.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
İslam dininin cihanşumul olmasını başka deyimle evrenselliğini aslında Kur’an’ın din, mezhep ve ırk gözetmeksizin değerlere inanan, saygı duyan herkesi vahdete ve beraberliğe yönelik çağrılarında görebiliriz. Kur’an, Peygamber ve Ehlibeyt’in bu yöndeki teşvik ve davetleri dinde ve ırkta tekfircilik ruhunu reddediyor zaten. Alt kimlikleri ve inançları reddederek, şartlı bir vahdet çağrısının vahdet yerine bölünmeleri ve tartışmaları daha da alevlendireceği açık bir gerçektir.
Vahdetin gerçek anlamı müştereklerin konuşulması yerine ihtilaflı konuları dayatmak ve tartışmak değildir, hele hele mezheplerin birleştirilmesi hiç değildir. Müslümanların vahdet yapması Sünnilerin Şii, Şii’lerin de Sünni olması anlamına gelmez. Müşterekler etrafında birlik olan Müslümanlar birçok konuda farklı düşünce ve inanca sahip olabilirler, onların bu durumu yani farklı dine, mezhebe, meşrebe, tarikata ve fraksiyona mensubiyetleri vahdete engel teşkil etmemelidir. Farklılıklar nedeniyle tekfircilik ve tahammülsüzlük, birlik yolu üzerinde en büyük tehlike ve aşılması gereken engebe ve engellerden biridir. Öyle bir engel ki aynı din, aynı mezhep, aynı grup ve cemaatten olanları bile birbirinden ayırmaya kavga ettirmeye yetiyor. Kur’an İslam’a inananlar arasında birlik ve vahdetin gerekliliğine vurgu yaptığı gibi Al-i İmran 64. ayette Müslüman olmayan Hristiyanları bile müşterekler etrafında vahdete çağırıyor:
“Ey Ehl-i Kitap! Sizinle aramızda ortak olan bir söze, şu ortak noktaya gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rab edinmeyelim.”
Eğer bunu yapmazsanız ikinizin de gücü kaybolur, insiyatif müşterek düşmanınız olan müşriklerin eline geçer dercesine bir imada bulunuyor yukarıdaki ayet.
Aynı şekil Kur’an-ı Kerim Müslümanları Allah’a ve Resulüne itaatte vahdete çağıran ayetin sonunda bir sabırdan söz ediyor ki bununla vahdetin temel şartlarından birinin farklılıklara tahammül ve sabır olduğu vurgusu yapılmaktadır.
"Allah'a ve Peygamberine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir."
İslam tarihine baktığımızda vahdet ve onun İslam toplumlarına kazandırdığı faydaları görmek mümkündür ve uygulama örnekleri ile doludur. İslami birlik ve kardeşliği oluşturma açısından en bariz örnekliği ve ibretlerle dolu sahneleri Hz Ali’nin yaşamında ve döneminde müşahede etmekteyiz. Hz. Peygamber sonrası velayet makamının sahibi olarak hak ettiği bütün koltuklardan ve yetkilerden ki onların en başında hilafet geliyordu feragat etmekle vahdet tarihinde en büyük fedakârlığı yapıyordu İmam.
Vahdete en çok ihtiyaç duyulan asrımızda, muasır bir çok Şii ve Sünni alim ve şahsiyet konunun hassasiyetine vakıf olup bu uğurda önemli adımlar atmışlardır. Ayetullah Burucerdî, İmam Humeynî, Allâme Şerefuddin, Seyyid Cemaleddin Esedabâdî, Reşid Rıza, Mısır el-Ezher şeyhi Şeyh Şeltut, Kaşifu’l-Gıtâ ve Seyyid Musa Sadr gibilerin öncülük ettiği vahdet geleneği, İmam Humeynî’nin Rabiülevvelin 12 ile 17’si arasını 'Vahdet Haftası' ilan etmesiyle bu gelenek önemsendi, kurumsallaştı ve İslam dünyasında sorunların çözümünde önemli bir anahtar sayıldı.
Alemlere rahmet sayılan bir Peygamberin mevlit günleri bu gerçeği anlamanın ve anlatmanın fırsatını vermiştir bize. Ümmet olarak kendi aramızda merhametin şefkatin ve barışın gerekliliğini anlamayacağız da peki ne zaman bunu anlayıp kavrayacağız?
Kendi içimizde şefkatin, Müslüman katili, işgalci emperyalizmin karşısında da teberrinin gerekliliği özellikle bu günlerde ilmek ilmek işlenmelidir.
Hz Peygamber’e sövüldüğü, Kur’an’ların yakıldığı bu günlerde ümmetin kendi sınırları içinde tekfircilik fikriyatını yayıp, dışarıda düşman ile sarmaş dolaş normalleşenlerin nifak maskesi düşürülmeli, rezil rüsva edilmelidir. Kur’an çağrısına Lebbeyk deyip vahdet ve birlik yolunda hareket etmezsek topraklarımız ve Kuds-i Şerif’imiz işgalde kalmaya devam eder, itibarımız yok olur gider. İnsanlık ve İslami izzet, onurlu duruş, unutmayalım ki Kur’an’ın vaadi ve deyimiyle bizi yeryüzüne halife kılacaktır.