’e daha yakınım. Kim Muhammed hakkında tartışırsa, ben Muhammed’e daha yakınım. Kim peygamberler hakkında tartışırsa, ben peygamberlere daha yakınım. Yoksa Yüce Allah kitabının muhkem ayetlerinde şöyle buyurmamış mıdır?

“Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim’in soyunu ve İmran’ın soyunu seçip âlemlere üstün kılmıştır. (Bunlar) birbirlerinden türeyen bir soydur. Allah işitendir, bilendir.”[11]...”[12]

Bu cümlelerle şunu belirtmektedir. Yani imam Mehdi (a.f) tüm enbiya ve vasilerinin vasisidir. Bu yüzden tüm seçilmişlere en yakın olan odur. Yolu devam ettiren, emanetleri taşıyan, ilmin kendisinde toplandığı ve tüm seçilmişlere muhalefet edenlere adaleti uygulayacak olan odur. Bu yüzden İbrahim’in mirası devam etmektedir. Ve tüm peygamberlere olduğu gibi Hz. İbrahim’e en yakın olan onlardır. Yani Hz. Muhammed (s.a.a) ve vasileri olan Oniki İmam’dır.

Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık) şöyle buyurmaktadır; “ İbrahim’in, Musa’nın sahifeleri bizim yanımızdadır. Biz onu Resulullah’tan (s.a.a) miras aldık.”[13] 

3- Kâbe ve Kâbe’yi İnşa Edenler yine olardır.

Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) idi.  el-Kâfi'de İmamlardan birinin şöyle dediği belirtilir:

"Yüce Allah Hz. İbrahim'e, Kâbe'yi yapmasını, temellerini yükseltmesini ve insanlara ne şekilde ibadet edeceklerini göstermesini emretti. İbrahim ve İsmail Kâbe'nin duvarını her gün bir diz boyu yükselttiler. Sıra Hacerü'l-Esved'in konulacağı yere gelince, (İmam Muhammed Bâkır (a.s) diyor ki:) Ebu Kubeys dağı İbrahim'e, 'Bende sana ait bir emanet vardır.' Diye seslendi. Ona Hacerü'l-Esved'i verdi. O da onu getirip Kâbe duvarındaki yerine koydu."[14]

Kâbe şiarı İslam dini için çok önemlidir. Kâbe ve Mekke şehri yeryüzünün kalbi pozisyonundadır. Bu nedenle Kâbe’nin mesajı nasıl Hz. İbrahim (a.s) ile bütünleşti ise yine Kâbe ve Hz. Muhammed (s.a.a) ile de bütünleşti. Ve bu ilahî mesaj burada kalmadı. Diğer imamlar ile yine devam etmektedir. Nasıl ki Kâbe tevhidi sembolize eder, ancak onun dili seçilmiş olan her zamanın hidayet edenidir. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in bu görevi, şimdi Hz. Muhammed ve Âl-i Muhammed’tedir.

 “Hani biz Beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için merci (dönüş) ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e, "Tavaf edenler, ibadete kapılanlar, rükû ve secde edenler için Evimi temizleyin." diye emretmiştik.”[15]

Bu nedenle dini en iyi kimden öğreniriz, örnek alırız. Elbette Rabb’imizin seçtiği ve teyit ettiği kimselerden öğreniriz. Dolayısıyla ilah tanıtımını, Rabbimizin seçtiği, irtibat kurduğu, masum olduğu ve desteklediği Hz. Muhammed ve vasilerinden alırız. Başka adreslerden olamaz.

Mekke halkı Kâbe’nin Rabbi diye seslenirlerdi. Elbette ki Kâbe’nin Rabb’inin ne buyurduğuna dikkat etmelidirler. Sürekli İbrahim’in mirası derlerdi. “İbrahim’in mirası” nedir diye aramak ve bulmak zorundadırlar. Bu mirasın gerçek sahipleri olan Hz. Muhammed (s.a.a) ve vasilerini duymak, dinlemek, tanımak, anlamak ve itaat etmeleri gerekmektedir.

4- “Ben onlardanım, onlar da bendendir” mesajını hatırlatmaktadır.

Geçmişteki tüm seçilmişler ve gelecekteki tüm seçilmişler için Hz. Muhammed (s.a.a) hep şöyle buyurmuştur; “ Ben onlardanım, onlar bendendir.”

