.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Yusuf Tazegün

Şöyle bir soru akla gele bilir: Acaba İmam Hüseyin’in (a.s) yanında yer alan arkadaşlarının konumları nedir? Hepsi aynı derecede midir ve hepsi kıyamının başından sonuna kadar İmam ile birlikte miydi?

Bir mektep ve ideolojinin insanların hidayetindeki başarısı, o mektebin taraftarlarının durumunu bildirmektedir. İmam Hüseyin’in (a.s) ailesi ve arkadaşları vefada, sevgide, aşkta, fedakârlıkta sanki birbirleriyle yarışıyorlardı.

Onlar fazilet gökyüzünde insanların yolunu aydınlatan bir yıldız, özgürlük hareketlerinin bir ziyneti olmuşlardır. Onların nasıl büyük bir konuma sahip olduklarını anlamamız için, İmam’ın Tasua gününde buyurmuş olduğu şu sözler yeterlidir:

“Allah’a sonsuz hamd ve senadan sonra diyorum ki, gerçekten de ben ashabım kadar salih bir ashap, kendi ailemden de daha iyi ve daha bağlı bir aile tanımıyorum. Allah benim tarafımdan sizleri en güzel şekilde mükâfatlandırsın.”[1]

Ziyaretnamelerin birinde İmam’ın ashabı hakkında şunları okumaktayız:

“Sizler dünyada ve ahirette şehitlerin efendisisiniz.”[2]

İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir ziyaretnamede ise şöyle buyruluyor:

“Sizler Allah’ın dergâhının özel insanlarısınız, Allah sizleri Eba Abdullah için özel kılmıştır.”

“Özel insanlarsınız” tabiri onların ne kadar büyük bir makam sahibi olduklarını göstermektedir.

İmam’ın yanında bulunarak ona destek ve yardımcı olanların yaşam öykülerini okuduğumuz zaman hepsinin sonunun büyüklük, azamet ve en büyük şerefe nail olma olduğunu görmekteyiz. Hepsi sonunda en büyük makamlara ulaşmışlardır, fakat baştan beri İmam Hüseyin’e bağlılık, sevgi ve İmam’ın yanında bulunma özelliklerine hepsi sahip değillerdi. Bazıları sonradan İmam’a katılmışlardı.

Bu büyük zatların hayatlarını okumak, insanın kendisini yetiştirmede ve birçok tecrübe kazanmasında önemli derecede etkili olacaktır. Bu sayfalarda sadece birkaç ashabı incelemeye çalışacağız. Bir insanın nasıl yaşamın iniş çıkışlarından sonra hakkı bulduğunu göreceğiz. Belki böylelikle kendimiz için bir ibret alabiliriz.

1. Hur b. Yezid Riyahi

İmam Hüseyin’in (a.s) kervanı birçok durakları geride bırakarak “Şeraf” denilen yere geldi. Hur da çok sayıda askeriyle İmam’ın ilerlemesini durdurmak için, önünü kesmeye geldi. İmam, Hur’un ve askerlerinin demir zırhlarla çölde yaptıkları yolculuktan dolayı yorgun ve susuz olduklarını gördü. Hemen yanındakilere hepsine hatta atlarına bile su verilmesini emretti. İmam’ın yaranları da önce düşman askerlerine sonra da atlara su verdi.

Hur’un askerlerinden birisi şöyle demektedir: “Ben ordudan en geriye kalandım, sonra kendimi onlara ulaştırabildim. Çok susamıştım. İmam’ın arkadaşları askerlere su vermekle meşgul oldukları için benimle ilgilenen yoktu. Tam bu esnada Hüseyin b. Ali beni gördü, tulumu su ile doldurarak yanıma geldi. Yorgunluktan su içmeye gücüm yoktu. İmam kendi elleriyle bana su verdi ve susuzluğumu giderdi.

