Olaylar zamana, mekâna ve güncel şartlara göre şekillenir ve tarih nehri her an başka başka cilvelerle akar gider.
Bu tarihin değişen yüzüdür.
Ancak bir de bu “değişmez değişim” görüntüsünün ardında hiç değişmeyen ve “tarih tekerrürden ibarettir” dedirten başka bir boyut vardır.
Tarihî olayları kendi “özel” şartlarında incelerken, kalıcı ve her zamanlık boyutunu göz önünde tutmak zorundayız. Aksi takirde tarihi incelemek ve anmak, bizi ilgilendirmeyen bir abesle iştigale dönüşür.
Geçmiştekilerin durumları, maceraları, yapıp ettikleri bizim için bir “emsal” olarak görülmelidir. Onlar ne yaptılar da ne oldu? Ne yamadılar da ne oldu? Neyi nasıl başardılar veya neyi neden kaybettiler?
İşte tarih bu gözle bakılarak incelendiğinde artık tarih olmaktan çıkar, bizim bugünümüz ve yarınımız kadar önem kazanır.
Şüphesiz insanlık tarihinin her döneminin bizim için hayati mesajları, dersleri ve ibretleri vardır. Ancak bazı kesitler vardır ki adete insanlığın tarih mesirindeki cereyanının nicelik ve niteliğinin konsantresi gibidir.
Bu tür olaylar bu yönüyle insanlık tarihine hakim olan ana temaların sembolü ve somutlaşmış heykelleri mesabesindedir.
Mesela hak batıl çekişmesi tarihin bütün safhalarında gözlemlenebilir. Ancak bazı olaylarda bu çekişme çok daha net, detaylı ve zengindir.
Kuşkusuz Kerbela olayı en başta hak batıl çekişmesini -ki tarihin en önemli kalıcı öğesidir- ve onunla birlikte bir çok başka dini, insani ve felsefi hakikatı en güzel şekilde sembolize eden ve harikulade bir dille sembolize eden bir olaydır.
Sanki iyisiyle kötüsüyle bütün yaşamış ve yaşayacak olan insanlar bir araya gelmiş de hepsi içindeki iyilik ve kötülükleri ortaya dökmüşler ve her iki taraf bütün hünerlerini ortaya koymuş gibi…
Özgür ve onurlu insani duruş
Haklı başkaldırı
Zulme karşı ölümüne direnme
Aile ilişkileri
İman ve din uğruna fedakarlık
Şecaat ve cesaret
İnsanî yardımlaşma
Fedakarlık ve diğergamlılık ruhu
Acılara karşı sabır
Hakkın gücüne sarsılmaz güven
…
Gibi insanlığın ortak değerlerinin ve bunların karşısında:
Mal ve makamperestlik
Acımasızlık ve vahşet
Menfaat üzerine ittifak
Korkaklık
Merhametsizlik
İnanca sadakatsizlik
Güce karşı zaafiyet
…
Gibi insanlığın kötülüğü üzerinde ortak kanaate sahip olduğu kötülüklerin en belirgin şekilde somutlaştığını görüyoruz.
İşte bu çok güçlü, zengin, derin ve başarılı temsil kabiliyeti Kerbela olayını adeta tarihin özeti, odak noktası, damıtılmışı haline getirmiştir.
KERBELA’DA RİSALET AİLESİ
Şimdi Kerbela olayının bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum. O da aile yönüdür. Bu yönüyle de aslında tarih felsefesi açısından önemlidir Kerbela olayı. Çünkü görünenin aksine tarihe fertler kadar ve hatta belki daha fazla aileler yön verir.
Tarih, olayları fertler adına kayda geçse de aslında bütün fertlerin kalkış noktası aileleridir. Her zaman olmasa da bir çok zaman aktör bir kişi değil bir ailedir.
İmam Hüseyin’in (a.s) başında bulunduğu Peygamber Ailesi Kerbela’da mükemmel bir sınav vermiştir. Bu sınavla hem bütün dünyaya Hz. Muhammed Mustafa’nın risaletinin hakkaniyetini tekrar ispat etmişler hem de İmam Hüseyin’in (a.s.) kıyamının hak, hakikat ve iman uğruna gerçekleşen onurlu bir başkaldırı olduğunu haykırmışlardır.
Hem şehit olanlar hem de geride kalanlar risalet hanedanına yakışır bir tavır sergilemişlerdir. Büyüklü küçüklü, kadınlı erkekli ister esir ister şehit, her biri Muhammedî ve Alevî bir duruş ortaya koymuş ve İslam pınarının kaynağı olan bu ailenin sadece sözde ve iddiada değil hakikatte ve özde de İlahî bir aile olduğunu ispat etmişlerdir.
Her zaman deriz, bir aile o ailenin büyüğünün karnesi gibidir. Kerbela’da ilahi takdir, Hz. Muhammed’in (s) aile karnesinin en parlak şekilde tarih aynasında görülüp sınanma fırsatını ortaya çıkarmıştır.