Bu şu anlama gelmektedir. Biz hepimiz birbirimizi her yönden tasdikleriz, aynı tıynetteniz, aynı yolda yürürüz, aynı ailedeniz, aynı hedef için mücadele ederiz, yöntemlerimiz aynıdır…

Bakınız sadece bir örnek verirsek, Hz. Peygamber (s.a.a) İmam Ali (a.s) için ne buyurmaktadır. Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivâyet edilmiştir:

Hz. Ali (a.s), Hayber'i fethederek Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:

“Ümmetimden bazı gruplar, senin hakkında Hıristiyanların Mesih İsâ b. Meryem hakkında dediklerini demeselerdi, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, yanından geçtiğin her topluluk, ayaklarının altındaki toprağı ve abdest suyunun fazlalığını şifa için alırlardı. Ancak senin (faziletinde) şu kadarı yeterlidir ki sen bendensin, ben de senden; sen benden miras alırsın, ben de senden ve sen bana göre Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun; sadece sen peygamber değilsin. Sen benim borcumu ödersin ve benim sünnetim üzere savaşırsın. Hiç şüphesiz sen, yarın (mahşer gününde, Kevser) havuzu başında benim halifem olacaksın.”[16]

İmam Ali de (a.s), çevresindeki muhalefet eden sözde Müslümanlara şöyle hatırlatmaktadır; “ Acaba peygamberin “ Ben ve kardeşim Ebu Talip oğlu Ali, Âdem’e kadar tek bir tıynettenizdir.” Dediğini ve duyduğunuzu ikrar ediyor musunuz?”[17]

Hz. Muhammed (s.a.a) bu ifadeleri diğer imamlar için de kullanmıştır. O halde tüm seçilmişler aynı aileden olarak, seçilmişler ailesi olarak görmeliyiz. Aksi takdirde bu hüccetlerin arasına girmek isteyen seçilmemişleri göremeyiz.  

5- Âl-i Muhammed demek, Âl-i İbrahim demektir.

-…Abdülvahhâb-ı Sakafî’den: İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam buyurdu ki: Babam Muhammed Bâkır aleyhisselam Hamrân adlı ashabına bakarak ağladı. Sonra şöyle buyurdu:

 “Ey Hamrân! Şaşırıyorum bu halka! Nasıl gafil oldular veya unuttular, ya da kendilerini unutmuş gösterdiler? Resulullah’ın hastalığında buyurduğu sözü unuttular. Halk, peygamberi ziyaret edip ona selam veriyorlardı. Sonunda onun evi doldu. Sonra Ali geldi ve peygambere selam verdi ama ona ulaşamadı. Orada olanlar da ona yol vermediler. Bu durumu gören Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) yastığından kalkarak buyurdu ki: “Yanıma gel ey Ali!”

 Halk bu durumu görünce birbirlerini iterek Hz. Ali’ye yer verdiler. Resulullah da onu kendi yanına oturtarak buyurdu ki: “Ey halk! Ben, hayatım boyunca Ehl-i Beyt’ime nasıl davrandığınızı gördüm. Benden sonra nasıl davranacaksınız?

Allah’a andolsun ki Ehl-i Beyt’ime yaklaştıkça Allah katında dereceniz artacaktır. Sizler onlardan bir adım uzaklaşır ve onları hiçe sayarsanız, Allah’tan uzaklaşacaksınız.”

 Sonra devam ederek buyurdular ki: “Ey halk! Sizlere söyleyeceklerimi işitin. Bilin ki Allah’ın rızası, rıdvanı ve cenneti Ali’yi seven, onun velâyetini, imamlığını ve ondan sonraki vasileri kabul edenler içindir. Benim onlar hakkındaki duamı Rabb’imin kabul etmesi haktır. Onlar oniki vasidirler. Her kim buna uyarsa, bendendir. Ben İbrahim’denim, İbrahim de bendendir. Benim dinim onun dinidir, onun dini benim dinimdir. Onun nispeti, benim nispetimdir ve benim nispetim onun nispetidir. Benim faziletim, onun faziletidir. Ve ben ondan üstünüm. -Ama ben gururlanmam- Benim bu sözümü Allah’ın kelâmı onaylıyor: “... Bu zürriyetinin bazıları, bazılarındandır ve Allah işitendir, bilendir.[Al-i İmran/34]”[18]

İmam Ali b. Ebu Talib(a.s) te şöyle buyurmaktadır;

“… “Acaba Allah’ın kendi fazlından halka verdiklerini onlardan kıskanıyorlar mı? Biz Âl-i İbrahim’e kitap ve hikmet verdik. Onlara büyük bir mülk verdik.”[19]

Kitap; peygamberliktir, hikmet; sünnettir. Mülk; hilafettir ve Âl-i İbrahim de biziz!”[20]

Yani peygamberlik, sünnet ve hilafet Hz. Muhammed ve Âl-i Muhammed hanedanındadır. Bunu net olarak görmek gerekmektedir.

5- Hz. Musa ve Hz. Harun’un kaderi

Hz. Muhammed (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) konumu, Hz. İbrahim’in mirasında Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun (a.s) durumuna benzetilmiştir. Sanki aynı kader ve kaza tekrarlanmaktadır. Onlardaki sünnetullah şu idi. Hz. Musa’nın halifesi kendi çocuklarından değil, kardeşi Hz. Harun ve çocukları üzerinden ilahi yol ve deliller devam edecekti. Aynı durum Hz. Muhammed (s.a.a) için de geçerli idi. İmam Ali b. Ebu Talip (a.s) üzerinden zürriyet devam edecekti. Ancak yol Hz. Muhammed’e (s.a.a) nispet edilecekti. Dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.a) ümmet arasındaki “halifem” derken Ali b. Ebu Talib (a.s) ve sırayla ardı ardına gelen çocuklarının isimlerini müjdelemişti.