Herkes dinlendikten sonra öğle namazının vakti geldi, İmam’ın müezzini ezan okudu. Hazret, Hur’e şöyle buyurdu:

– Sen kendi ordunla namaz kıl. Hur dedi ki:

– Ben sizin arkanızda, size iktida ederek namaz kılmak istiyorum.

Sonra beraberce namaz kıldılar, Hur ilkindi namazını da İmamla kıldı. İmam Hüseyin (a.s) Namazdan sonra önünü kesmeye gelen düşman askerlerine hitaben bir konuşma yaparak onlara hücceti tamamladı.

Hur, İmam Hüseyin’e şöyle dedi: Ben sizden ayrılmayarak hepinizi Kufe’ye, İbn Ziyad’ın yanına götürmekle görevliyim. İmam da kızarak şunları buyurdu:

“Ölüm senin için bu düşünceden ve bu görevden daha iyidir.”

Sonra kendi ashabına dönmeleri emrini verdi.

Hur askerleriyle önlerine geçerek ilerlemelerini engelledi. Bu esnada Hazret, Hur’e “Anan sana ağlasın, bizden ne istiyorsun?” diye buyurdu. Hur de “Eğer senden başkası bana böyle deseydi, hemen cevabını verirdim, fakat senin annen için saygı ve büyüklükten başka bir şey söylenemez.” dedi.

Hur, Aşura gününe kadar İmam Hüseyin’in (a.s) öldürüleceğine kesin olarak inanmıyordu. Ama Aşura günü Ömer b. Sa’d’ın İmam’ı öldüreceğini anladı ve İmam’ın mazlumiyetini, yardım isteme feryadını duydu. Bir anda kendisini cennetle cehennem, şekavetle saadet arasında buldu. Bir an önce seçimini yapmak zorundaydı ve Hur kendisine yakışır bir şekilde, saadet, izzet, şeref ve cennet yolunu seçti.

Elleriyle yüzünü kapatıp, Allah’tan af dileyerek atına bindi ve mahcup bir şekilde İmam’ın huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ey Peygamber’in evladı! Canım sana feda olsun, ben senin önünü kesen, geri dönmeni engelleyen, seni bu bela ve acılar çölüne sürükleyenim, hiçbir şekilde bu topluluğun seninle savaşacağını zannetmiyordum, şimdi çok pişmanım. Allah’tan beni affetmesini istedim. Acaba Allah tövben mi kabul eder mi?” İmam ona şöyle buyurdu: “Evet, Allah günahlarını bağışlayıp, tövbeni kabul edecektir.”

Hz. Muhammed'in Vefatındaki Şüpheler Hz. Muhammed'in Vefatındaki Şüpheler

Onca insanın içinden, niçin Hur’un tövbe ettiğini ve İmam’ın safına girdiğini araştıracak olursak, sebep olarak şunları görmekteyiz: Hur, İmam Hüseyin’e karşı her zaman çok saygılı idi, namazda İmam’a iktida etmesi, Hz. Fatıma’ya karşı edepli olup ona ihtiramda bulunması, onun cehennemden kurtularak ebedi saadete ulaşmasının en büyük nedenlerindendir.

Savaş başladı ve ilk savaşmak isteyen de Hur oldu, düşmanla çok savaştı, büyük fedakârlıklarda bulundu, düşman askerlerinden çok öldürdü, en sonunda kanlı bir şekilde yere düştü ve şehadete ulaşmak için son nefeslerini vermeye başladı. İmam’ın yaranları Hur’u hemen savaş meydanından alarak İmam’ın yanına getirdiler, Hazret ellerini Hur’un yüzüne çekerek şöyle buyurdu:

“Annenin adını Hur koyması gibi, dünya ve ahirette hürsün.”[3]

İmam Hüseyin’in (a.s) böyle buyurmasının nedeni belki de onun nefsinin dünyaya esir olmaması ve bunun sonucunda İmam’ın özel teveccühüyle Allah’ın özel kullarına has makama ulaşmasıdır. Demek ki, dünyada hür olmasının nedeni dünyaya bağlı olmaması ve ahirette hür olmasının nedeni de ahiret azaplarından kurtulmasıdır.

