.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 


 

 

Huccetu'l-İslam Seyyid Ocaknecat

Bismillahirrahmanirrahim

İslam’dan önce ilim adamları içerisinde yeryüzü hakkında tartışmalar yaşanıyordu. Tarihe bakarsanız bu tartışmaların ne kadar yoğun ve ciddi bir şekilde kaydedildiğini görürsünüz. O dönemde tanınmış bir grup ilim adamı yerküre sabittir ve hareket etmez diyordu. Onlara muhalif görüş belirten diğer bir grup ilim adamı da bu fikri kabul etmeyip tam tersi görüş belirtiyorlardı ve yerküre hareket ediyor diyorlardı. Yerkürenin hareket etmediğinde ısrarcı olanlar muhaliflerini tutuklattırıp zindana attırıyor, hatta bazısını ateşte yaktırıyordu. İşkence gören ilim adamlarından biri sözlerinden dolayı tövbe etti. Onun adı Galileo’dur. “Ben fikrimi değiştiriyor ve tövbe ediyorum” dedi. Canının korkusunda yeryüzü hareket etmiyor dedi ve kurtuldu.

Tarih akıp gitti ve İslam zuhur etti. Peygamberimize inen mukaddes kitabımızda şöyle buyruldu:

 “Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler.”[1]

İslam insanlara korkmadan, ihtiyat etmeden bu hakikatleri söyleyerek fikirlerini aydınlattı ve meseleyi açık bir suretle beyan etti. Tarihçi Will Dourant yazdığı tarih kitabının 11. cildinde söyle diyor:

“Büyük ilim adamları daha sonra bu konuda çok zahmetler çekip ilmi genişletmişlerdir.”

Onlar yerküre hakkında şunu söylediler: Yeryüzü hareket ediyor. Ancak bu hareket tek tip bir hareket değildir. Yerküre 3 şekilde hareket ediyor. Birinci hareket şudur: Yerküre 24 saat içinde kendi etrafında dönüyor. Bu hareketin neticesinde gece ve gündüz oluşuyor. İkinci hareket ise şudur: Yerküre, başka kürelerle birlikte güneşin etrafında dönerler ve bunun neticesinde de 4 mevsim (Kış, İlkbahar, Yaz, Sonbahar) oluşur. Üçüncü hareket ise bir yerden başlanıp bir yere gidilmesidir. Ama bu hareket ne zaman başlamış ve ne zamana kadar sürecek bilinmemektedir. Yeryüzünün ne zaman yaratıldığını ve kaç yıl olduğunu ilim adamları bilmiyorlar. Ne zamana kadar süreceğini de bilmemektedirler. Ama bu 3 hareketin hepsi de aynı anda olmaktadır.

Şimdi diyeceksiniz ki İmam'ın üçünde yerkürenin ve güneşin hareketlerinin bu meclisle ne bağlantısı var? Bağlantı şudur: Yeryüzü topraktır. Toprak da insanın anasıdır.

"O'nun âyetlerinden (gücünün işâretlerinden) biri sizi topraktan yaratmasıdır."[2]

İnsan da 3 şekilde hareket etmektedir: Kendi etrafında dönmekte, toplum etrafında dönmekte, ayrıca bilmediği bir yerden gelip bilmediği bir yere doğru gitmektedir. İnsanların tümü bu şekildedir. Mükemmel insanlar kendi anaları gibi 3 şekilde hareket ederler. Ondan sonra da insaniyetleri kemale erişir, mükemmel olur. O 3 hareketi yapmayan insan kâmil insan değildir, eksiktir. İslam da insanların insanlığını düzeltmesi için bu 3 hareketin tamamlanmasını istemektedir.

Birinci hareket şudur, insan kendi etrafında dönmelidir. Açlığını gidermeli, giyim kuşamını temin etmeli, kendi ailesinin ihtiyaçlarını gidermeli, aile kurmalı, nesli devam etmeli ve neslinin ihtiyaçlarını gidermelidir. İşte bunlar insanının birinci hareketini oluşturmaktadır. Kuran şöyle buyurmaktadır:

"Yiyin, için, ama israf etmeyin."[3]

 

Ne yaparsanız yapın, ama sınırları aşmayın. Aile kurun, eviniz olsun, çalışın, helalinden kazanıp helal yere harcayın. Bunların hepsi ferdi ihtiyaçlardır ve insanın birinci hareketini oluştururlar.