6- Hz. Musa’nın (a.s) halifesi kardeşi Hz. Harun (a.s) idi.

Hz. Musa (a.s) Fıravun’a tebliğ için yola koyulurken Rabbine şöyle dua eder;

"Ey Rabbim, göğsümü genişlet." dedi.

"İşimi de bana kolaylaştır."

"Sözümü anlasınlar diye dilimden düğümü çöz."

"Ailemden bana bir yardımcı ver."

"Kardeşim Harun'u (bana yardımcı kıl)."

"Onunla arkamı güçlendir."

"Onu işime ortak kıl."

 "Ki seni çok tespih edelim."

 "Ve seni çok analım."[21]

Aynı duayı Hz. Muhammed de (s.a.a) kardeşi Ali b. Ebu Talib (a.s) için yapar. Elbette tüm bu kararlar zer âleminde verilen ilahi takdirler idi. Ancak bu takdirlerin yeryüzünde bu şekilde gündeme getirilmesinin birçok hikmetli boyutları da vardır.

Ali b. Ebu Talib’in hasta olduğu bir gece idi, Resulullah (s.a.a) tüm geceyi dua ederek şöyle buyurdu;

“ Bu gece Allah’tan ne istediysem bana bağışladı ve kendim için ne istediysem aynısını senin içinde istedim. Allah’tan benimle senin aranda kardeşlik bağı kurmasını istedim. O da yaptı. Benden sonra seni bütün müminlerin velisi yapmasını istedim. O da yaptı. Bana peygamberlik ve elçilik elbisesini giydirdiği gibi sana da vasilik ve şecaat (yiğitlik) elbisesini giydirmesini istedim. O da yaptı. Seni vasim, varisim ve ilmimin hazinedarı yapmasını istedim. O da yaptı. Senin benim yanımdaki yerini Harun’un Musa yanındaki yeri gibi yapmasını, sırtımı seninle güçlendirmesini ve işimde seni bana ortak kılmasını istedim. O da yaptı. Ama şöyle buyurdu; “ Senden sonra peygamber yoktur” ben de razı oldum. Seni kızımın eşi ve evlatlarımın babası yapmasını istedim. O da yaptı.”[22]

Yüce Allah da Resulünün duasına icabetini şöyle buyurmaktadır;

 “Biz senin göğsünü (açıp) genişletmedik mi? Belini büken ağır yükü üzerinden attık. Adını ve şanını yücelttik.”[23]

Ayette geçen göğsün genişletilmesi ve yükünün indirilmesine sebep Ali b. Ebu Talip’tir.  Menzilet hadisinde bu noktada vurgulanır.

Hz. Peygamber(s.a.a) şöyle buyurmuştu;

 “Senin bana olan menziletin (konumun) Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Ancak benden sonra peygamber yoktur.” [24]

 Bu sözünü Hz. Resulullah (s.a.a) Hayber’de, Tebük savaşına giderken, hac dönüşünde ve birçok yerde çokça tekrarlamıştır. Bu yüzden bu hadis ile ilgili çokça rivayetler ve kaynaklar bulunmaktadır. Hz. Harun’daki (a.s) tüm konumlar İmam Ali (a.s) için geçerli buyrulmuş. Ancak nübüvvet makamının sonlandığını bu nedenle hariç olduğu dile getirilmiştir.

İmam Ali b. Ebu Talib (a.s) şöyle buyurmaktadır;

“ Peygamber’in şu sözü “ senin benim yanımdaki yerin Nebilik hariç Harun’un Musa yanındaki yeri gibidir. Acaba halifeliğin Nebilikten ayrı olduğunu bilmiyor musunuz? Eğer Nebilikle beraber başka bir şey olsaydı, Allah’ın elçisi onu da istisna ederdi.”[25]

7- Resulullah (s.a.a) bu hadis ile nübüvvet makamı dışında kendisinde olan tüm faziletlerin kendi vasilerinde olduğuna da vurgu yapmaktadır.  Geçmiş konularda peygamber ve vasilerinin ortak özelliklerini sıralamıştık.  

8- Yine bu hadisteki gösterilen ilişkinin teşbihi, sadece peygambere vezirlik ve halifelik açısından değildir. Konum, faziletler, şartlar ve tepkiler açısından da dikkatimizi çekmektedir.

Örneğin; Hz. Musa (a.s) nasıl ki Tuva dağına gitmeden önce Hz. Harun’u (a.s) kendi yerine halef etti ve ümmet üzerindeki tüm sorumluluğu ona bıraktı, aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.a)’te Tebük seferine çıkarken İslamın merkezi olan Medine ve halk üzerindeki yönetim sorumluluğunu halifesi olan Ali b. Ebu Talib’e (a.s) bıraktı.