Hur’un bu akıllıca kararı asırlar boyunca, hakla batıl, izzetle zillet, güzellikle kötülük, küfür ile iman arasında kalanlar için hangi yolu seçmeleri gerektiğini gösteren bir meşaledir.

İnsanın gönül bağladığı şeyleri ayağıyla itip atması sadece Hur gibi “özgür” insanların başarabileceği işlerdir. Karanlık ordusundan nur ordusuna karışması her ne kadar zor olsa da sonsuz huzur ve mutlulukla beraberdir.

Hur’un başından gecen tüm bu olaylar hepimizin hayatında bulunmaktadır. Günah ile itaat, cennet ile cehennem ve hava-heves ile ebedi saadet arasında seçim yapmak zorunda olduğumuz zaman, özgür insanlar gibi doğru yolu seçebilmeliyiz. Sonunda ölüm bile olsa, her zaman Hur gibi hakka tabi olmamız gerekir. Dünyanın aldatıcı güzellikleri, gençlik gururu ve mal sevgisi bizleri esir alarak doğru yoldan ayırmamalıdır.

Şimdi insan, İmam Sadık’ın (a.s) buyurmuş olduğu, “Her gün Aşura ve her yer Kerbela” sözünü daha derin ve daha geniş bir şekilde anlamaktadır. Aşura belli bir mekân ve zamana sınırlandırılmamıştır. Tarih boyunca en taşkın şeametiyle bütün mekânlara akan coşkun bir nehirdir. Hakla batılın savaşı, Habil’le Kabil’in, Muaviye’yle Ali’nin ve Hüseyin (a.s) ile Yezid’in savaşı durmaksızın her zaman ve her yerde süregelen bir savaştır. Hiç kimse için de kendisini batılın karanlık ordusundan kurtararak, hakkın nur ordusuna ulaştırması geç değildir. Hatta ömrünün son anlarını dahi yaşıyor olsa bile insan hakkın safına ulaşabilir.

Hüseyin’in (a.s), “Bana yardım edecek biri yok mu?” feryadı hala yankılanmaktadır. Asırlar boyu nesilden nesle ulaşarak günümüzde de insanları yardıma çağırmaktadır.

2. Zuheyr Bin Kayn

Zuheyr, Kufe’nin önde gelen şahsiyetlerinden, aynı zamanda çok yiğit ve savaşçı birisi idi. Birçok savaşta önemli başarılara imza atmıştı. Lakin üçüncü halife Osman’ın en ateşli taraftarlarından birisiydi.

Hicri 6o. yılda hac için Mekke’ye gelmişti ve haccı yerine getirerek Kufe’ye doğru yola koyuldu. O zamanlar İmam Hüseyin de Mekke’den Kufe’ye doğru hareket etmişti, fakat Zuheyr sürekli İmam’dan kaçıyor ve onunla karşılaşmamaya özen gösteriyordu. İmam dinlenmek için durduğunda o hareket ediyordu, İmam yola koyulduğunda o dinlenmek için duruyordu. Ama bir yerde İmam’la yakın konaklamak zorunda kaldı. Zuheyr yol arkadaşlarına şöyle diyor: “Sabah kahvaltısına daha yeni başlamıştık ki, İmam Hüseyin tarafından bir elçi gelerek bana, ‘İmam seni çağırıyor’ dedi. Hiç beklemediğim bu olay karşısında yerimde donup kaldım, boğazımda ki lokma bile aşağı gitmiyordu.” Sonra karım bana şöyle dedi: “Suphanallah! Peygamber’in evladı seni çağırıyor ve sen hala bekliyor musun?”

Bu söz Zuheyr’in kendisine gelmesine sebep oldu, şaşkınlıktan kurtularak İmam’ın yanına gitti. İmam onunla çadırında özel olarak konuştu, o nurlu sözler Zuheyr’in karanlık gönlünü aydınlattı, içine bir sevgi ateşi düştü ve Zuheyr “Hüseyni” oldu.