İnsanın ikinci hareketi şudur: İnsan toplum etrafında dönmektedir. Yaşadığı topluma neler lazım, anlaşmazlıklar neler, ihtiyaçları temin edip, ihtilafları gidermelidir.

Üçüncü hareket de şudur ki insan Allah’a secde eder. Bu yaptığı manevi bir harekettir ve onun sonu nedir insan bilmemektedir. Ama manevi hareket ne kadar güçlenirse insanın insanlığı da o kadar güçlü olur. Hz. Ali’den (a.s) bir örnek verelim: Hz. Ali (a.s) bir gün Kamber’e sordu: “Kamber yemek için bir şeyler var mı?” Kamber “Elbette, tuz, su, süt ve ekmek.” Sonra beraber oturup yemek yediler. Sonra da Allah’a şükrettiler. Sonra bir bölgede su sıkıntısı vardı. Hz. Ali’nin (a.s) kendisi kendi elleriyle orada bir su kuyusu kazdı ve oradan su çıkardı. Ardından eline bir kâğıt kalem alıp suyu o böle halkına vakfettiğine dair bir yazı yazdı. Bu su, bu bölge insanlarının hakkıdır dedi. Çünkü bu bölgede su yoktu. Dikkat edin, önce kendi etrafında dönüp (ihtiyaçlarını giderip) ilk hareketini tamamladı. İkinci hareket olarak toplumun etrafında dönüp sorunlarını çözdü. Sonra kuyunun yanında iki rekât namaz kıldı. Allah’a secde edip şöyle dedi: “İlahi, eğer Ali yiyor ve giyiniyorsa bu sendendir. Eğer su kuyusu kazıp halka hediye ediyorsa bu da sendendir.” Yani bu iki hareketi de üçüncüsü içindir. Yani insanın yaşaması da, topluma hizmeti de Allah için olmalıdır.

İmam Ali’nin (a.s) oğlu İmam Hüseyin de (a.s) babası gibi üç hareketi tamamladı. İmam (a.s) insaniyet ve beşeriyet yolunda dümdüz ilerlemekteydi. İmam Hüseyin (a.s) Peygamberin rehberlik ettiği yolda gitmekteydi.

"Benim yolum ceddim Peygamberin ve babam Ali'nin yoludur. Yeni bir yol değil."

 

İmam Hüseyin (a.s) üçüncü bir yol getirmemişti. İmam Hüseyin (a.s) yiyip içiyordu, giyiniyordu, aile kuruyordu, evlatları vardı, evi vardı, geliri vardı, harcıyordu. Bunlar onun ilk hareketiydi. Bütün insanlara da bu ilk hareket için izin verilmiştir. Bu ilk harekette insan ve hayvan eşittir. İnsanın hayvana üstünlüğü yoktur. Bütün hayvanlar yerler, içerler, çoğalırlar. Her hayvanın kendine uygun meskeni vardır.

İmam Hüseyin (a.s) ilk hareketi tamamladı. Şimdi sıra ikinci harekette idi. Toplumdaki sorun ve anlaşmazlığın ne olduğunu sordu. Hazrete şu söylendi: “Toplumda büyük bir sıkıntı ve musibet var. Beni Ümeyye hâkim olduktan sonra Muaviye ile kardeşin İmam Hasan (a.s) bir anlaşma imzalamıştı. Muaviye öldükten sonra oğlu Yezit o anlaşmayı bir kenara attı ve senden onu tasdik etmeni ve biatini istemektedir.” Hazret olmaz dedi. Çünkü Yezit'in hâkimiyetini kabul etmek haramdır. Yezit’le ilgili büyük bir problem vardı. Yezit İslam adına hâkimdi. Esas mesele buydu. Yani Yezit Müslüman olmasaydı ve İslam’la bir işi olmasaydı İmam’ın onunla diyalogu olur muydu? Ama o İslam adına hâkim olup Peygamber’in yerinde oturmaktaydı. İmam Hüseyin (a.s) biat etmeyeceğini ve aynı zamanda sessiz de oturmayacağını söyledi. Çünkü "Eğer sessiz kalırsam onun cinayetlerine ortak olurum." buyurdu.

