.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Mukaddes Erdebilî

İsmi Ahmed olan Mukaddes Erdebilî, hicri dokuzuncu yüzyılda Erdebil şehrinde gözlerini dünyaya açtı. Mukaddes Erdebilî hazırlık derslerini Erdebil’de aldıktan sonra eğitimini tamamlamak için Necef şehrine gitti. Mukaddes Erdebilî burada sadece ilim almakla yetinmeyip ilim ve ameli birleştirdi. Ahmed ismiyle Necef’e giriş yapan Mukaddes Erdebilî zahitlik ve takva bakımından çok ilerlemiş olsa gerek ki ‘Mukaddes’ lakabını aldı ve bu adla tanınmaya başlandı. Aynı zamanda ilmi olarak çok yüce makamlara varan Mukaddes Erdebilî, ilmi camiada ‘muhakkik’ lakabını aldı. Mukaddes Erdebilî’yle aynı dönemde yaşamış olan Seyyid Mustafa Tefrişî kendisiyle ilgili şöyle yazıyor:

“Yücelik, güvenirlik ve doğruluk konusunda kelimeler onu anlatamaz. Kendisi büyük bir fakih ve büyük bir kelam âlimidir. Çok yüce bir insandır. Döneminin en takvalı ve en âbid insanıdır.”

Allame Meclisî, kendisiyle ilgili şöyle yazıyor:

“Muhakkik Erdebilî, takva, züht ve fazilet bakımından çok yüce bir makamı vardı ve son dönemde yaşayan âlimler içinde onun bir benzerini bulamıyorum. Yazmış olduğu kitaplarda onun araştırmacı ve titiz ruhunu görebilirsiniz.”

Mukaddes Erdebilî’nin manevî ve ahlakî yapısıyla ilgili birçok olay naklediliyor. Ancak bu anlatımlar içinde dersleriyle ilgili olanlar daha çok ilgi çekicidir. Bu konuyla ilgili şöyle anlatılıyor:

Bir gün sınıfta ders esnasında öğrencilerden birisi (Molla Abdullah Şuşterî) Mukaddes Erdebilî’ye, anlattığı konuyla ilgili bir soru sordu; ancak Mukaddes Erdebilî’nin verdiği cevapla ikna olmadı ve sorusunu farklı bir şekilde tekrarladı. Üstat ve öğrenci arasındaki bu tartışma uzun sürünce Üstat kısa bir duraklama yaptıktan sonra ‘Bu konu burada kalsın dersimize devam edelim, ders sonrasında seninle özel olarak konuşuruz’ dedi ve derse devam etti. Ders sonrasında Mukaddes Erdebilî, öğrencisine çok açık ve anlaşılır bir açıklama yaparak aklındaki bütün sorulara cevap verdi. Üstadın dedikleriyle ikna olan Molla Abdullah Şuşterî üstadına ‘Neden bu açıklamayı ders esnasında yapmadınız?’ diye sordu. Bunun üzerine Mukaddes Erdebilî şöyle buyurdu: ‘Ders esnasında diğer insanlar da vardı, oradaki tartışma, üstünlük kazanma çabası şüphesi taşıyor olabilirdi; ancak burada böyle bir ihtimal söz konusu olamaz zira sadece yüce Allah söylediklerimize şahittir.’

Mukaddes Erdebilî, 1585 senesi recep ayında Hakk’a yürüdü ve mübarek na’şı Hz Ali’nin türbesine yakın bir yerde toprağa verildi.

* * *

Şeyh Ensarî

Şeyh Murtaza Ensarî (1799 – 1864) Şia dünyasının son dönem en büyük fakih ve âlimlerin birisidir. Öyle ki kendisi için ‘son fakih ve son müçtehit’ lakabı bile kullanılmıştır. Şeyh Ensarî, Sahib-i Cevahir’den sonra on beş yıl boyunca Şia dünyasının taklit mercii ve Havza-yı İlmiye’nin baş idarecisi idi. Şeyh Ensarî’nin iki önemli eseri ‘Resail’ ve ‘Mekasib’ son yaklaşık bir buçuk asır boyunca Şia’ya ait İlim Havzalarında ders kitabı olarak okutuluyor. Şeyh Ensarî sahip olduğu büyük ilmî seviyenin yanı sıra büyük manevî makamlara da sahipti. Öğrencisi Allame Hac Mirza Habibullah Reştî üstadıyla ilgili şöyle yazıyor:

“İlim ve amelde ismet makamının hemen ardındaki kişidir.”