 Resulullah (s.a.a),toplumu buna hazırlıyordu. Her şart ve olayda bu konumu hatırlatıyordu. Nitekim bu konuda yüzlerce hadisi kitabımızda sıraladık.

Yahudilerin Bazı Batıl İnançları Yahudilerin Bazı Batıl İnançları

Resulullah (s.a.a) hayatının son aşamalarında da bu menzilet hadisini hatırlatıyordu. Hactan dönerken ünlü Gadir Hum hutbesinde de bu konu geçmektedir. Ve Medine’de buyurduğu hutbelerde de bu durum sık sık hatırlatılmaktadır.

Hz. Musa’dan sonra ümmet üzerindeki ilahi velayet, Hz. Harun’un çocuklarına bırakılır. Elbette peygamber olan Hz. Musa’nın kişisel bir tercihi değildir. Peygamberler kendiliğinden bir şey söylemezler. Ne buyursalar vahye dayanır.

9- Hz. Harun’un çocukları üzerinden seçilmiş silsile devam ettiği gibi İmam Ali ve seçilmiş olan Ehl-i Beyt’in çocukları üzerinden imamet makamı devam edecektir.

Ali aleyhisselam şöyle buyurdu:

 “Yüce Allah’ın Hacc süresinde/ 77-78. ayetlerde şöyle buyurduğunu bilmiyor musunuz? “Ey iman edenler! rükü ve secde edin ve Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin ki belki felâha erersiniz. Ve Allah yolunda hak cihad edin. O sizi seçmiştir. Ve o size dinde zorluk göstermemiştir. Babanız İbrahim’in şeriatıdır. Allah önceki kitaplarda ve bu kitapta sizi müslümanlar diye adlandırmıştır. Peygamber sizlere, sizler de halka şahit olasınız diye.”

 Bu ayet nazil olduğunda Selman (r.a) ayağa kalkarak dedi ki: “Ey Resulullah! Senin onlara, onların da halka şahit olduğu ve Allah’ın seçtiği ve Allah’ın, babaları İbrahim’in şeriatında olduğu gibi dinde kendilerine zorluk gösterilmeyen bu insanlar kimlerdir?” Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) buyurdu ki: “Allah bu ayette onüç insanı belirtmektedir: Ben, kardeşim Ali ve onun evlatlarından onbiri.””[26]

Nasıl ki Hz. Musa’nın buyurduğu ilahî yol ve emanetler Hz. Harun ve çocuklarına miras bırakılır. Aynı durum Hz. Muhammed ve imam Ali için de geçerlidir. Peygamberin getirdiği yol, hilafet ve imamet makamları ile Hz. Muhammed’ten İmam Ali ve çocuklarına miras olur. Onlar üzerinden hidayet imamları bu ümmete önder ve şahittirler. 

10- Ne yazık ki Hz. Harun (a.s) ve çocuklarına gösterilen muhalefet, imam Ali (a.s) ve çocuklarına da gösterilir. Hz. Harun ve vasisi olan çocukları bir türlü kabullenilemez. İsrailoğullarının kibir, dünya sevgisi, hırs ve kıskançlığı onları Hz. Musa’ya ve dolayısıyla Allah’a ihanet etmeye götürür. Hz. Harun’un (a.s) çocukları da ilk planda yardımcı bulamaz. Ancak ilerleyen süreçlerde kendisine savaş açıldığında ne yazık ki o ve yanındaki az bir grup ile beraber savaşmak zorunda kalır.

İmam Ali b. Ebu Talip de (a.s) şöyle buyurmaktadır;

“ Vallahi bana biat eden o kırk kişi sadık olsalardı Allah için sizlerle savaşırdım. Ama Allah’a yemin olsun bilin ki kıyamete kadar sizin neslinizden bir kişi bile hilafete ulaşamayacak! Peygambere isnad ettiğiniz sözün yalan olduğunun delili Allah’ın sözüdür. “ acaba Allah’ın kendi fazlından halka verdiklerini onlardan kıskanıyorlar mı? Biz Âl-i İbrahim’e kitap ve hikmet verdik. Onlara büyük bir mülk verdik.”[27]

 Kitap; peygamberliktir, hikmet; sünnettir. Mülk; hilafettir ve Âl-i İbrahim de biziz!”[28]

İmam'ı(a.s) zorla sözde halife’ye biat etmesi için evden çıkartılarak Ebu Bekir'in meclisinin kurulduğu Sakife'ye kadar sürüklerler. Onlar onu yaka paça çekiştirip götürürken İmam (a.s) sağa sola bakıyor ve şöyle seslenmişti:

“Ah Hamza! Bugün bir Hamza'm yok benim. Ah Cafer! Bugün bir Cafer'im yok benim.”