Kerbela’da şahit olduğumuz mükemmel aile, Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan bir Arab’ın (haşa) ailesi midir yoksa ilahi vahiyden beslenen, ilahî ve insanî erdemleri iman ile yoğurup varlığıyla bütünleştiren bir hak Peygamber’in ailesi midir?
Hz. Rasul-ü Kibriya’nın nübüvveti hakikatine erişememiş olan gayri Müslim ve ateistlerin bunu insaf terazisinde tartıp düşünmesi gerekir.
Kerbela olayının aile yönüne yeterince dikkat çekilmemiştir. Hal bu ki aslında en önemli boyutlarından biri kesinlikle budur.
Bir kişinin gerçeği, cevheri ve iç dünyası olaylar değişip ortam karışınca belli olur ve su yüzüne çıkar. Bir ailenin de asaleti, rüştü ve kökünün sağlamlığı böylesi bir imtihanla ortaya çıkar. Bu tür bir imtihanda artık sözün, iddianın ve isimlerin hiç bir anlamı kalmaz ve özler, hakikatler konuşmaya başlar.
Hz. Zeyneb’i, Hz. Ebulfazl Abbas’ı, Hz. Ali Ekber’i, Hz. Kasım’ı, Hz. İmam Zeynülabidin’i… teker teker Kerbela sahnesinde ve sonraki aşamalarda izlediğimizde bu ailenin yüceliği, izzet ve kerameti karşısında hayrete düşüyoruz ve “Allah ne iyi bilir risaletini nereye indireceğini” demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Ali (a.s) evinde eyetişen bir kızdı Zeynep. Kerbela olmasa nasıl tanınacaktı O’nun ruhundaki ihtişam, onun hakka ve hakikata gönül vermişliği, onun okyanusular gibi engin sabrı…
Başına gelen onca eşi görülmemiş musibetten sonra Yezid’in sarayında “Ben Kerbela’da güzellikten başka bir şey görmedim” dediğinde aslında her şeyi özetlemiş ve bu yüce ailenin yaşamına hakim olan ilahî hikmeti tarih karşısında apaçık beyan etmişti.
Ehlibeyt düşmanları karşısında Zülfikar’ı aratmayan diliyle İmam Hüseyin’in hak nidasını ve mazlumiyetini öyle haykırmıştı ki bütün İslam dünyasına bu haklı kıyamın mesajını duyurmuştu.
Müslüman kadını pasif, kıymetsiz ve zayıf görenler Hz. Zeyneb’e baksın da utansınlar!
Hz. Abbas, Kerbela olmasa saygılı bir kardeş olarak tarihte zayıf bir yer tutacaktı. Ama Kerbela olayı sayesinde Hz. Abbas bütün dünyaya kardeşlik dersi veriyor. Önce İmamı ve sonra da kardeşi olan ve dünyevî olarak yenileceği kesinleşmiş olan İmam Hüseyin (a.s.) için nasıl bir fedakarlık ve vefa sergiliyor Hz. Abbas!
Son nefesine kadar İslam bayrağını yere düşürmüyor. Alemini (sancağını) sağ kolu kesilince sol eline alıyor ve feryat ediyor: “Sağ kolumu kesseniz de sol kolumla dinimi savunmaya devam ederim!”
Kerbela’da yollar kapatılmış, kalpler ve gözler körleşmiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) askeri üstünlüğe ulaşması konusunda hiçbir umut kalmamıştı.
Bu yüzden de düşman tarafı hiç acele etmiyordu. İmam Hüseyin’in Kuran okuma ve ibadet için istediği zaman kendisine verilmişti.
Bu zaman zarfında şefkatli İmam her kese çekip gitmesini ve onlarının sadece kendisini istediğini söylemiş, hatta kendisine karşı her türlü sorumluluğu da üzerlerinden kaldırmıştı. Ama sadık yaverlerinden ve ailesinden kimse çekip gitmemişti.
Kerbela olayını bir oldu bitti gibi göstermeye çalışanlar Hz. Abbas’ın cansiperane fedakârlığına bakıp da şuursuz, marifetsiz ve basiretsiz akılcıklarından utansınlar! Onlar “Hüseyin batmakta olan bir gemi gibidir” diyen Şimr’in baktığı pencereden bakıyorlar Kerbela’ya!
Ne enteresandır ki o zamanda da iki farklı bakış açısı vardı ve şimdi de iki bakış açısı var ve her iki bakış açısından da görülenler bire bir aynı. İman gözüyle bakanlar o zaman da şimdi de aynı şeyi görüyorlar. Dünyevi pencereden bakanlar da yine o zaman da şimdi de aynı şeyi görüyorlar.
İşte bu da yine insanlık tarihinin değişmeyen öğelerindendir. Hak penceresinden bakanlar dünyayı bir türlü, madde ve menfaat penceresinden bakanlar da başka türlü görürler ve bu iki kesim kendi gördüğünü kolay kolay öbürüne anlatamıyor.