İlim öğrenmek kolay değil çaba ister. Hiçbir ilim zahmetsiz ele geçmez. Herhangi bir dalın uzmanı olan kimseler de o yolda çektikleri zahmetler ve çabalar neticesinde o dalın uzmanı olmuşlardır.
Bir öğretmen o görevi üstlenmek için dört yıllık üniversiteyi okumak ve çeşitli sınavlardan geçmek zorundadır.
Doktorluk gibi bazı meslek dalları da daha fazla okumayı icap etmektedir.
Fazlasıyla okumayı gerektiren dallardan bir tanesi de İslamî konulardır.
İsimlerine hoca, imam, molla dediğimiz kimseler bu sıfatı bir iki günlük okuma ile elde etmemişlerdir.
Toplumumuz içerisinde bulunan hocalarımız 5 ila 20 yıl arasında medrese eğitimi görmüşlerdir.
İlk eğitimleri, belki de edebiyat ve gramer açısından dünyanın en zor dillerinden bir tanesi olan Arap edebiyatını öğrenmek ile olmuştur. Sadece bir bağlacın 10-15 manaya geldiği bir Arapça. Fiil çekimlerinde o erkekler, o kadınlar, o iki erkek, o iki kadın gibi ayrıcalıkların olduğunu bir Arapça. Herhangi bir kelimenin 60'a yakın manasının bulunabileceği bir Arapça.
Arapçanın yanında, fıkıh, mantık, felsefe, tarih, ahlak, Kur'an ilimleri vs. birçok ilim medreselerde okunur.
Elbette ki okumanın da kendisine göre bazı zorlukları vardır. Bazen açlıklar içerisinde, bazen yorgunluklar içerisinde, bazen vatan ve sevdiklerinden uzak bir şekilde eğitimini sürdürürsün.
Amaç; eğitimi bitirip, memleketine dönüp insanları İslamî maarif ile bilinçlendirmektir.
Elbette bu bilinçlendirmede asla uydurma bir şey söylemeyeceksin. Uydurma bir şey söylemenin vebali çoktur. Yanlış bilinçlenen bir insanın, yanlış bir şekilde ibadetini yapması, başkalarına o yanlış bilgiyi iletmesi sorumluluğu…
Bu sorumluluğun bilincinde olan bir hoca asla kendisinden uydurarak bir hüküm vermez. ‘Bilmiyorum!’ der veya kitaplara bakarak ya da daha bilgili kimselere sorarak o konuyu öğrenir ve de soruyu soran kimseye cevabını ve hükmünü iletir.
Toplumumuz içerisinde bulunan 20-30 sene okumuş olan hocalarımız bile fetva verme yetkisine sahip değillerdir. Onlar sadece verilmiş olan fetvaları Müslümanlara ulaştıran vesilelerdir.
İnsanlara doğru bilgiyi ulaştırmanın sorumluluğunu bilmektedirler. Yanlış bilgiyi ulaştırmanın da sorumluluğunun farkındadırlar.
Şimdi bu kadar tüm bu bilgiyi neden verdim!?
İslamî bir bilgiyi, bir fetvayı, insanlara ulaştırmak bu kadar dikkat ve sorumluluk gerektirirken, halkımızdan bazı kimselerin, Kur'an'ın tercümesini okuyarak, insanlara yanlış fetva vermelerinin ne kadar tehlikeli olduğunu söylemek istedim.
İslamî maarif konusunda hiçbir bilgiye sahip olmayan, hiçbir eğitim görmemiş olan kimselerin, birkaç kitap okuyarak, Kur'an'ın tercümesine bakarak, yıllarını bu yolda eğitime adamış olan hocaları eleştirmeleri, onlara hakaret etmeleri, kendi cahilliklerinin göstergesidir.
Böyle cahil insanlara artık cevap vermekten yorulmuş olan hocalar sustukları zaman da işte bu zevat kendilerini haklı zannediyorlar.
Bir hoca bile yanlış bilgi vermekten bu kadar çekinip, korkarken bu insanların bu şekilde topluma yanlış bilgi vermeleri ne kadar da tehlikelidir.
İşin en acı tarafı da bunların kendilerini bilgili zannetmeleri.
Artık o meşhur atasözünü biraz olsun değiştirmek gerekir.
‘Bilmemek ayıp değildir, bilmediğini bilmemek ayıptır.’
Böyle kimseler yanlış bilgi vererek Müslümanlar içerisinde ikilik oluşturdukları gibi, kendileri de Müslümanları yanlış yönlendirdiklerinden dolayı günah ehli olmakta ve de kul hakkına girmektedirler.
Hadiste olduğu gibi “Cahil olanlar sussalar toplum içerisinde ayrılıklar olmayacaktır.”