 Onu sürüklerlerken, kardeşinin ve amcasının oğlunun (Resulullah'ın -s.a.a-) mezarının yanından geçmişlerdi. Şöyle seslendi: “Ey anamın oğlu! Bu toplum, beni zayıf düşürdü. Neredeyse beni öldürecekler.”[29]

Aynen halkın batılı savunmak (Samiri’nin buzağısına inanmak) için Hz. Harun’a zülmetmeleri ve onu öldürmeye çalışmaları gibi İmam Ali’de buyurmuştu.

Hatta tarih şundan da bahseder. Hz. Musa’nın eşi, Hz. Harun’un çocuklarına karşı ordu toplar ve savaşır.

… İmam Ali (a.s)-  peygambere şöyle dedim-; “ Ey Allah’ın elçisi! Bunlar olduğunda ben ne yapayım?

Şöyle dedi; “ Eğer yardımcı bulursan onlarla anlaşma ve savaş. Eğer yardımcı bulamazsan Allah’ın dinini, kitabını ve benim yöntemimi ayağa kaldırmak için yardımcı bulana kadar elini tut ve kanını koru!”

Peygamber bana ümmetin yakında beni alçaltacağını, başkasına biat edip benden başkasına uyacağını haber verdi.

Peygamber bana O’nun yanındaki yerimin Harun’un Musa yanındaki yeri gibi olduğunu, kendinden hemen sonra bu ümmmetin (bir kısmının) Harun’la taraftarlarına ve (bir kısmınında) buzağıyla taraftarlarına dönüşeceklerini bildirdi. Musa ona; “Ey Harun! Neden (halkın) yoldan çıktığını gördüğünde engel olmadın? Yoksa bana uymadın ve emrime karşı mı geldin?” dediğinde (Harun); “Ey annemin oğlu! Şüphesiz bu kavim beni zayıflattı ve neredeyse beni öldüreceklerdi.” Ve yine “Ey annemin oğlu! Benim yakamı bırak” elini başımdan çek. Ben korktum. Sen İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın ve sözümü dinlemedin diyorsun” dedi.

Peygamberin maksadı şu idi; “Musa Harun’u onlar arasında kendi yerine halife bıraktığı zaman O’na eğer yoldan çıkarlarsa ve yardımcı bulursa onlarla savaşmasını, yardımcı bulamazsa elini tutmasını, kanını korumasını ve onlar arasında ayrılık çıkarmamasını emretti. Ben de kardeşim Peygamber’in bu sözü bana söylemesinden korktum. Neden ümmet arasında ayrılık çıkardın ve benim sözümü dinlemedin? Hâlbuki seninle yardımcı bulamazsan elini tut, kendin, Ehl-i Beyt’in ve taraftarlarının kanını koru diye ahitleşmiştim.”[30]

11- Muhalefet eden toplulukların hastalıkları da aynıdır.

İmam Ali (a.s) biata zorla, boynunda ip olarak Ebubekir’in yanına götürülürken İmam Ali peygambere hitap ederek şöyle haykırdı; “Ey annemin oğlu! Bu kavim beni zayıflattı ve neredeyse öldüreceklerdi. A’raf suresi/ 150…”[31]

Selman İmam Ali’nin (a.s) şöyle dediğini haber verdi; “Peygamberden sonra dört kişi dışında bütün halk dinden döndüler. Halk Peygamber’den sonra Harun ile taraftarları ve buzağı ile taraftarlarına benzediler…”[32]

Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurdu; “Benim ümmetim israiloğullarının yaptıklarını yapacaklar. O şekilde ki ayak bastıkları yere ayak basacaklar, ok attıkları yere ok atacaklar, karış karış, milim milim onların işlerini yapacaklar. O derecede ki eğer bir hayvanın deliğine girseler onlar da girecekler. Tevrat’ı ve Kur’an’ı meleklerden biri bir kalemle bir sayfa’ya yazmıştır. Her ikisinde de aynı örnekler ve yapılması istenenler uygulamaya konmuştur.”[33]

Hz. Musa’nın (as) ardından kırk gün gibi kısa bir sürede insanlar tevhid inancından Samiri adında bir kâfirin toplumu buzağı putuna tapmaya davet çalışmalarını yapmaya başlamış, halk şirke düşmüştü. Hz. Muhammed’ten (s.a.a) sonra değil daha cenaze işleri yapılırken iktidar ve dünya hırsı üzerinden İmam Ali’ye karşı muhalif topluluklar, tepkilerini aşikâr göstermeye başladılar. Hâlbuki Resulullah (s.a.a) onları sık sık dinden yüz çevirmemeye, zulmetmemeye ve biat edip sözden dönmemeye karşı halkı uyarmıştı. Ancak onlar çok çabuk Resulullah’a (s.a.a) ve Allah’a ihanet etmeye başladılar. Samiri ve buzağı tablosu yeniden canlanmıştı. Menzilet hadisinde bu pencereleri de görmemiz gerekmektedir.

