.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Amerikan Yalanları: Teröre Karşı Savaş! Amerikan Yalanları: Teröre Karşı Savaş!

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Soru:

Bakara Sûresinin 30. âyetinde şöyle buyuruluyor: “Hani Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife karar kılacağım” demişti de melekler “orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi karar kılacaksın? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni sürekli takdis ediyoruz” demişlerdi. Allah ise “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” demişti.” Bu âyet göz önüne alındığında Hz. Âdem, acaba Allah’ın mı halifesidir yoksa Rabbin mi halifesi?

* * *

Cevap:

Soruyu şu şekilde de sorabiliriz: Hz. Âdem (a.s) kimin halifesi idi ve insan kimin halifesidir? Halifenin manasının, birinin yerine geçen ve onun yerine oturan kişi olduğu göz önüne alınırsa halife olacak kimsenin, halife olduğu kimsenin vazife ve işlerini kendi çapında onun emriyle yapabilmesi ve onun sıfatlarıyla vasıflanması gerekir. Buna göre Yüce Allah insana nereye kadar kendi sıfatlarıyla vasıflanması ve Onun işlerini üstlenme liyakâtini vermiştir ve insanın Yüce Allah’ın bir tecellisi olması ne ölçüdedir?

İnsan[1] Kimin Halifesidir?

Bakara Sûresinin 30 ve 31. âyetleri, insanın halifetullah olduğunu ortaya koymaktadır.

Şöyle ki: 30. âyette geçen “Ben yeryüzünde bir halife karar kılacağım” cümlesinden ve birinci tekil şahıs zamirinden bunu söyleyenin Yüce Allah olduğu ve başkası için değil de kendisi için halife seçtiği anlaşılmaktadır. Bir sonraki âyette[2] insanın halife seçilmesinin sırrını, onun bütün ilahi isimleri bilmesine bağlayarak buyuruyor:

“Âdem’e bütün isimleri öğretti.”

Başka bir deyişle ilk âyette insanın kendi halifesi olduğunu belirtiyor, ikinci âyette ise bu halifenin gücünün ölçüsünü ve halifeliğinin sınırlarını beyan ediyor. Allah-u Teâlâ’nın hakikati isimlerle tecelli ettiği için isimler ve onların insana öğretilmesi konularına açıklık getirildiği zaman insan kimin halifesidir ve nereye kadar ilahi işleri üstlenebilir, onun sıfatlarına sahip olabilir ve kendisinde bunu zahir edebilir soruları da açıklığa kavuşacaktır.

İsimlerden Maksat Nedir?

İsim, alamet ve nişane demektir. İsim, zihinsel kavramların alamet ve nişanesi, zihinsel kavramlar hakikatlerin özünün ismidir, hakikatlerin özü ise -ister gaybî olsun ister şuhudî- yaratıcısının isim ve alametidir. Burada şu soru akla gelebilir: Söz konusu âyette insana öğretilen ilahi isimlerden maksat nedir? Acaba sözler mi, zihinsel kavramlar mı, yoksa hakikatlerin özü mü?

Sırf sözleri veya kavramları bilmesi, meleklere göre Âdem’e secde etmek için yeterli değildi. Zira “sözleri kemal haddinde bilmek, kalplerdeki maksatlara ulaşmak içindir. Melekler ise kalplerdeki maksatları bilmek için sözlere gerek duymazlar. Onlar sözler aracı olmadan da kalplerdeki niyetleri bilirler.”[3]