Sevinçle, mutlulukla ve güler yüzle çadırını söküp, İmam’ın çadırının yanına kurdu ve sonra seçtiği yolun tehlikesinden haberdar olduğu için hanımına bir zarar gelmesin diye onu boşayarak ailesinin yanına gönderdi. Hanımı Zuheyr’in ayaklarına kapanarak kıyamet gününde, Peygamber’in yanında ona şefaat edeceği sözünü aldı.

Aşura gecesi İmam yanındakilere gitmelerini ve yarınki savaştan kendilerini kurtarmaları için izin verdiği zaman Zuheyr kalkarak vefasını, ihlâsını ve her zaman İmam’ın yanında olduğunu heyecan verici sözlerle açıkladı: “Allah’a yeminler olsun ki; sırf sana ve senin ailene bir zarar gelmesin diye bin defa ölüp ölüp dirilmeyi isterdim.”

Aşura günü İmam’ın ordusunun sağ kol komutanı oldu ve İmam Hüseyin’den sonra düşmanın karşısına geçip onlara nasihat edici bir konuşma yaptı. Öğle namazında Said b. Abdullah ile safın önünde durup düşman oklarını engelledi. Namazını kıldıktan sonra da savaş meydanına çıktı, yiğitçe savaştı ve sonunda şehadete ulaştı. İmam Hüseyin (a.s) hemen yanı başına giderek ona dua ve onu şehit edenlere de beddua etti.

Zuheyr’in İmam Hüseyin’le yaptığı kısa bir görüşme sonucu böylesine değişmesi, Kerbela kıyamının en ilginç ve sır dolu olayıdır. Acaba İmam ona neler buyurdu ki, böylesine birden değişti? Ne oldu da İmam’ın hayranı, onun için canını feda edecek birisi oldu?

Hiç şüphesiz zamanının imamının özel lütfuna şamil oldu, temiz fıtratını çevreleyen perdeler kaldırıldı ve kapasitesi kadar imamını tanıyabildi. İmam Hüseyin’in (a.s) makamını ve konumunu ne kadar iyi anladığını, gösterdiği fedakârlıktan ve yaptığı konuşmalardan anlamaktayız.[4] Bu büyük makama ulaşması ve sonunun hayır olması Zuheyr’in batınında bulunan temizlik sayesindedir.

Resulullah (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Bazen ilahi esintiler size doğru esmektedir. Uyanık olun, karşısına geçerek size doğru esmesini sağlayın ve asla yüz çevirmeyin.”[5]

Zuheyr gibi yiğitler, bu ilahi esintileri iyi değerlendirdiler; varlık ağaçlarını onunla geliştirdiler ve sonunda aşk, marifet, saadet meyvesini en güzel hediye olarak sundular.

İmam Hüseyin, yol boyunca birçok insana böyle tekliflerde bulunmuştu, birçok kimseye kendisine katılmasını istemişti. Oysa onların hiçbiri İmam’a olumlu yanıt vererek, şehadete ulaşmayı istemedi. Bu büyük kıyama katılarak, isimlerini kıyamete kadar kalıcı kılmayı arzulamadılar.

İmam’ın davetini reddedenlerden biri olan “Ubeydullah b. Hur Cufi’yi burada örnek olarak aktaralım.

Ubeydullah Osman’ın taraftarlarındandı, Osman öldürüldükten sonra Muaviye’nin yanına giderek Sıffin savaşında Hz. Ali’ye karşı savaştı. Ben-i Mekatil denilen bir durakta Ubeydullah’ın da orada olduğu haberi İmam Hüseyin’e ulaştırıldı. İmam ashabından Haccac b. Seruk’u onun yanına gönderdi ve Haccac, Ubeydullah’a şöyle dedi: “Sana çok değerli bir hediye getirdim. Hüseyin b. Ali seni yardıma çağırıyor, ebedi saadete ulaşman için kendisiyle beraber olmanı istiyor.” Ubeydullah ise şöyle cevap verdi: “Allah’a yemin ederim ki, ben Kufe’den çıkarken halkın kılıçlarını kuşanarak Hüseyin’le savaşmaya hazırlandıklarını gördüm. Kesinlikle bu savaşta öldürülecek, ben ona bir yardımda bulunamam ve onu görmek bile istemiyorum.”