12- Hâlbuki Resulullah’a (s.a.a) en yakın olanlar; Ehl-i Beyt’i olan İmam Ali ve vasileri olan çocukları idi.  Tıpkı Hz. Musa’nın(a.s) risaletine en yakın olanların Hz. Harun(a.s) ve onun vasileri olduğu gibi idi.  Bir türlü sözde inandım diyenler anlamıyorlardı, bu seçim insanların tercihine bırakılmış değildi. Din ve hidayet yolu nasıl ki Allah’tan uzanan bir ipti, onun hüccetleri de yine Rabbimiz tarafından seçilmiş kimselerdi.  Peygamber’in hastalığı sırasında Hz. Fatıma ile babası Hz. Resulullah arasında geçen bu diyaloğa dikkat edelim.

Süleym şöyle dedi: “Selman-ı Farisi’den şöyle dediğini işittim:

“Peygamberin vefatına sebep olan hastalığında yanında oturmuştum. Fatıma geldi. Peygamberin güçsüz halini gördüğünde öyle bir şekilde boğazı düğümlendi ki yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. (O zaman) Peygamber şöyle buyurdu: “Kızım! Neden ağlıyorsun?” Fatıma: “Ey Allah’ın Peygamberi senden sonra kendim ve evlatlarımın zayi olmasından korkuyorum.” dedi.

Peygamber gözleri yaşla dolduğu halde şöyle buyurdu: “Ey Fatıma! Bilmiyor musun biz öyle bir Ehli Beyt’iz ki Allah bizim için ahireti dünyaya tercih etti ve yok olmayı bütün yaratıkları için kesin (zorunlu) kıldı. Yüce ve tertemiz olan Allah yeryüzüne teveccüh ederek onların arasından beni seçti ve peygamber yaptı. Sonra ikinci kez yeryüzüne teveccüh ederek eşini (Ali’yi) seçti: seni Onunla evlendirmemi, O’nu kendime kardeş, vezir ve vasi tutmamı ve ümmetim arasında halifem yapmamı emretti.

Öyleyse senin baban Allah’ın nebilerinin ve elçilerinin en iyisidir: Kocan da vezirlerin ve vasilerin en iyisidir ve sen de benim ailemden bana ilk kavuşacak kişisin.

Sonra Allah üçüncü defa yeryüzüne teveccüh ederek kardeşim ve eşin ve senin evlatlarından olan onbir kişiyi seçti ki (onlar) sendendirler.

Öyleyse sen cennet kadınlarının efendisisin ve iki oğlun Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler. Ben, kardeşim ve onbir imam- ki kıyamete kadar benim vasilerimdirler- hepimiz doğru yola sevk edenler ve doğru yola sevk edilmişleriz. (hidayet edenler ve hidayet olmuşlarız)

Kardeşimden sonra vasilerin ilki Hasan’dır. Ondan sonra Hüseyin ve sonrada Hüseyin’in soyundan gelecek olan dokuz evladıdır. Bunlar cennette tek bir evde olacaklardır. Hiçbir ev Allah’a benim evimden daha yakın değildir. Sonra İbrahim ve Ehli Beyt’inin evidir!

Kızım, Allah’ın seni ümmetimin ve Ehli Beyt’imin en iyisi ile evlendirmesinin sana olan ikramlarından olduğunu bilmiyor musun? O İslam’da herkesten önce, hilimde herkesten daha büyük, ilmi hepsinden daha fazla, nefsi herkesten daha ulu, dili herkesinkinden daha doğru, kalbi herkesinkinden daha yiğit, eli herkesinkinden daha açık, dünyaya nispetle herkesten daha zahit, ciddiyet ve çabada herkesten daha şiddetlidir.” Fatıma babasının söylediklerinden dolayı mutlu oldu ve ferahladı.

Sonra Peygamber Fatıma’ya şöyle buyurdu:

“Ebu Talip oğlu Ali’nin sekiz tane parçalayıcı ve yırtıcı dişi halktan hiç kimsenin sahip olmadığı menkıbeleri vardır.

 (Bunların birincisi) O’nun Allah’a ve Elçisi’ne herkesten önce iman etmesidir ve bu konuda ümmetimden bir tek kişi dahi O’nu geçememiştir. (İkincisi) O’nun Allah’ın kitabına ve benim sünnetime olan bilgisidir. Senin eşinden başka ümmetimden hiç kimse benim ilmimi tamamen bilmemektedir. Bunun nedeni şudur: Allah bana O’ndan ve benden başkasının bilmediği bir ilim öğretmiştir. Bunu meleklere ve diğer peygamberlere de öğretmemiştir. Sadece bana öğretmiştir. Allah bana O’nu Ali’ye öğretmemi emretmiştir ve bende bunu yaptım. Bu nedenle ümmetimden O’ndan başka bir tek kişi dahi benim ilim, kavrayış ve hikmetimi tamamen bilemez.  (Üçüncüsü) sen O’nun eşisin. (Dördüncüsü) Ümmetim içindeki iki torunum, Hasan ve Hüseyin O’nun oğullarıdır. (Beşincisi) İyiliği emretmesidir. (Altıncısı) kötülükten sakındırmasıdır. (Ve diğer ikisi) Yüce ve Ulu Allah O’na hikmeti ve hak ile batılı birbirinden ayırmayı öğretmiştir. (Faslu’l Hitab)