İmam Hüseyin (a.s) Kuran’da Hz. Salih’in (a.s) devesi hakkındaki olayı okumuştu. Orada buyuruyor ki: “dişi deveyi öldürdüler” Salih Peygamber’in (a.s) bir tane devesi vardı. Bir gece birisi o devenin ayaklarını kesti. Bunu bir kişi yaptı. Ama Kur’an bu olayı anlatırken "bir kişi öldürdü" demiyor, "öldürdüler" diyor. İmam Ali (a.s) Nehcü'l-Belağa’da olayı şu şekilde tefsir ediyor:

Allah bir kişi kesmesine rağmen neden kestiler diyor? Şundan dolayı ki deveyi kesen, bilen, onu işitip itiraz etmeyen, o adamın evinde oturup kabul edenler… Bunların hepsi aynıdır. Duyan, itiraz etmeyen, uzaktan yardım eden, kılıcı veren, yol gösteren, onu oraya getiren ve devenin ayaklarını kesen… Bunların hepsi aynı konumdadır. Hz. Hüseyin (a.s) Şuayb Peygamberin kıssasını da biliyordu. Şuayb peygamberin ümmeti yüz bin kişi idi. Bunların altmış bini Allah’a inanıp ibadet ve secde ediyorlardı. Hz. Şuayb’ı (a.s) peygamber olarak kabul etmişlerdi. Bir gün Allah, meleklere o şehre bela nazil etmelerini emretti. Melekler gece geldiklerinde şehirde birçok insanını ibadet edip dua ettiklerini gördüler. Dönüp Allah’a “Rabbimiz biz anlamadık. Onlar iyi insanlar değiller mi? Binlerce kişi ibadet ediyorlar.” Allah "Hayır değiller" buyurdu. Şundan dolayı ki altmış bin kişi ibadet ediyor ama kırk bin kişi de fasıktır. Bu altmış bin kişi diğer kırk bin kişiye itiraz etmiyor. Onlar günah işledikçe bunlar sakin kalıyorlar. Kendi ibadetlerini yapıyorlar ama günah işleyenlere de karışmıyorlar. İtiraz etmezlerse onlarla bunların dereceleri aynıdır.

Şüphesiz Kadir gecelerinde, İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretinde, Varis ziyaretinde Ziyareti Aşura okumuşsunuzdur. Bunları okumak çok iyidir. Orada şu cümleyi defalarca İmam Hüseyin’e (a.s) hitaben okumuş ve tekrar etmişsinizdir:

"Ey Hüseyin, Allah seni öldürenlere lanet etsin! Allah sana zulmedenlere lanet etsin! Allah bu musibeti işitip itiraz etmeyenlere lanet etsin!"

Kufe’den Kerbela’ya hiç gelmeyen ama İmam Hüseyin’in (a.s) öldürüleceğini işitip de öldürenlere itiraz etmeyen ile elinde kılıçla İmam’ın mübarek başını bedeninden ayıran Şimr’in konumları aynıdır. İmam Hüseyin (a.s) bunu bildiği için itiraz etti. Yezit’e “Ben sana biat etmiyorum. Sana biat etmek haramdır.” buyurdu. Ve bütün ümmete günahın günah olduğunu öğretti. Bu ne demektir? İmam şunu anlatmak istiyordu: Biri size sorsa Kerbela’nın galibi kimdir elbette cevabınız İmam Hüseyin (a.s) olacaktır. Yine soracaktır: “Nasıl olur? Yezit İmam’ı öldürttü. Kızlarını ve kız kardeşlerini esir aldı. Kardeşlerini ve çocuklarını öldürttü. Kırk yıl isminin dillerde dolaşmasına izin vermedi. İmam Zeynelabidin (a.s) yıllarca kardeşine gizlice ağladı. Bu nasıl galip olmaktır?”