Buna gore zihinsel kavramları anlamak ve hakikatlerin suretini idrak etmek, meleklerin makamından aşağıdır. Zira onlar âlemdeki bazı hakikatlerin kavramlarıyla değil, kendisiyle irtibat halindedirler. Âlemin bütün hakikatleri onlara meşhud olmasa da onların idrakı huzurîdir (yani öğrenilerek değil bizzat varlıkla ilişki sayesinde oluşan bir bilgidir), husulî (mefhum ve suretlerini idrak etmekle edinilen bir bilgi) değil. Bu yüzden onların insana secde etmesinin nedeni insanın yalnızca hakikatlerin mefhumunu bilmelerinden dolayı değildir. Öyleyse isimlerden maksat, hem hakikatlerdir, hem de hakikatlerin özüdür. Meleklerin onları yüklenmeye ve zirvesine kanat açmaya kabiliyetleri yoktu. Daha sonra gelen âyetlerde isimler, âlemin gaybî hakikatleri olarak nitelenmiştir. Söz konusu âyette şöyle buyuruluyor:

“Allah “Ben göklerin ve yerin bütün gizliliklerini biliyorum; sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim diye size söylememiş miydim? “ demişti.”[4]

Bazı müfessirlere göre Bakara Sûresinin 30 ila 33. âyetleri gösteriyor ki, öğretilen isimlerden ve “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim”[5] âyetinden kasıt, göklerin ve yerin gaybı diye nitelenen şeylerdir. Yani sizin bilmediğiniz ama benim ilmimde olan şeyi insana verdim. Demek ki isimler, madde âleminin üstünde olan ve bazı gaybî mertebelere sahip meleklerin kavramalarının üstünde olan gaybî hakikatlerdir; âlemin bütün hakikatlerinin kaynaklandığı -ister gaybi olsun ister şuhudi- bütün hakikatlerine şamil olan hakikatler.[6]

Öğretmenin Anlamı

Yukarıda zikredilenlerden ve Hz. Âdem’in (a.s) isimleri vasıtasız öğrenmesinden[7] anlıyoruz ki öğretmekten maksat:

1- İsimlerin yalnızca mefhumlarının değil, şuhudî ve huzurî olarak öğretilmesidir.

2- Burada ilm-i ledunnî yani Allah’tan doğrudan ilim almak söz konusudur. Çünkü ilim ister mefhum ve suret olarak olsun, isterse kendisi olsun, bir şeye sahip olmaktır.

İlahi öğretimin zikredilen (ledunnî ve şuhudî) manasından olan bu iki özelliğiyle Yüce Allah, Âdem’e ve insana esmau’l-hüsnasının hakikatinin özünü vermiş, onu bütün isimlerinin âyet ve nişanesi yapmıştır.

Yukarıda söylenenler ve yine âyetin bütün isimlerin öğretilmesine delalet etmesi ve bütün isimleri kapsayan, bütün isimlerin cilvesi olan ismin “Allah” lafzı olduğu göz önüne alındığında insanın Rabbin halifesi değil, Allah’ın halifesi olduğu görülecektir. Zira Rab, ilahi isimlerden biri ve Allah isminin bir cilvesidir. Gerçekte insan, bütün ilahi sıfatların tecellisi ve yaratılmışlar arasında ilahi görevleri üstlenecek bir varlıktır.

Daha fazla bilgi için, el-Mizan, Bakara Sûresi, 30 ila 34. âyetlerin tefsirine başvurulabilir.

- - - - - - - - - - - - -


[1]     Söz konusu âyete ait diğer tefsirlere dayanarak halifeliğin yalnızca Hz. Âdem’e (a.s) özgü olmadığını, bütün insanların halife olma kabiliyetine sahip olduğunu görmekteyiz. Bu yüzden konuyu Hz. Âdem (a.s) açısından değil de genel olarak insan için ele aldık. Bkz. Tesnim, c. 3, s. 41 ve 293; Misdak-ı Halifetullah ez Didgah-ı Kur’an.

[2]     Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere sunarak, “Eğer doğru sözlü iseniz, bunların isimlerini bana söyleyin” dedi.”

[3]     el-Mizan, c. 1, s. 116-117.

[4]     Bakara, 33.

[5]     Bakara, 30.

[6]     Tesnim, c. 3, s. 169.

[7]     31. âyette geçen “Alleme (öğretti) “ kelimesi meleklerin isimlerin öğretilmesinde vasıta olmadığını göstermektedir.

Editör: Hasan Bedel