.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Kültürden Yoksun Bırakılan İnsan

Mesele bir parçadan bütüne ulaşabilmek ama ne yazık ki bütüne ulaşabilmek de sınıfsal.

Emeğini, alın terini satan, hayatta kalmaya çalışan, eve geldiğinde televizyonun karşısında yorgunluktan sızıp kalan bir insan nasıl bir parçadan bütüne ulaşabilecek eğitime, kültüre sahip olsun.

Tüm bunlar kendine zaman ayırıp araştırabilmek, okuyabilmek, gezip görebilmekle ilintili. Zaten ay sonunu zor getiren aileler, evlatları -ki herkesi aynı düzlemde eşitlemiyorum, baskın olanı vurguluyorum- böyle bir bilinç seviyesine varamıyor.

Dar alanda sıkışan bireyler hayatı bugünden ibaret görüyor, öğrendiği de kulaktan dolma, günün egemenlerine meşruiyet sağlayan çarpıtılmış, uydurulmuş hikâyeler oluyor. Ayrıca alanda, derste anlatılan da ötekiler yadsınarak egemenlerin çerçevesinde anlatılıyor. Oysa hepsinde ötekilerin sırtında yükselen ihtişamlar, lüksler, propagandalar, dinin araçsallaştırılması ballandıra ballandıra aktarılıyor.

Bugün arkeoloji, arkeolojinin zamanda boyut kattıkları belli kesime hitap eden bir olay gibi algı yaratılıyor. Oysa tüm bu eserlerin arkasındaki sınıfsallığı, işçi mücadelesini, haksızlığa isyanları, birikimsel süreci, bugünkü haklara hangi acıların sırtında elde edildiği, edileceğini halka indirmemiz elzem. Yoksa bu alanlar toplumun bir kesiminden daha avantajlı olanların kendini pohpohladığı, kariyerist hesapların aracı, üzerinden para kazanmak için turizme meze olan, baskın ideolojinin rant elde ettiği bir duruma bürünür.

* * *

Kendini Bilmek!

Olcay Kasımoğlu

İnsan kaynaklı sorunların temelinde insanın kendini bilmemesi ve bilgisizliği yatar.
İnsanın kendini bilmesi, aynı zamanda varoluşun getirdiği insan gereksinimlerinin en temel belirleyicisidir.
İnsanın kendini bilme ve tanıma yolculuğu aynı zamanda kişinin kendi iç sesiyle mücadeleye girmesi ve kendini bağımlı kılan birçok şeyden kurtulması demektir.

Altı’ncı yüzyılda yaşayan ve halkın kendini tanrılaştırdığı Yedi Bilge arasında yer alan Spartalı Khilon tarafından ilk kez Delfi’deki Apollon Tapınağı’na yazılmıştır bu sözler: “Kendini Bil.”

İlk bakışta “Kendini bil” farklı bir ifade gibi gelir insana. Oysa her insanın içinde birçok parçanın bulunduğu ve bu parçalardan hangisini daha çok kullanılması gerektiğinin çoğu zaman farkına varmayız. Bu nedenle kendini tanıma bir yerde bu parçaları anlama, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varma uğraşıdır.

Kendini tanımak, öncelikle insanın iç dünyasıyla, başka bir deyişle kendisiyle iletişime geçmesidir. İnsanoğlunun kendi dışındaki dünyayı anlamlandırabilmesi için de önce kendini bilmesi gerekmektedir; ancak o zaman bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur.
Kendini bilmek aynı zamanda, insanlarla güçlü iletişim kurmayı sağlıyor ve olayların, dünyanın farkında olup bunları doğru değerlendirme bilgeliği katıyor. Çünkü insan tek başına medeniyet ve kültür oluşturamaz.

Bunun yanında, kendini bilmeyen insan, her şeyi bildiğini sanır, bilmediği konularda ahkâm kesilir.
Sokrates: “Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” derken, aslında hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayıştan bahseder.


Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek insanca yaşama anlam katar buda haddini bilme, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.

Kendini bilmenin yaratacağı bilgeliği anlatan Farsça dörtlükteki uyandırmayı, izlemeyi, şahitlik etmemeyi görmemek mümkün mü?



“- ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.
– ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.
– ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; uykudadır, onu uyandırın.
– ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir, onu izleyin.”


Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Türkiye felsefe kurumu başkanı, ulusal ve uluslararası yirmiye yakın derneğin aktif üyesi olan İoanna Kuçuradî'nin seslenişi oldukça manidardır:



''Neden acı çekiyoruz'' Çok kestirme bir cevap vermem gerekirse ''bilgisizlikten'' diyebilirim; bilgisizlikten ve bilgisizliğin yarattığı sonuçlardan..''



Yunus Emre’nin dizelerinde hayat bulan “Kendini Bilmek”deki hikmetin güzelliğine hayran olmamak mümkün mü?



“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”



“İnsan niçin okur? Hem kendi, hem de başkalarının “hakkı”nı bilmek için. Yani “kul hakkını ve sınırlarını” bilmek için. Bu, Tanrı’nın da insanlardan isteğidir. Gönül dünyasında da, toplum yaşayışında da düzen ve huzur böyle sağlanacaktır. İnsan okuyor ama “hak-hukuk” bilmiyorsa, kul hakkı yiyorsa her şey boştur. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesidir yapılanlar.”

Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş ve kendini gerçekleştirememiştir. İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir. Bilgi, her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır. Kendini bilmek de önümüzü aydınlatır. İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük nimet yoktur.

 

“Hoca öğretir, öğrenci ezberler” kalıbını yıkma zamanı gelmedi mi?

Rızık ve İnsanın Çabası Rızık ve İnsanın Çabası

Hocalık, öğretmenlik, bu böyle olacaktır diye bir fikri öğretmekten çok öğrenciye kendi gerçeğini keşfedebilme fırsatı sağlamak olmalıdır.

“Hoca öğretir, öğrenci ezberler” kalıbını hocalar da, öğrenciler de unutmalı.

Anlatılanlar kafamızda canlanıp, sorgulanarak irdelendiğinde ancak bir şeyleri öğrenmiş oluyoruz..

Editör: Hasan Bedel