.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Kur’ân ve Gökyüzünün Ram Edilmesi

İslam’ın değerli müfessirleri bu ve buna benzer ayetleri Allah’ın gökleri ve yeri insan için ram ettiği yönünde tefsir etmişlerdir. Yani onları insanın faydalanması için yaratmıştır. Bu husus aşağıdaki ayetlerin hepsinden anlaşılmaktadır:

1- “…ırmakları da sizin hizmetinize sunandır.”[1]

2- “…denizi sizin hizmetinize verendir.”[2]

3- “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.”[3]

Onların sözünün kanıtı şudur ki, bu ayetlerde Allah kendisini “hizmete sunan” olarak tanıtmıştır. Ayetin Arapçasında geçen “teshir” kelimesinden maksadın, “lekum” kelimesindeki lam harfinin şahitliğiyle “insanların faydalanması” olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamın göklerin hizmete girmesi konusuyla çok farkı vardır ve Kur’ân’ın bu yüce kudretten gaybi bir şekilde haber verdiğini söyleyemeyiz. Göklerin hizmete sunulması beşerin günümüzde karşılaştığı yeni bir olaydır. Sanat ve cesaretin birleşmesinden sonra onun efsanevi arzusu gerçekleşti. Astronotlar 21 Temmuz 1969 da aya ayakbastılar. Dünyaya ait olan insan, yaklaşık iki yüz bin milyon tümen gibi baş döndürücü bir meblağ harcayarak üç yüz bin teknisyen, mühendis, bilim adamı, bilirkişi ve işçinin yardımıyla uzayın çok küçük bir köşesini kontrolleri altına almayı başardılar. Küçük bir köşesi denilmesinin sebebi şudur ki, uzay ölçülerine göre ay dünyaya bağlı ve neredeyse yapışıktır. Ayın ışığı iki buçuk saniyede yeryüzüne ulaşmaktadır ve gök âleminin azameti dikkate alındığında bu süre çok azdır. Dikkate değer husus şudur ki, ilk olarak Amerika veya Rusya astronotları gökyüzünün kapılarını beşerin yüzüne açmamış ve gezegenlere ulaşma yolunu insanlara onlar göstermemişlerdir. Daha açık bir ifadeyle bu projeyi gerçekleştirmeleri için astronotlara var olan bilimleriyle güç veren ve bu yolla nam elde etmeye çalışan birkaç yüz bin mühendis ve teknisyen değildi. Onlar bu yolun ilk takipçileri değillerdi.

Gökyüzünün kapılarını beşerin yüzüne açan ilk grup, peygamberlerdi. Bizim semavi kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim peygamberlerin gökyüzüne hâkim olduklarını bildirmektedir. Hz. Süleyman’ın (a.s) gücüne sadece şu örneği vermek yeter ki, rüzgâr onun emrinde hareket etmekteydi ve o günün şartlarında bineklerle bir ayda kat edilen yolu o yarım günde kat etmekteydi. Bir gün içinde iki aylık yolu kat ediyordu. Kervanlar o günün nakliye araçlarıyla normalde her gün sekiz fersah yol almaktaydı. Bir ayda iki yüz fersah kat ediyorlardı. İki ayda dört yüz seksen fersah yol alıyorlardı. Hz. Süleyman (a.s), Allah tarafından hizmetine verilmiş olan hızlı bineğiyle 480 fersahlık yolu bir günde kat ediyordu. Ancak havada ne kadar yükseldiği bilinmemektedir. Bu olay Kur’ân’da şöyle geçer:

“Süleyman’a da sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı (boyun eğdirdik).”[4]

Onun emrinde olan rüzgâr, kendisini ve yanındakileri istedikleri yere götürüyordu. Nitekim şöyle buyrulmaktadır:

“Süleyman’a da şiddetle esen rüzgârı (boyun eğdirmiştik). (Rüzgâr) onun emriyle içini bereketli kıldığımız yere akıp giderdi…”[5]

Hz. Süleyman’dan (a.s) sonra gökyüzünün kapılarını beşerin yüzüne açan ikinci şahsiyet Hz. İsa’dır (a.s). Bu konu Kur’ân’da şöyle geçer:

“Onlar, onu ne öldürebilmiş ne de asabilmişlerdi. Ancak bu iş, onlara benzer gösterildi… Aksine, Allah onu kendisine yükseltti.”[6]

Bazı müfessirler “Aksine, Allah onu kendisine yükseltti” cümlesini şöyle tefsir etmektedirler: Allah onu bu dünyadan alıp başka bir gezegene götürdü.