Ey Kızım! Biz öyle bir Ehli Beyt’iz ki Allah bize yedi şey bağışlamıştır. Bunları öncekilerden ve sonrakilerden bizim dışımızda hiç kimseye bağışlamamıştır. Ben nebilerin ve mürsellerin (gönderilenlerin) efendisi ve en iyileriyim, benim vasim vasilerin en iyisidir, kendimden sonraki vezirim vezirlerin en iyisidir. Ve bizim şehidimiz şehitlerin en iyisidir. Maksadım amcan Hamza’dır.”

(Fatıma) şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Acaba o seninle birlikteyken katledilen şehitlerin efendisi midir?”

“Hayır, O önceki ve sonrakilerden, nebiler ve vasiler dışında şehit olanların efendisidir.

Ebu Talip oğlu Cafer ki iki defa hicret etmiştir ve iki tane kanlı kanat sahibidir. Onlar vesilesiyle cennette meleklerle birlikte uçar. Oğulların Hasan ve Hüseyin: Ümmetim içinde iki torunum ve cennet gençlerinin efendileridirler. Canım elinde olana yemin olsun bu ümmetin Mehdisi (kurtarıcı) bizdendir. Allah O’nun vesilesiyle yeryüzünü zulüm ve sıkıntılarla dolduğu gibi adalet ve iyilikle dolduracaktır.”

Fatıma dedi ki: “Ey Allah’ın elçisi! Bu saydıklarından hangisi daha üstündür?”

Peygamber şöyle buyurdu: “Kardeşim Ali ümmetimin en üstünüdür. Ali’den, senden, iki oğlun ve torunum olan Hasan ve Hüseyin’den ve -parmağıyla Hüseyin’e işaret ederek – bu oğlumun evlatları olan vasilerden sonra Hamza ve Cafer ümmetimin en üstünleridirler ki Mehdi o vasilerin sonuncusudur. Ondan (Mehdi) önce olan ondan üstündür. Önce olan sonrakinden daha hayırlıdır. Çünkü O’nun imamıdır ve sonraki öncekinin vasisidir. Biz öyle bir Ehli Beyt’iz ki Allah bizim için ahireti dünyaya tercih etmiştir.”

Sonra Peygamber Fatıma’ya, eşine, iki oğluna baktı ve Selman’a şöyle buyurdu: “Ey Selman! Allah’ı şahit tutuyorum ki onlarla savaşanla savaş halindeyim ve onlarla barış içinde olanlarla barış halindeyim. Bil ki onlar cennette benimle birliktedirler.”

Sonra Peygamber Ali’ye dönerek şöyle buyurdu: “Ey Ali! Çok yakında benden sonra Kureyş’ten, Onların sana karşı birleşmelerinden ve sana zulmetmelerinden dolayı zorluk çekeceksin. Eğer onlara karşı yardımcı bulursan onlarla savaş ve sana inananlarla birlikte muhaliflerini öldür. Eğer yardımcı bulamazsan sabret, eline sahip ol ve kendi elinle kendini tehlikeye atma. Senin benim yanımdaki yerin Harun’un Musa yanındaki yeri gibidir. Senin Harun’dan iyi bir örneğin vardır. O kardeşi Musa’ya şöyle dedi: “Bu kavim beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldüreceklerdi.”[34]

12Menzilet hadisini iyi anlayan risalet makamının sürekliliğini fark eder. İmam Ali’nin imamet makamı ile hem kendisinden önceki süreci, hem de kendisinden sonraki süreci görür. Böylece İmam Ali’den sonraki vasileri de kolaylıkla fark eder. İlk imamı marifet eden son imamı da marifet eder. Ve bu dünya hayatının ilahi kader ve kaza yolunu ve bu yolun sonunu basiret eder ve buna göre hazırlığını yapar.

Musayyib oğlu Said, Malik oğlu Sad’dan (Sad b. Ebu Vakkas)’tan Allah’ın Elçisi’nin şöyle buyurduğunu aktarıyor:

“Ey Ali, senin bana nispetin Harun’un Musa’ya olan nispeti gibidir. Tek fark budur ki, benden sonra Peygamber yoktur. Sen benim borcumu öder, vaadimi yerine getirir, benden sonra benim (Kur’an’ın inişi) tenzil hakkında savaştığım gibi tevil (açıklanışı) hakkında savaşırsın.

