Şia’daki Adaletin Mutezile ile Farkı Şia’daki Adaletin Mutezile ile Farkı
.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Doç. Dr. Necmettin Çalışkan

İslam dünyası imparatorluklar çağından sonra geçen yüzyılın başlarında İngiltere’nin başını çektiği sömürgecilerin kontrolü altına girdi. Geçen yüzyılın sonlarında yani Sovyetler’in dağılıp tek kutuplu dünya düzenine geçişle birlikte 1990’la birlikte bu sömürü düzeni Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolüne geçti.


İslam toplumlarında bu sömürgenin neticesi olarak büyük kırılmalar, dejenerasyonlar yaşandı büyük bedeller ödendi ve ödenmeye devam ediliyor. İslam ülkelerindeki yeraltı ve yerüstü kaynakları hâkim güçlerin kontrolüne girdi. İslam coğrafyasında çalkantılar, iç savaşlar, karışıklıklar başladı. Bu yaşananlar İslam ümmetinin tek çatı altında yaşamasının zorunluluğunu ortaya çıkardı.
 

İslam dünyasının vahdetinin önünde üç temel engel vardır.

Birincisi: Dini düşüncenin yozlaşması, inanç sistemimizin, değerlerimizin hızla hayatımızdan uzaklaştırılmasıdır. Bunları şöyle tasnif edebiliriz:

a) Müslümanlar sekülerleşme, yozlaşma, aşırı derecede dünyevileşmeyle, mal ve makam hırsına kapıldılar. Küçük menfaatler uğruna değerlerden taviz verildi. Geçici makamlar uğruna düşmanlarla işbirlikçilik yapıldı. Kendi kültürüne hâkim olmayan insanlar başkalarına yem olur, oluyor da. Bu durum bütünüyle Müslümanları çalkantıya götürmüştür.

b) Kapitalizmin insanları sürüklediği aşırı tüketim, haz duygusu ve nefisleri okşayıcı ürünler, insanların zihnini bulandırmış ve değerlerinden uzaklaştırmıştır.

c) Mezhep algısı/taassubu da başka bir önemli sebeptir. İslam dünyasında yaşanan bütün savaş ve çekişmelerin temel nedenleri farklı olsa bile, işin ucuna mezhep farklılığı girdiği zaman bu ayrılım derinleşmekte ve adeta mezhep savaşı haline getirilmektedir. İnsanın dini kendi tekeline alması, sadece kendini hak ve doğru görmesi, bunun dışındaki bütün düşünce, anlayış ve uygulamaları batıl sayması bir hatadır.

İkincisi: Müslüman ülkeler sömürülüyor. Halklar, ekonomik sorunlarla boğuşuyor. İnsanlar geçim derdinde, açlıkla pençeleşiyor. Yoklukla karşı karşıya kalan bir toplumun kendi hayati problemlerini bırakıp değer üzerine inşa edilen vahdet gibi konuları düşünmesi çok zordur.

Üçüncüsü ise: Bilim ve teknolojide ileri düzeyde olmayışımızdır. Müslüman ülkeler bilim ve teknolojide çok geride kaldıklarından doğal olarak Batı’nın yani düşmanlarının kontrolü ve sömürgesi altında kalmışlardır. Bugün maalesef Müslümanlar birbirine bilim, teknoloji ihraç edemiyor. Bilimsel faaliyetlerde güç bütünüyle batının elindedir. Batı teknolojisi ile beraber sosyolojisini de ihraç ediyor. Kendi kavramlarını, düşünce dünyasını yazılımları ve yayınlarıyla İslam dünyasına empoze ediyor. Hâlbuki Müslümanlar kendi dünyalarını, kavramlarını ve sosyolojilerini kendileri oluşturmalıdır.

Ümmet Olmanın Gerekleri

Biz ideal vahdet toplumu kurmak yerine hem Batı’nın tüketicisi hem de bağımlısı bir toplum olduk. Bunları düzenlemeden vahdeti kurmak mümkün olmaz. Bilimsel devrim ve zihni inkılâba ihtiyaç vardır. Bu nedenle üniversiteler, medreseler ve âlimler arasında birlik sağlanmalı, ortak müşterekte buluşulması sağlanmalıdır. Ekonomik olarak güçlenme yolunda adımlar atılmalı ve tabii ki bu tür olaylarda furuatı öne çıkarmadan, taassubu artırmadan asgari müştereklerde bir olma yolu aranmalıdır.

Unutmamalıdır ki bu ümmet, Allah’ı, kitabı, kıblesi, peygamberi, değerleri tek olan bir toplumdur. Siyasetçiler de halklarının geleceğini belirlemede büyük sorumluluk sahibi olduklarını bilmeliler. Hukuk ve adalete dayalı düzen kurma vecibelerini zihinlerinden çıkarmamalı buna göre hareket etmeliler.


Bütün bunlar halkların kendi arasındaki dostlukla çözülecek değil yürütme makamındaki gücü elinde bulunduran kişilerin karar ve tasarruflarıyla ortaya koyacakları büyük ideallerdir.

Editör: Hasan Bedel