Bunların hepsinden daha açık olanı son peygamberin miraca çıkma olayıdır ki, Kur’ân’ın İsra ve Necm surelerinde geçmekte ve onun gök âlemlerinde gezip dolaştığını açıkça bildirmektedir.[7] Kısacası gökyüzünün kapılarını mucize yoluyla insanların yüzüne açıp bunun aklen mümkün olduğunu ispatlayan ilk kimseler peygamberlerdi. Kur’ân-ı Kerim’deki bazı ayetlerden gezegenlere ulaşmanın mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu konunun dakik bir dikkate ihtiyacı vardır.

Konunun Açıklaması

Hiç şüphe yok ki, beşerin düşünce ve ruhsal gücü yeryüzüne ayak bastığı günden beri tekâmüle doğru ilerlemektedir. Tekâmüle ve yaratılış dünyasındaki sırları keşfetmeye doğru belirgin bir adım atmadığı gün yoktur. Bu yüzden insanın Allah vergisi olan gücüyle bir gün gökteki gezegenlere de ulaşması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Kur’ân ayetlerindeki göklerin ve yerin insanın hizmetine sunulması konusu belki de bu konuya da temas etmektedir. Zira güneşin, ayın ve göklerde olan her şeyin daha ilk günden insanın hizmetine sunulmuş olmasına rağmen bu hizmetin ve faydalanmanın da dereceleri vardır ve bu derecelerin en kâmil olanı insanın yaşam yeri ve barınağı olmalarıdır. Şimdi bu konuyla ilgili bazı ayetlere değineceğiz:

1- “Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendinden (bir nimet olarak) sizin hizmetinize sundu. Şüphesiz bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.”[8]

2- “Allah’ın, göklerde ve yerde olanları sizin hizmetinize verdiğini nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca verdiğini görmediniz mi?”[9]

3- “Sürekli olarak görevlerini yapan güneşle ayı hizmetinize sundu.”[10]

Bu cümle Kur’ân’ın çeşitli surelerinde geçmektedir. Bu ayetlere göre Kur’ân şunu ifade etmektedir: “Yeryüzünde olanları ilk günden sizin hizmetinize sunduk.” Oysaki insan yer altındaki kaynaklara bir defada ulaşmamıştır. Bilakis zamanla her asırda bu definelerden bir kısmına bazı kesimler tarafından ulaşılmış ve yer altından çıkarılmıştır. Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur’ân’da buyrulmuş olan “Yeryüzünde ne varsa insanın hizmetine sunduk” cümlesinden maksat, yeryüzünün hazinelerinin hepsinin bütün insanlığa verilmiş olduğu değildir. Çünkü bu madenlerin birçoğu zamanla keşfedilmiştir ve her asırda belirli bir kesim yer altı kaynaklarını keşfedebilmiştir. Maksat, insan topluluğunun bütünüdür ki zamanla dünyaya gelmektedirler. İnsanların bazıları sadece madenlerin bir kısmını görmüşse de gelecekteki insanların asrımızda hakkında en ufak bir bilgimiz bile olmayan yeni kaynakları keşfetmesi uzak bir ihtimal değildir. Netice itibariyle daha ilk günden gezegenlerin insanın hizmetine sunulmuş olmasında bir engel yoktur. Ancak belli bir kesim zamanla bunu daha çok değerlendirip, gezegenlere ulaşabilirler. Sonuçta Kur’ân’da buyrulmuş olan “Göklerde ne varsa sizin hizmetinize sundu” ifadesinin, en güzel ve en kâmil örneğini bulur. Buna ilaveten Rahman suresinin 33. ayetinde gökyüzüne nüfuz etmenin bir takım güçlere bağlı olarak mümkün olduğu şöyle ifade edilmektedir:

“Ey cin ve insan topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından geçip gitmeğe güç yetirebiliyorsanız, geçip gidin. Ancak, bir gücünüz olmadan geçip gidemezsiniz.”

Bildiğiniz üzere Arapça edebiyatında olumsuzdan istisna etmek, olumlu anlam verir. Bu ayette önce insanın göğe nüfuz etme gücü olmadığı belirtilmiş, daha sonra da istisna getirilerek bir güç kullanıldığı takdirde mümkün olduğu belirtilmiştir.[11]


[1]     İbrahim, 32.
[2]     Casiye, 12.
[3]     Nahl, 12.
[4]     Sebe, 12.
[5]     Enbiya, 81.
[6]     Nisa, 157-158.
[7]     İsra, 1, Necm, 13-18.
[8]     Casiye, 13.
[9]     Lokman, 20.
[10]    İbrahim, 33.
[11]    Burada “geçip gitmek” tabiri çok ilginçtir. “Gökyüzünün ram edilmesi” tabirinden daha gerçekçidir. Aynı zamanda bu yoldaki bir takım engellerin varlığını da anlatmaktadır. Çünkü “geçip gitmek” tabiri engellerin var olduğu bir durumda kullanılmaktadır ve bu engeller de ancak bir güçle aşılabilir engeller olmalıdır.