Haccac İmam’ın huzuruna gelerek, Ubeydullah’ın dediklerini aktardı. Bu sefer İmam birkaç yaranıyla bizzat kendisi Ubeydullah’ın yanına gitti. Hazret ona şöyle buyurdu: “Bütün ömrün boyunca birçok günah işledin, sayısız yanlışlar yaptın acaba şimdi tövbe ederek Allah’tan bağışlanma istemiyor musun?” Ubeydullah, nasıl tövbe etmeliyim dedi. İmam buyurdu: “Peygamber’in kızının oğluna yardım et ve onun düşmanlarıyla savaş.” Ubeydullah şöyle dedi: “Andolsun ki sana yardım edenin sonsuz huzur ve mutluluğa kavuşacağına inanıyorum, fakat benim sana bir yardımım dokunamaz. Ne olursun beni bu işten muaf tut, benim ölmeye hiç niyetim yok, ama kendi yerime takipte ve kaçışta eşsiz olan atımı vereyim.”

İmam bunları duyduktan sonra şöyle buyurdu: “Bizim yolumuzda canını vermekten çekiniyorsan, öyleyse biz de ne seni ve ne de atını istiyoruz, yardımına da ihtiyacımız yok.” Ubeydullah da ömrünün sonuna kadar bu saadet fırsatını kaçırdığı için hep pişmanlıklar içerisinde yaşadı.

Eğer masum imamların hayatlarını dikkatlice inceleyip, savaşta ve barıştaki tutumlarını tahlil edecek olursak, hepsinin Peygamber’in yolunu devam ettirdiklerini görürüz. Masumların hepsi Resulullah gibi, insanlığı kurtuluşa ulaştırarak dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarını sağlama peşinde idiler. Bu kurtarma çabaları bazen genel ve bazen de özel bir şekilde pratiğe dökülmüştür.

İmam Hüseyin’in (a.s) Ubeydullah’ın çadırına gitmesi, aslında doktorun hastanın yanına gitmesidir. Allah dostlarına göre, yaşamda en kıymetli olan şey bir insanı kötü ve yanlış yoldan kurtararak hakka tabi kılmaktır. Bu iş zaten İmam Hüseyin’in (a.s) uğruna her şeyini feda ettiği yolun devamıdır. Fakat İmam bunca çabaya rağmen Ubeydullah’ın hiçbir şeyin farkında olmadığını, olaylara korkakça baktığını ve hediye vererek bu işten kurtulmak istediğini gördü, bunun üzerine de “Hiçbir şeyine ihtiyacımız yok” diyerek onu kendi haline bıraktı. İmamların hiç kimseye ihtiyacı yoktur, ancak saadete ulaşmak isteyenler İmam’a muhtaçtırlar.

3. Cevn (İmam’ın Siyahî Kölesi)

Diğer taraftan Cevn gibi insanlarda bu kıyamda bulunmaktaydı. Hz. Ali onu alarak Ebuzer’e hediye etmişti, Ebuzer’in hicri 23 yılında Rebeze çölünde şehit olmasından sonra İmam Ali’nin (a.s) yanına dönerek, ona hizmet etmeye başladı. İmam Ali’den sonra da İmam Hasan, İmam Hüseyin ve İmam Seccad’ın (a.s) yanında kaldı.[6]İmam Seccad’la beraber Kerbela’ya geldi.