Şeyh Ensarî elindeki onca humus, zekât vb. vucuhat-i şer’iyye’ye rağmen çok fakirce bir hayata sahipti. Hatta kendisine getirilen hediyeleri bile öğrencilerine ve ihtiyaç sahiplerine verirlerdi. Konuyla ilgili şöyle anlatılıyor:

Bağdat tacirleri kendi aralarında yüklü bir para toplayarak bir notla birlikte Şeyh Ensarî’ye gönderiyorlar. Notta şöyle yazıyor:

‘Bu para kendi aramızda topladığımız bir meblağdır ve kesinlikle vucuhat-ı Şer’iye değildir, bunu sizin için topladık, en azından yaşlılık yıllarınızı zorluklarla değil de genişlik içinde geçirmeniz için.’ Ancak Şeyh Ensarî bu parayı kabul etmedi ve şöyle buyurdu: ‘Bir ömür boyunca fakirlikle yaşadım, yazık değil mi şu son dönem için fakirler listesindeki ismimi sildireyim ve bu büyük uhrevî faziletten kendimi mahrum bırakayım.’

Şeyh Ensarî’yle ilgili birçok keramet nakledilmiştir. Örneğin öğrencilerinden birisi şöyle anlatıyor:

“Necef’e ilk gittiğimde Şeyh Ensarî’nin derslerine katılıyordum; ancak dersten hiçbir şey anlamıyordum ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu. Bu durumdan kurtulmak için birtakım hatimler yaptım; ama hiçbir faydası olmadı. Nihayetinde kırgın bir kalple Hz. Ali’den yardım istedim. Aynı gece rüyamda Hz. Ali’yi gördüm. Kulağıma ‘Bismillahirrahmanirrahim’ dedi ve gitti. Sabahında derse katıldığımda üstadın bütün anlattıklarını anlıyordum. Zamanla ön sıralara doğru ilerledim ve artık üstada zor sorular sormaya başladım. Bir gün ders esnasında sorularımla üstadı çok yordum. Ders sonrasında Şeyh Ensarî beni çağırdı ve sessizce kulağıma ‘Senin kulağına bismillah diyen kişi bana velezzalline kadar söyledi’ dedi ve gitti. Bunu duyunca olduğum yerde donup kaldım. Ben bu rüyayı o güne kadar hiç kimseye anlatmamıştım. İşte orada Şeyh Ensarî’nin büyük keramet sahibi birisi olduğunu anladım.”

Hac Aga Seyyid Tacuddin Dezfulî, Ahvaz şehrinin saygın imamlarındandır. Kendisi birkaç aracıyla Seyyid Muhammed Ali ismindeki büyük babasının şöyle anlattığını naklediyor:

Hz. Ali’nin türbesini ziyaret etmek için Necef şehrine gittiğimde yanımdaki bütün para bitti ve para isteyecek hiç kimseyi de tanımıyordum. Gidip tanımadığım birisine istemekten de çekindim. Bunu üzerine akşam namazı için Hz. Ali’nin türbesine gittim ve İmam Ali’den yardım istedim. Ancak içimden şöyle dedim: ‘Bana yardım etmezsen nasıl olursa olsun senin altınlarının bir bölümünü alıp harcayacağım.’ O geceyi aç bir şekilde geçirdim. Sabah olduğunda baktım birisi yüksek sesle benim ismimi söylüyor. Yakına gittim ve ‘benim!’ dedim. O adam şöyle dedi: ‘Ben Molla Rahmetullah, Şeyh’in hizmetkârıyım. Şeyh seni burada bulabileceğimi söyledi ve yanına istedi. Şeyh Ensarî’nin yanına gittiğimde bana bir para kesesi verdi ve şöyle dedi: ‘Burada otuz İran Tümeni var. Bunları ceddim sana vermiştir.’ Parayı alıp bir iki adım uzaklaşınca Şeyh beni çağırdı ve sessizce şöyle dedi: ‘Hz. Ali’nin (as) altınlarına dokunmayacaksın.’

Bunu duyunca çok şaşırdım. Zira bunu sadece aklımdan geçirmiştim. Ben bu olayı o büyük âlimin kerametlerinden birisi olarak biliyorum.”