.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Kadir Tezşah

İslam Ümmeti içerisindeki vahdeti sağlayabilmenin en tesirli yollarından biri olarak gösterilebilecek mezhepler arası ittifak, İslam mezheplerinin, düşünce ve inanç temellerinin doğru ve gerçek manada tanınmasıyladır. Bunun tam tersi düşünülecek olursa uzlaşma yollarının aranmaması durumunun yanı sıra Müslümanlar arasındaki ayrılıkların, farklılıkların ve bunları tetikleyen diğer unsurlarında etkisiyle Kuran-ı Kerim’in yüce hedeflerine ulaşma gayesiyle oluşturulacak zeminleri kaybetmek kaçınılmaz bir gerçektir. Mukaddes İslam dini Müslümanları bünyesinde barındırdığı imani, irfani ve ahlaki mertebelere davet ederken; ilmi manevi kemalleri aklın gelişimi için ilim öğrenilmesi gerekliliğini mezkûr ayette şöyle beyan ediyor:

”Eşit olur mu bilenlerle bilmeyenler?”

Şia’daki Adaletin Mutezile ile Farkı Şia’daki Adaletin Mutezile ile Farkı

(Zümer, 3)

Ve yine bu mertebelere mazhar olan bilginleri ve âlimleri de yüksek derecelere layık görüyor:

“Allah’ta içinizden gerçekte iman edenleri de yükseltsin, kendilerine bilgi verilenleri de derece derece yüceltsin”

(Mücadele, 11)

Bu bağlamda konun ehemmiyetini vurgulayan birçok ayet ve rivayetler olmasına rağmen maalesef bu yapıcı emir ve düsturlar İslam camiasında neredeyse unutulmaya yüz tutmuş, uygulamadan uzak bir hal almışlardır.

Günümüzde İslam camiasında ilme verilen değer ruhu zayıflamış, araştırmacı düşünce yapısı ortadan kalkmıştır. Her zümre kendi sınırlı düşüncesinde çıkmazlara girmekte; ayet-i kerimeye göre “bütün hizipler ayrıldılar, kendi kitaplarından başka kitapları inkâr ettiler ve her bölük kendi elindekine razı oldu, onunla da övünmeye koyuldular” (Müminun, 53) kendi akidesi dışındaki akideleri görmemekte veya diğerlerinin akide ve düşüncelerini doğru anlama zahmetine katlanmamaktadır. Bununla da kalmayıp İslam’ı kendi zahirine hapsederek onda derinleşmemekte, araştırmamakta inat ve garez etmektedir. Bu surette Kuran’ı Kerim aklın hareketini kısıtlayan davranışlardan ve usulen taklitten uzak durulmasını tekit ederek araştırmacı ruhu yüceltmiştir.

”Müjde kullarıma ki onlar sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar.”

(Zümer, 18)

Elbette insanlar, araştırmacı mizaç ve anlayış itibariyle birkaç guruba ayrılmaktadırlar:

1. Bir grubu hem araştırma gücüne sahiptirler ve hem de ulaştıkları düşünsel ve ilmi kemaller neticesinde karşı karşıya kaldıkları hakikatleri usta bir incelikle evhamdan ayırt edebilirler. Bunlar oldukça az rastlanan bir zümredir.

2. Bazı insanlar ise ne araştırma gücüne sahiptirler ne de beraberinde oluşan çıkmazlara ve şüphelere cevap vermede kendilerini sorumlu görmededirler. Kuran-ı Kerim bu insanlar için şöyle buyuruyor:

”Onlardır gaflette kalanların ta kendileri. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler hatta daha aşağıdırlar.”

(Araf, 179)

3. Bazı kimselerde ilmi kemaller derecesine ulaşmasalar da kendilerinde oluşan itikadi ve fikri şüphelerde araştırmacı bir yapıya sahiplerdir. Bu esas üzere ayet-i kerimenin ışığında “Sorun bilmiyorsanız bilen zikir ehline… “ (Nahl, 43) layıkıyla zikir ehlinden sorarlar bu inançsal ve düşünsel soru işaretlerini ortadan kaldırmış olurlar.

4. Maalesef bir başka grup ise mezhebi görüşlere göre oluşan soru ve şüphelerinde konuyu anlamak maksadı taşımaksızın, bununla beraber o mezhebin âlim ve fakihleriyle münazara yapmaksızın, yanlış veya eksik anladıkları mevzuları sanki o mezhebin bir akidesiymiş gibi lanse ediyorlar. Şüphe yok ki bu tür davranışlar ayrılıklara, ithamlara ve iftiralara zemin hazırlamaktadır. Bu tür fertlerin gayeleri eğer gerçekten İslam için hayrı ve salahiyeti arzulayan Müslümanlar olmaksa, yakışan şudur bu tür şüpheleri halk arasında neşr etmeden önce hakikatin ortaya çıkması ve aydınlanması için o mezhep âlimlerine müracaat etmelidirler.

Bu doğrultuda vahdetin ünsiyetin ve muhabbetin oluşması hedefi ile hem şahsi hem de toplumsal bazda bir takım çalışmalar yapılmalı, fikir alış verişinde bulunulmalı peyderpey kaydedilen gelişmeler ışığında da bu konunun akademik ortamlarda geliştirildiği merkezler kurulmalı, hatta ortak bir takım yayınlarla değişik görüş ve farklılıklarla birlikte yaşayan toplumlar bilinçlendirilmelidir. Ayrıca bu tür merkezler toplumsal eğitime katkı sağlayacağı gibi akademilerde, üniversitelerde ve diğer eğitim ve öğretim kurumlarında da itibar görecektir. Bu tür merkezlere bazı Müslüman ülkelerde bil husus İran İslam Cumhuriyeti Belucistan eyaletinde rastlamak mümkündür. İslam İnkılâbı Rehberi Hz. Ayetullah el-Uzma Seyyid Ali Hamanei’nin (d.i) Sistan-Belucistan defterdarlığı öncülüğünde kurulan bir müessese bu çalışmalara hali hazırda imza atmaktadırlar. Umulur ki ülkemizde de hem Sünni hem de Alevi genç nesiller kurulacak bu merkezlerde hem kendi mezhep ve itikatlarını tam manası ile öğreneceklerdir, hem de sosyal bir toplum ferdi olma gereği birlikte yaşadığı insanların inançları ve kültürleri hakkında doğru ve güvenilir bilgilere ulaşacaklardır. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “İnsan bilmediği bir şeyin düşmanıdır.” O halde bildiklerimizin dostu olma çaba ve gayretini önce Rabbimizden niyaz ediyorum.

Tevfik Allah’tandır.

Editör: Hasan Bedel