Aşura günü güneşin ve savaşın sıcaklığı arttıkça, Hüseyin’in (a.s) mazlumiyeti ve yalnızlığının da arttığını gören bu zenci köle, nurlu gönlünde İmam’a karşı olan sevgisini de çoğalttı. Hazretin huzuruna gelerek savaşmak için izin istedi, İmam ona şöyle buyurdu:

“Senin dönmene izin veriyorum, sen rahatlık ve refah vaktinde bizimle beraberdin. Şimdi savaşarak zahmetlere katlanmak zorunda değilsin, gidebilirsin bizimle birlikte olman gerekmez.”

O beyaz bahtlı siyah köle, İmam’ın ayaklarına kapanarak şunları söyledi: “Ey Peygamber’in evladı! Nasıl olur da rahat zamanlarda sizlerle olurum ve zorluklarda sizi bırakıp kaçarım? Yeminler olsun ki her ne kadar kokum güzel olmasa da, rengim siyah olsa da ve aşağı tabakalardan olsam da yine de sizden ayrılmayacağım, siyah kanım sizin kanınıza karışıncaya kadar sizinle birlikteyim.”

Sonra İmam savaşması için izin verdi, büyük bir yiğitlik örneği göstererek çokça savaştı ve sonunda şehadet şerbetini içti.

Hüseyin (a.s) yaranları için en güzel şey, ömürlerinin son anlarında gözlerini açarak karşılarında Mevlalarını görmekti. İmamlarını son bir defa daha görmek onlar için cennetti, mazlum İmamlarının mübarek gözlerini görmeleri ölümü baldan tatlı kılmıştı.

Tabipler misali yanı başıma geldiğin zaman
Hastalık en güzel lezzettir, hiçbir şeye değişmem

Hazreti Hüseyin (a.s), Cevn’in kanlar içindeki bedeninin yanına geldi ve başını dizinin üstüne koyarak şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Yüzünü beyazlaştır, kokusunu güzelleştir, onu iyilerle haşret, onu Muhammed ve Ehlibeyt’ine yaklaştır.”

İmam’ın bu duası anında kabul oldu, İmam Bâkır (a.s), babası İmam Seccad’dan şöyle naklediyor:

“İnsanlar Kerbela şehitlerini defnetmek için geldiklerinde, aradan on gün geçmesine rağmen Cevn’in bedeninden misk kokularının yayıldığını gördüler.”[7]

4. Türk Köle

Kerbela şehitleri arasında bulunan bir diğer büyük zat ise, İmam Hüseyin’in (a.s) Eslem veya Selim adındaki Türk kölesidir.

Eslem aslanlar gibi savaştıktan sonra, yere düştüğünde İmam hemen kendisini ona ulaştırdı, başını tutarak ağlamaya başladı. Oğlu Ali Ekber’in şehit edildiğinde yaptıklarının aynısını ona da yaptı. Eslem’le ilgilendi, yüzünü onun yüzüne koydu. İmam’ın bu davranışı Türk köleyi o kadar sevindirdi ki, tebessümle, gülerek canını teslim etti.[8]

İmam’ın yaranlarına göstermiş olduğu bunca sevgi tüm insanlığa şu mesajı verdi: İslami değerleri koruyup, hakkı hâkim kılmak uğruna savaşanlar arasında zenciyle beyaz, köle ile efendi, yabancı ile tanıdık arasında hiçbir fark yoktur. Allah yolunda savaşanların arasında bir diğerine üstünlük yoktur. Hepsinin rengi ilahi renk ve ortak noktaları da takvadır.


[1]     Biharu’l-Envar, c. 44, s. 35.

[2]     Kamilu’z-Ziyarat, s. 196.

[3]     Biharu’l-Envar, c. 45, s. 14.

[4]     Furu’u Şehadet, s. 200.

[5]     Lubbu’l-Bab, s. 25.

[6]     Ez Medine Ta Kerbela Suhanan-ı İmam Huseyn, s. 165.

[7]     Biharu’l-Envar, c. 45, s. 32.

[8]     Furuğu Şehadet, s. 214.

Editör: Hasan Bedel