Güzellik obje de değil bakan gözlerdedir, güzellik görülende değil gören gözlerdedir. "Uyumlu evren" gözüyle âleme bakan birisi, birçok şeyi görecektir, ayrıca her şeyi güzel olarak görecektir. Bu bakışlarda önemli olan gözümüze ne tür bir gözlük taktığımız, olaylar ve durumları hangi açıdan gözlemlediğimizdir.

Güzellik; gönlümüzü okşayan, gözümüzü aydınlatan, ruhumuza heycan veren, sonra gidip iç dünyamızda estetiğe dönüşen ve bize tarifi güç en tatlı huzuru bahşeden mefhum, mana, muhteva, manzara gibi şeylerdir.

Gönüllerine bir tek O'nu yerleştirmiş, her yanda O'nu görmüş ve O'nu duymuş yücelere dilbeste gönüller, tüm bu güzellikleri yüceler yücesi Rabbin bir yansıması olarak görürler.

Zeynep gibiler için her nesne ve obje Hak güzelliğinin bir aynası ve aks-i sedasıdır. Bu itibarladır ki, duyguları her zaman O'nun solmayan güzelliğinin akisleriyle renklendiğinden, kendilerini hep güzellerle ve güzelliklerle iç içe görür, ölüm ve yokluğun kasıp kavuran fırtınaları karşısında bile bahar temaşa ve duygularıyla yaşarlar.

Ve yine Zeynep gibiler, böyle bir bakış zaviyesi sayesinde ölümleri yeniden varolmanın yolu, sararıp solmaları daha taze renklere yürümenin köprüsü sayar; sayar ve her zaman kendilerini ebedi güzelliklerin gel-gitleri arasında hissederler.

İşte bu yüzden ne hazanın ekşi yüzünü görür, ne yok olup gitmelerin karanlığına takılır ve ne de ayrılıkların hicran/hasretini duyarlar.

Tüm bu bakış açılarını, güzel görmeleri ve güzeli görmeyi insana bahşeden imandır. Zeynep'ten öğrendiğimiz iman; ufkumuzu aydınlatan bir ışık, beklentilerimiz adına bir ümit kaynağıdır ve ancak onunla acılar, ızdıraplar, hüzünler ve ağlamalar aşıla bilir ve onunla bir ucu gönüllerde, diğer ucu da gidip ebedî Cennet saraylarına dayanan bir mutluluğa ulaşılabilir.

İşte bu yüzden bizzat iman güzeldir. O dünya-ahiret saadetimizin kaynağı, bizi endişelerimizden kurtarıp aram kılan, Hakk'a yöneltip ilahi kılandır. Temelinde iman, teslim ve tevekkül olması açısından; zahiri yönüyle başımıza gelen belalar, hoşumuza gitmeyen musibetler ve meşakkatli görülen tüm ibadetler aslında tavrımızı iyi belirleye bildiğimizi takdirde birer nisbi güzellik ifade etmektedir.

Gerçek güzellik O'na aittir, kendisi güzel olduğu gibi ondan sadır olan her şey de güzeldir. Topyekûn varlık âlemi rabbin değişik tecellilerinin aynısı, her nesne ve her olay da O'nun güzelliğinin küçücük bir parıltısıdır. Bunu Mevlana Mesnevi'sinde ne de güzel dile getiriyor:

Kendi hüsnün hûblar şeklinde peyda eyledin,

Sonra dönüp çeşm-i âşıktan temâşâ eyledin.

Evet, kalp iman ile doldu mu ve gönül semasında sadece O'na temaşaya başlanıldı mı; insan coşar, içi içine sığmaz, belalar gökten başına yağmur misali yağsa bile  "Daha güzeli olamaz" sözleriyle hayranlığını ifade eder ve bu iç içe güzellikler karşısında hep âşıkane duygularla dolup boşalır. Bu ise (hayatı ve yaşamı her zaman güzel yönleriyle görmek) ; insanın ruhuna, vicdanına huzur bahşeder, sağlığını düzenleyip, büyük zorluk ve acılar karşısında dayanaklı olmasını sağlar.

