.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Hüseyni kıyamın en önemli boyutlarından birisi, normalde imkânsız gibi gözüken şeyleri mümkün kılması ve bir anlamda mucize ve keramet sayılabilecek şeyleri gerçekleştirmesiydi.

Evet Kerbela’da, İmam Hüseyin (a.s) ve ashabından öyle şeyler zuhuretti ki akıllara durgunluk verecek türdendi. “İmam Hüseyin’in ve ashabının Kerbela ve Aşura’da mucize ve kerametleri de olmuş mudur?” sorusuna bendeniz “Evet, hem de çok önemli mucizeler ve kerametler.” cevabını vermiştim bir ara. Bunu duyan geçmiş peygamberlerin eliyle gerçekleşen mucizeleri kastettiğimi zannediyor. Evet, o anlamda bazı önemli olayların ve mucizelerin gerçekleştiğine dair kaynaklarda birçok şey nakledilmiştir. Ama benim kastettiğim mucize ve kerametlerin hiçbiri o türden değildir. Bu yazıda neyi kastettiğimi açıklamaya gayret edeceğim inşallah.

İlk bakışta bizim gibi normal insanlar için imkânsız gibi görünen birçok olay, amel, davranış ve duruş sergilendi Kerbela’da ki bunların her biri, adı mucize ve keramet olmasa da aslında gerçek bir mucize ve kerametti. Çünkü bunları gerçekleştirmek, insanların kahir çoğunluğuna çok ağır, hatta imkânsız gibi gözüküyor. Bunlar tabi ki aklen imkânsız değillerdir, ama onları gerçekleştirebilmek için olağanüstü bir iman, yakin, teslimiyet ve aşk gerekiyor ki işte bunlar İmam Hüseyin (a.s) ve ashabında vardı. Buradan da İmam’ın Aşura gecesinde buyurduğu o muhteşem cümlenin sırrını anlamak mümkündür. Neydi İmam’ın o gece ilahi bir madalya gibi onların boynuna astığı o muhteşem cümle:

“Ben kendi ashabımdan daha iyisini ve daha vefalısını görmedim!”

* * *

Şimdi gelin bu mucize ve kerametlerden bazı örnekleri birlikte gözden geçirelim:

* Birçokları belki şöyle düşünüyordur: İmam Hüseyin (a.s) Allah’ın bir velisi değil miydi? Allah’ın velileri keşf u keramet ehli olurlar. Neden İmam Kerbela’da mesela Fırat’ın önü kesildiğinde velayet gücüyle yerden su çıkarmadı? Oysa Kerbela sahnesine daha derin bir bakışla baksalar, tersinden okuyarak İmam’ın oradaki keramet ve mucizesinin su çıkarmak değil, çıkarmamak olduğunu görürler. Zira o Rabbinin rızasının bunda olduğunu biliyor ve hareketinin başından itibaren, “Allah’ın rızası biz Ehlibeyt’in rızasıdır.” demiş, son nefesine kadar da bu rıza ve teslimiyetini devam ettirmişti. Şehit olmadan önceki son münacatı şöyleydi Rabbiyle:

الهي رِضاً بِقَضائِكَ و تَسْليماً لِامْرِكَ وَ لا مَعْبودَ سِواكَ يا غِياثَ الْمُستَغيثين.

“İlahi! Hükmüne razı, emrine teslimim; senden başka mabud yoktur ey sığınak arayanların sığınağı!”

 

* Bir avuç olmalarına rağmen yüzbinlerce insanın (ki bunların arasında meşhur, sözüne itibar edilen şahsiyetler de vardı) gittiği yoldan farklı bir yöne yönelmek, gittiği yolun ve tâbi olduğu imamın hakkaniyetinde zerre kadar tereddüt etmemek, tabiri caizse sele karşı yüzmek, imkânsız gibi gözükeni gerçekleştirmek değil de nedir!

* Daha bir saat öncesine kadar başka bir düşünceye sahip olan, hatta İmam Hüseyin’le karşılaşmamak için yolunu durmadan değiştiren birisinin İmam’la kısa bir görüşmenin ardından alt üst olup değişmesi ve bir anda ondan başkasını adeta görmez hale gelmesi, bir mucize değil de nedir, hem de Hüseyni bir mucize. Bu mucizenin adı Züheyr’dir.

Bu da gösteriyor ki İmam Hüseyin aslında herkes hakkında benzer mucizeleri gerçekleştirebilir, yeter ki biz buna hazır olalım, kendimizi ona bırakmayı bilelim.