O zaman biz ne deriz? Cevabımız şudur:

“İmam (a.s) Kerbela’da şunu öğretti: Günah günahtır. Onlar İslam adına hâkim olmak istiyorlardı. İmam buna izin vermedi ve onların hâkimiyetinin haram olduğunu öğretti. Yezit ve taraftarları İslam’ın onları tastiklediğini, hâkimiyetlerinin helal ve buna hakları olduğunu söylüyorlardı. İmam (a.s) ise bu hakkın onların olmadığını öğretti. Peygamber Beni Ümeyye’nin minberde oturduğunu kim görse itiraz etmesini emretmiştir. O dönemde de insanlar Muaviye’ye itiraz etmediler. Sonra da Yezit onlara İslam adına musallat oldu. İmam Hüseyin (a.s) Yezid’in hâkimiyetinin İslam adına olmadığını, yaptığı işin haram olduğunu ve buna izin vermeyeceğini söyledi. Bu yolda hem her şeyinden geçti ve hem de insanlara doğruları öğretti.”

Şimdi soruyorum: Eğer o gün İmam Hüseyin (a.s) kıyam etmeseydi, bugün Beni Ümeyye’yi savunan, Yezid’i savunan ve onlar hakkında kitaplar yazan insanlar karşısında hangi Müslüman’ın başı, nasıl dik olacaktı? Bütün Müslümanlar utanacaklardı. Yezit gibi birine Hz. Hüseyin (as) itiraz etmedi diyecekti. Şimdi sen kime itiraz edebilirdin? İçki içen birine itiraz edebilir miydin? Derlerdi ki “Neden Hüseyin (a.s) Yezid’e itiraz etmedi? Oda içki içiyordu.” Batıl yollarla gücü eline geçirip insanlara hâkim olan birine nasıl itiraz edecektin? İtiraz etsen demezler miydi ki “Yezit de batıl bir yolla hâkim olmuştu. Hüseyin (a.s) neden itiraz etmedi?” Yezit bütün günahları işliyordu. İmam Hüseyin (a.s) o gün sessiz kalıp kıyam etmeseydi, şu an bütün Müslümanların konuşmamaları ve her günaha susmaları gerekirdi. Peki, o zaman Kuran’ın ayetleri ne olacaktı? Emr-i maruf ne olacaktı? Fasıklara itiraz edin diye buyuran ayetler ne olacaktı? İmam Hüseyin (a.s) döneminin tüm insanlarına namaz kıldıramazdı. Oruç tutmayanlara zorla oruçta tutturamazdı. Humus vermeyenlerden zorla humus alamazdı. Hacca gitmeyenleri zorla hacca götüremezdi. İçki içenlerin önünü zorla alamazdı. Bunları yapamazdı. Ama insanlara şunu öğretebilirdi ki “günah günahtır.” Yezit ve yandaşları günahları İslam adına yapacaklardı ama İmam buna izin vermedi. İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki:

"Eğer bir insan zalim birinin hâkimiyetini, Peygamberin sünnetine muhalefet ettiğini, insanlar içerisinde açıkça haram işlediğini görür ve ona itiraz etmezse Allah her ikisini de aynı yere atacaktır. İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamdan başka hiçbir yolu yoktu ve bu kıyamı da aşikâr ve arifane olarak başlattı. Bir arif gibi, bir âlim gibi, bir âşık gibi. Evvelinden en sonuna kadar güzel bir kıyamdı bu. İmam bu kıyamın güzelliğini Kerbela’da gösterdi.

İbn-i Ziyad Hz. Zeyneb’e (s.a) dedi ki: “Gördün mü Allah size ne yaptı?” Hz. Zeynep (s.a) ona cevabında şöyle buyurdu: “Güzellikten başka bir şey görmedik.” Kerbela’da ne gördük ise güzeldi. Kerbela aşk idi, Kerbela ihlâs idi, Kerbela fedakârlık idi, Kerbela fütüvvet idi. Kerbela’nın öncesi ve sonrası tümü dersti, mektepti, ilim merkeziydi, kıyam merkeziydi, irfan merkeziydi.