Ey Ali! Seni sevmek iman, sana kin beslemek ise nifaktır. Lütuf sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah, bana; Hüseyin’in soyundan dokuz tane masum ve temiz İmam çıkaracağını bildirmiştir. Bu ümmetin Mehdi’si de bizdendir. O kimsedir ki, ahir zamanda benim zamanın evvelinde yaptığım gibi dini ayakta tutacaktır.”[35]

İmam Cafer Sadık (a.s) Allah’a hamd ettikten sonra şöyle buyurdu;

“Vaciplerin en üstünü ve insana en vacip olanı Rabbi tanımak ve kullukla O’na ikrar etmektir. Marifetin sınırı; Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını ve O’nun hiçbir benzeri olmadığını bilmektir. Aynı şekilde (bu marifete sahip kimse) Allah'ın kadim, mevcut oluşu vasıtasıyla ispatlanabilen, kaybolmayan ve benzeri olmadan sıfatlandırılan, boşa çıkarılamayan, hiçbir şeyin O’nun misli olmadığı ve O’nun işiten ve gören olduğunu bilerek tanıyor. O’ndan sonra ise (bu) Elçi’yi tanımak ve onun peygamberliğine şahitlik etmektir. Elçiyi tanımaya en yakın olan onu peygamberliği ile ikrar etmektir. Aynı şekilde onun getirdiği kitabı yahut emri ya da yasağı itiraf etmektir ve onun Allah tarafından geldiğini ikrar etmek demektir. Ondan sonra ise (bu) İmam’ı tanımaktır. O lakabı, özelliği ve ismiyle zorluk ve kolaylık durumunda rehber olarak kabul edilen kimsedir. İmam’ı tanımaya en yakın olan şey; onun Allah’ın Elçisi’nin (görev ve yetki bakımından) dengi olduğunu bilmektir. Tek bir istisna vardır ki İmam, Peygamber’in derecesinde değildir. O, Allah’ın Elçisi’nin varisidir. Aynı şekilde ona itaat etmek Allah'a itaattir. Allah'ın Elçisi’ne itaattir. Her bir emir bakımından ona teslim olmak, ona müracaat etmek, sözünü kabul etmektir.

Aynı şekilde (bir şahıs) bilmelidir ki, Allah’ın Elçisi’nden sonraki İmam; Ebu Talip oğlu Ali, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Hüseyin oğlu Ali (Zeynel Abidin), sonra Ali oğlu Muhammed (Bakır), sonra ben, sonra benim ardımdan oğlum Musa (Kazım), ondan sonra onun evladı Ali (Rıza), Ali'den sonra oğlu Muhammed (Taki), Muhammed'den sonra oğlu Ali (Naki), Ali'den sonra oğlu Hasan (Askeri) ve Hasan'dan (sonra) oğlu Hüccettir...” [36]

...Muhammed b. Hasan el-Miysemî şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Allah Azze ve Celle, peygamberini terbiye etti ve terbiyesini eksiksiz bir şekilde tamamladıktan sonra işleri idare etme yetkisini ona verdi ve buyurdu ki: "Resul size neyi getirdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının."[37]

Allah, Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve âlihi) hangi yetkiyi vermişse, biz Ehl-i Beyt'e de aynı yetkiyi vermiştir.»[38]

- - - - - - - - - - - -


[1] İleu’ş-Şerai, Ş. Saduk, 2/463, h. 35

[2] Nisa suresi/125

[3] Bakara suresi/130-131

[4] Enam suresi/ 84- 90

[5] Bakara suresi/129

[6] Zuhruf suresi/ 27-28

[7] Ravzatu’l Kâfî, s.248, h. 359

[8] A’lâ suresi/16

[9] Usul-i Kâfi, c.1, h. 1100

[10] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 195

[11]  Âl-i İmran suresi/ 33–34

[12] Muhammed Cevad Horasani/ Beklenen Mehdi, s.84-85

[13] Besairu’d Derecat, h. 531 

[14] El-Kâfi, c.4, s.205, h: 4

[15] Bakara suresi/125 

[16] Ravzatü'l-Vâizîn, c.1, s.112, el-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.86

[17] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 89

[18] Gaybet-i Numani, b.4, h.22

[19] Nisa suresi/ 54

[20] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 54

[21] Tâ-Hâ suresi/ 25-34

[22] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 240

[23] İnşirah suresi/ 1-4

[24] Menakıb-ı İmam Ali (a.s), İbn-i Meğazili, s. 255 - 257.

[25] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 101

[26] Gaybet-i Numani, 4. b, h.8

[27] Nisa suresi/54

[28] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 54

[29] A'râf suresi/150

[30] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 113 - 114 

[31] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 54

[32] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 62

[33] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 63

[34] Ehl-i Beyt’in Sırları, s. 30-31

[35] On İki İmam’ın İmametinin Delilleri, El-Kummî Er-Razi, s. 102

[36] On İki İmam’ın İmametinin Delilleri, El-Kummî Er-Razi, s. 196

[37] Haşr suresi/ 7

[38] Usul-i Kâfi, c.1,h. 695