Bir diğer mucize Hür değil mi? Ben bu mucizeye Fatıma mucizesi diyorum. Onun son anda saf değiştirip, ebedi bedbahtlıktan kurtulup ebedi saadete kavuşması Hz. Fatıma’ya gösterdiği hürmetin bir mucizesi olsa gerek. Çünkü bin kişilik bir orduyla İmam’ın önünü kesip; “artık buradan ileriye gitmenize izin veremem; gelen emir böyle.” deyince, İmam ona hitaben şöyle buyurmuştu: “Anan senin matemini tutsun, sen mi beni engelleyeceksin?!” İşte bunu duyan Hür irkilmiş ve şöyle demişti:

“Ey Hüseyn, senden başkası benim anamı yad edip bu sözü bana deseydi, mutlaka cevabını alırdı. Ama ne yapayım ki senin anan Fatıma’dır ve ben nasıl sana “Anan matemini tutsun.” diyebilirim ki!!”

* Bir kimsenin İmam’ın tabiriyle dünya kölesi olmaması elbette çok önemli. Dünyanın her şeyi bir şekilde çekici ve aldatıcıdır. Nefis ve şeytan da işin içine girdi mi kaç kişi kendisini kurtarabiliyor bu imtihandan? Onun için de İmam Hüseyin (a.s) genelleştiriyor ve “insanlar” diyor, yani çoğunluk. İnsanların çoğu dünyanın kölesidir. Evet, bu kölelikten kurtulabilmek çok önemlidir. Ama dünyayı adeta görmemek, işte bu keramet ve mucizedir. İmam kardeşi Muhammed Hanefiyye’ye yazdığı tek cümlelik mektubunda şöyle buyuruyor:

اما بعد فكأن الدنيا لم تكن وكأن الآخرة لم تزل، والسلام.

“Dünya sanki hiç var olmamış ve sanki hep ahiret var olagelmiştir!”

İmam’ın kendisi böyle olduğu gibi ashabı da dünyaya o gözle bakıyorlardı. Ve bu gerçek bir mucizedir/keramettir.

*  Bir insanın kendisini adeta unutması ve hep maşukunu düşünmesi, bizler için imkânsız gibi gözükse de Kerbelailer, Hüseyniler için bu böyleydi. İşte birkaç örnek:

- Hz. Müslim b. Akil, Kufe’de Kufelilerin vefasızlığıyla baş başa kalıp, çetin bir çatışmanın ardından yaralanarak yakalandığında, mel’un İbn-i Ziyad’ın yanına getirildi ve Darü’l-İmâre’nin üzerine çıkarılarak, oradan yere atılması kararlaştırıldı. Çıkardıklarında, iki rekât namaz kılmak için mühlet istedi ve namazı kıldıktan sonra yüzünü Medine’ye doğru çevirip İmam Hüseyn’i selamladı ve ağladı. Ölümden korktuğun için mi ağlıyorsun dediklerinde, “Vallahi ben kendim için ağlamıyorum; benim yazdığım mektuplara dayanarak Kufe’ye gelmekte olan İmam Hüseyin için ağlıyorum!” cevabını vermişti.

- Müslim b. Avsece, Kerbela’nın iki yaşlı aslanından birisiydi ve diğer yaşlı aslan Habib b. Mezahir ile gençliğinden beri arkadaştı; kardeş gibiydiler. Müslim daha önce meydana gitti ve yaralanıp yere düştüğünde İmam ve Habib birlikte geldiler yanına. Habib dedi ki: “Biliyorum ben de senden biraz sonra şehid olacağım, ama vasiyet İslami bir sünnettir. Varsa bir vasiyetin söyle.” İşte o sırada Müslim kanla dolmuş gözlerini açarak İmam’a baktı ve “Bunu sana vasiyet ediyorum.” (Yani ondan asla ayrılma ve onu asla yalnız bırakma!) dedi.

- Aşura günü İmam Hüseyin (a.s) meydanda namaz kılmak istediğinde Said b. Abdullah, birkaç kişiyle birlikte kendilerini İmam’a ve ashabına siper ettiler; oklar, mızraklar ve kılıç darbelerine karşı. Namaz bittiğinde aldıkları darbelerle yere düştüler. İmam Said’in başına geldiğinde gözünü açıp İmam’a şöyle seslendi: “Ey Peygamber’in oğlu! Acaba ahdime vefa edebildim mi?!” İmam da “Evet, buyurdu, sen cennette de benim önümde olacaksın!”

- Hz. Ebulfazli’l-Abbas, Hüseyni cephenin alemdarıydı. Herkes şehid olduktan sonra İmam’a “Artık, dayanamıyorum, bıktım bu hayattan; izin verin meydana gideyim!” dediğinde, İmam ona Fırat’a gidip biraz su getirmesini istemişti. O da büyük bir gayret ve şecaatle düşmana saldırmış, Fırat’ın yolunu açarak suya ulaşmıştı. Kavurucu sıcakta uzun zamandır su içmeyen Hz. Abbas, avucunu suyla doldurup içeceği sırada kardeşi Hüseyin’in susuzluğunu hatırlayarak suyu içmeden yere dökmüş ve şöyle hitap etmişti nefsine:

Ey nefs Hüseyin’den sonra yazıklar olsun sana!