Hiçbir ümmetin böyle bir Kerbela'sı ve mektebi yoktur. O sadece bizde var. Ve biz onunla tanışmalıyız. Biliyor musunuz eğer İmam Hüseyin (a.s) dünyanın farklı bir yerinde olsaydı ne yaparlardı? Avrupalı bir şahsiyetin Ayetullah Şirazi ile görüşmesini 30 yıl önce okumuştum. O şahsiyet diyor ki:

“Ben İmam Hüseyin hakkında araştırma yaptım ve bir takım bilgilere ulaştım. Şunu anladım ki siz Müslümanlar zayıf adamlarsınız. Sizde çok büyük bir sermaye var ve siz o sermayeyi değerlendiremiyorsunuz. Siz milyonlarca doları olan ama ticaretten anlamayan bir tacire benziyorsunuz. Sermayeniz var ama yeteneğiniz yok. Şöyle ki, siz nereye siyah bir bayrak ya da elem assanız herkes kendi kendine orada toplanıyor. Biz 30 yıl önce büyük bir miting için 50.000 dolar harcadık ama değil 50.000 kişi 10.000 kişi bile toplayamadık. Ama siz bir siyah bayrak ile hiç uğraşmadan 10.000 kişi topluyorsunuz. Bırakın toplanmayı bir de kendi ceplerinden size para veriyorlar. İşte siz bu sermayeden istifade edemiyorsunuz. Siz diyorsunuz ki "dinimiz bütün dinlerden üstündür ve kitabımız Kuran’da ilim yatmaktadır. Şimdiye kadar tarihte kimse Kuran’da bir eksiklik bulamadı." İşte bu kitabı dünyaya tanıtın. Diyorsunuz ki "bu kitapta tüm dünyayı idare edecek kudret" var. O halde bu kitabı dünyaya tanıtın.”

Ama bizler zayıf insanlarız. Biz yapamıyoruz. İmam Hüseyin’in ilminden, aşkından, irfanından öğreneceğimiz çok şey var. O vazifesinin ne olduğunu biliyordu ve vazifesini yerine getirdi. Her ne lazım idiyse verdi bu yolda. Bundan rahatsız da değildi. Her verdiğini aşk ile veriyordu. Tarihin şahitlerinden biri diyor ki: “Hüseyin'in cemali, şahadete yaklaştığı her an daha çok nurlanıyordu.” Kardeş gitmiş, oğul gitmiş, altı aylık çocuk gitmiş, genç oğul gitmiş, kardeşinin oğlu gitmiş… Onları tek tek şahadet meydanına gönderirken Allah ile münacat ediyordu. İşte böyle bir aşk idi onunki.

Aşura gecesi Hz. Ebulfazl’ı (a.s) o geceyi savaşmadan geçirmeleri bildirmesi için düşmana elçi gönderdi. Ne için mi? Buyurdular ki: “Ben Allah’a ibadet etmeyi seviyorum. Bu gece sabaha kadar ibadet etmek istiyorum. Sabah gelip ne yapacaklarsa yapsınlar.” Onunla beraber olanların hepsi geceyi aynı şekilde geçirdiler. Hazret bir ara tüm ışıkları kapattırdı ve dedi ki: “Kim gitmek istiyorsa gitsin.” Ev isteyen, evlat isteyen, dünya isteyenler İmam'a lazım değillerdi. Hatta kendi kardeşlerine bile özgür olduklarını söyledi. “Bu savaş benim ile onlar arasındadır. Kim gitmek istiyorsa gitsin.” Zuheyr ayağa kalktı ve dedi ki: “Ya Eba Abdullah! Eğer senin sağ kalman için beni bin defa öldürüp tekrar tekrar diriltseler ben buna razıyım.” Onlar bu şekilde âşıktılar. Bureyr’in şakacı biri olmadığı tarihte bilinir. Ama Aşura gecesi çok şaka yapıyordu. Bureyr’e neden bu kadar şaka yapıp sevinçli olduğunu sorduklarında dedi ki: “Bilmiyor musunuz bu gece eğlence gecesidir. En güzel gece bu gecedir. Vuslat, aşk bu gecededir. Hüseyin’in bize sabah nerede olacağımızı gösterdiğini görmediniz mi? Bir an önce sabah olmasını ve peygambere kavuşmayı istiyorum.”