Evet, böylesine bakışla bakılan Kerbela, sadece güzelliklerin bulunduğu bir mekândır.

Düşmanın bu olanları kötü göstererek Zeynep'in acılarına acı katma istekleri, O'nun arifane cevabıyla "Güzellikten başka bir şey görmedim" ile verilmiştir. Bu da Hüseyn'in hareketinin en başından hep olumlu bakıp, ümit verici sözler buyurmasının bir diğer versiyonudur.

"Allah'tan ister zafer olsun ister öldürülmek, her iki durumda da bizim için hayırlı olanı takdir etmesini diliyorum."

Kardeşin hayırları istemesi, bacısının da bu hayırları görmesi birbirini tamamlamaktadır. Dolayısıyla gören gözler için güzellik cilveleri ve cemal tecellileri Kerbela hadisesinde ne kadar da çoktur.

Kerbela insan kemalinin tecelli mekân olması itibariyle güzeldir. İnsan sadece amel meydanında, yaptıklarıyla ne kadar yüce, mükemmel, ilahi bir insan olduğunu, Allah'ta nasıl fani olabileceğini gösterebilir. Kerbela bütün insanlığa, insanın ne kadar sınırsız bir varlık olduğunu, mükemmellik boyutunun ne kadar olduğunu ve nereye kadar yüksele bileceğini göstermiştir. Bu büyük yiğitlik destanı, insanlık makamının sınırlarını herkese gösterdi, demek ki insan ne yüce makamlara ulaşabiliyormuş. Bunlar insani erdemler peşinde koşanlar için sonsuz bir güzelliktir.

Aşura'nın güzelliklerinden bir diğeri ise, hak ile batılın çizgisini, melek huylularla şeytan yüzlülerin sınırlarını ve doğru ile yanlışın ne olduğunu belirlemesi, bunları gereken yerlerine koymasıdır. Hakla batıl, iyiyle kötü birbirine karıştı mı, hakkın yüzü batılın tozlarıyla örtülecektir, hak açıkça belli olmayacak dolayısıyla da insan şaşkın kalacaktır. Bu durumlarda, saf ve yüzeysel bakan Müslümanlar şüpheye düşeceklerdir. Hüseyn yakmış olduğu meşale ile aydınlık getirdi, estirdiği rüzgârla toz ve dumanları dağıttı, batılın yüzündeki maskeyi düşürerek gerçek yüzlerini aşikâr kıldı, böylece tüm fitne propagandaları etkisiz oldu. Acaba bu güzel değil mi?

Özellikle de Aşura trajedisindeki tasua sahnesi güzelliğin en parlak görünümüdür. Gitmek yerine Hüseyin'le kalanlar vefalarını gösterdiler, fedakârca yanında kaldılar, böylece Aşura gecesi tarihin en güzel gecesi oldu, bin aydan belki daha fazlasından üstün kadir gecesi, aşkın en güzel şekilde yaşandığı gece..

İmam'ın ashabına buyurdukları, ashabın vefalarını gösteriş tarzı, İmam ile Kasım arasındaki konuşma, herkesin sabaha kadar uyanık kalması, okunan Kuranlar, dualar, münacatlar, dökülen gözyaşları, yapılan şakalar, en içten gülüşler, İmam'ın arkadaşlarının Zeynep'e vefalarını göstermeleri…

Bütün bunlar güzellik kitabının altın harflerle yazılmış zerrin sayfalarıdır. Zeynep bunları güzel görmede, geleceği güzel görmede, kanın nasıl kılıca galebe çalacağını görmede ve daha anlamadığımız, bilmediğimiz, temaşa etmediğimiz neleri görmede; bu yüzden değil midir ki buyuruyor:

"Sadece güzellik gördüm."