O’ndan sonra yaşamak nasip olmasın sana!

Bu Hüseyin’dir (susuzluktan) ölecek durumdadır!

Ve sen serin su içmek istiyorsun öyle mi?

Vallahi buna benim dinim izin vermez!

Sadakat ve yakin ehli birisi bunu yapmaz!

Ve öylece su içmeden ayrılmıştı Fırat’tan.

Evet, ölürken kendini unutup sadece imamını düşünmek veya kendisi susuzluktan kavrulduğu halde mevlası susuzdur diye su içmemek, imkânsız gibi görüneni yapmak değil de nedir! Hatta bu keramet ve mucizeden öte bir şey değil mi?!

* Normal şartlarda bir tanesine bile tahammül etmek zor iken, vasfedilmeyecek kadar büyük musibetlere sabredebilmek imkânsızdan öte bir şey gibi gelmiyor mu insana? Ama onlar bunu başardılar. Hem de öylesine başardılar ki "Güzellikten başka bir şey görmedim." diyebilecek kadar zirvede tamamladılar bu zor ve imkânsız gibi gözüken yarışı.

* Genelde insanlar ölüme yaklaştıkça, ıstırapları, endişe ve korkuları da artar, yüzleri sararır solgunlaşır.. Ama İmam Hüseyn ve ashabında durum tam tersiydi. Şehadet anları yaklaştıkça, kalbî huzurları ve likaullaha olan şevk ve iştiyakları daha da artmakta, mübarek yüzleri nurlanmaktaydı.

Arap şairinin bu dizeleri sanki İmam’ı anlatıyor:

تركتُ الخلقَ طرَّاً في هواك،

وايتمتُ العيال لكي اراك،

 فلو قطَّعتني في الحبِّ إرباً،

 لما مال الفؤاد إلى سواك.

“Bütün mahlukatı senin aşkın için geride bıraktım.

Ailemi seni görmek için öksüz bıraktım.

Eğer beni bu aşk uğruna paramparça etsen de,

Bu kalp senden başkasına asla meyletmez.!”

Veya ölümü baldan daha tatlı diye vasfetmek, hem de daha gençliğinin ilk adımlarında sayılan bir delikanlıdan (Hz. Kasım) bu sözü duymak, hem de mübalağanın yeri olmayan bir ortamda ve şartlarda bunu söylemek bir mucize midir, yoksa daha ötesi mi? Bunun kararını size bırakıyorum.

 

* Bir ananın evlat sevgisini anlatmaya gerek var mı? Ama Kerbela’nın anaları, yanlarında getirdikleri yavrularını kendi elleriyle giydirip savaşa hazırlıyor ve “İmam Hüseyin’e feda olmadığın müddetçe hakkımı sana helal etmem!” diyerek onları meydana gönderiyorlardı. Hatta başları kesilip onlara atıldığında, alıp okşuyor, öpüyor ve “İşte şimdi helaldir hakkım sana!” diyor, sonra da başı düşmana fırlatarak “Biz Allah yolunda verdiğimizi geri almayız!” diye haykırıyorlardı. Mucize, keramet bundan başka bir şey mi Hüseyn dostları?!

Kerbela’nın her karesi, böyle harikulade sahneler, kerametler ve mucizelerle doludur.

Aynı şekilde Kerbela sonrası ve esaret sürecinde Hüseyni kafilenin, maruz kaldıkları onca akıl almaz bela, eziyet, işkence ve musibetlere rağmen gösterdikleri sabır, direniş, dik duruş ve Hakk’ın rızasına teslimiyeti, özellikle İmam Zeynelabidin (a.s) ve Hz. Zeyneb-i Kübra’nın gittikleri her yerde, özellikle İbn-i Ziyad ve Yezit melunların saraylarında okudukları hutbelerini ve hakkı haykırışlarını vasfetmeğe bile dilimiz acizdir. Çünkü bunlar gerçekten imkansızları başardılar adeta ve bütün özgürlük, hakikat ve adalet talibi insanları hayran bırakarak, Kerbela ve hüseyni kıyamın mucizeleri olarak tarihe geçtiler.

Evet, Kerbela herkese hücceti tamamlamış, kimseye mazeret bırakmamıştır.

Kerbela herkesi ebedi bir mahcubiyete maruz bırakmıştır! Vesselam..