Hazreti Zeynep (s.a) diyor ki: “Güzellikten başka bir şey görmedik.” İmam Hüseyin (a.s) bu aşk ve irfanı Kerbela’da gösterdi. İşte bu İmam Hüseyin’in (a.s) ikinci hareketiydi. Kendi çevresi için çalıştı. Etrafındakileri özgür bıraktı. Siz Kerbela olmasaydı şimdi var olabileceğiniz mi sanıyorsunuz? Dinin var olabileceğini mi düşünüyorsunuz? İmam Zeynelabidin (a.s) Medine’ye döndüğünde yanında 84 kadın ve çocuk vardı. Şehre girdiklerinde yanlarına biri gelip dedi ki: “Biz size dedik ki gitmeyin. Gördünüz mü ne oldu?” İmam buyurdu ki: “Ben ne olduğunu gördüm. Ama sizler, biz gitmeseydik ne olacaktı onu görmediniz ve göremiyorsunuz. Siz görebilseydiniz bizim başımıza gelenlerin, sizin başınıza geleceklerden çok daha iyi olduğunu anlardınız.” Beni Ümeyye İslam’ı bitirmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Yezit okuduğu bir şiirde diyor ki: “Babalarım dirilip görsünler Peygamber’in neslinden nasıl intikam alıyorum.” Onların göremedikleri buydu.

İmam Hüseyin’in (a.s) üçüncü hareketi ise Kerbela’da kendi kanı ile abdest alıp namaz kılmasıydı. Nasıl ki Ali (a.s) kuyuyu kazdıktan sonra dedi ki "İlahi senin için yedim, senin için kuyuyu kazdım ve senin için vakfediyorum." burada da İmam Hüseyin (a.s) üçüncü hareketini tamamlamış oldu. İmam Hüseyin’e (a.s) savaş anında biri gelip dedi ki “Ey Resulullah'ın evlâdı, namaz vaktidir.” Hazret “Sen namazı yâd ettin. Allah seni namaz kılanlardan etsin.” İmam Ali (a.s) savaşın birinde bir kılıç darbesi vurup bir gökyüzüne bakıyordu. Bunu o kadar sık yaptı ki biri İmama gökte ne aradığını sordu. İmam namaz vaktini geçirmek istemediğini söyleyince o kişi “Namazı bu halde mi kılacaksın?” diye İmama sordu. İmam Ali (a.s): “Sen hala bizim ne için savaştığımızı anlayamamışsın. Bizim savaşımız dünya için değil namaz içindir. Bırak İslam ve namaz yaşasın.” İmam Hüseyin de (a.s) savaş esnasında dedi ki “Onlara haber verin namaz kılalım.” Sonra da hep beraber cemaat namaz kıldılar. Burada 3 mesaj vardır:

1- Namaz çok önemlidir

2- Vaktinde kılmak çok önemlidir

Nehcü’l-Belağa’da İrfan Nehcü’l-Belağa’da İrfan

3- Cemaatle kılmak çok önemlidir

Bu üçünü de İmam (a.s) orada gösterdi. Manevi bir hareketti bu. Bu hareket irfan idi, aşk idi. Allah o aşktan hepimizin kalbine koysun ki kıyamet gününde İmam Hüseyin’in (a.s) yanında olabilelim. Allah hepimizi korusun. Hepimizi İmam Hüseyin’in (a.s) esir ezadarlarından karar kılsın. En yüce ezadarlarına kıyamet günü ne verecek ise bize de inayet etsin…

Tercüme: Uğur AKTAŞ


[1] Neml / 88

[2] Rum / 20

[3] Araf / 31

Editör: Hasan Bedel